YORUM | MAHMUT AKPINAR
Hukuk okuyan bir gençti Nahit Emre Güney, Galata Kulesi’nden atlayarak intihar etti.
Babası Danıştay üyesi bir yüksek yargıçtı. Bu süreçte hayatları alt üst oldu, ailecek şeytanlaştırıldılar. Bütün kazanımlarını, imkanlarını ellerinden aldılar. Baba altı yıldır hücrede tutuklu. Türkiye derecesi yapmış ülkenin parlak bir beynine neler yaşattınız ki hayatına kıydı? Geçen yıl da öğretmen babası yıllardır hapiste olan 16 yaşındaki Bahadır Odabaşı yaşatılanlarla mücadele edemediğini anlatan bir mektup bırakıp canına kıymıştı. Hırsızların, haramilerin haylaz, beyinsiz çocukları lüks içinde yüzüyor, çökülen mallar ve kamu imkanları üzerinde tepiniyor. Ahlaksız ve liyakatsiz kişilerin ülkenin kaderine hâkim olup kendilerine hayat hakkı, yaşama alanı bırakmadığı, ebeveynlerini hapislerde çürüttüğü pırlanta gibi çocuklar başka çözüm bulamayıp canına kıyıyor.
Her zamansız ölümden ve erken ecele yürümüş candan sonra içimde fırtınalar kopar. Her vefat üzüyor, canımızı sıkıyor ama Nahit Emre gibi hayatının baharında, başarılı, cıvıl cıvıl olması gereken gençlerin bir çıkış bulamayıp canına kıyması yüreklerimizi kıymık kıymık deliyor. Yüzbinlerin hapislerde çürütülmesinden, onbinlerce annenin demir parmaklıklar arkasına atılıp bebeklerini orada büyütmek zorunda kalmasından öte, sanırım bu süreçte ölenlerin sayısı 1000’lerin üzerine çıktı. İşkence görenler, ailesi parçalananlar, travma yaşayanlar, fakru zaruret içinde hayata tutunmaya çalışanlar, en yakınlarının hakaretine, nefretine maruz kalanlar, anne babası hapislerde ağır travma yaşayan yüzbinlerce genç/çocuk, alın teriyle kazandığı malına mülküne çökülen ve el emeğiyle geçinmek zorunda kalan yiğit insanlar aklıma geldikçe göğüs kafesim daralır. Bir şeyler haykırmak bir şeyler söylemek isterim toplumun suratına suratına. Ama insanlar sağır, insanlar hissiz, insanlar dilsiz. Gözlerini kapatmışlar gerçeklere. Çıkarlarından, rahatlarından başka hiçbir şey görmüyorlar. Bilmiyorlar ki bu duyarsızlık günün sonunda onları da yakacak, rahatlarına dokunacak. Ama bize sadece M. Akif’in dediğini demek kalıyor: “His yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin? Hayret veriyorsun bana…”
Çoğumuz “en yakınlarımız yaşanan bunca acıyı sıkıntıyı, derdi, zulmü neden ve nasıl görmezler?” diye hayret ediyor, çileden çıkıyoruz.
Böylesi yürek yakan kayıplardan sonra hala vicdanının ölmediğini düşündüğüm akrabalarıma, tanıdıklarıma hayalen konuşmalar yaparım. Konuşurken duygularıma hakim olamayacağımı, konunun kısır çekişmeye gideceğini düşünüyorsam özenle seçilmiş kelimelerle hayali mektuplar yazarım. Onların vicdanına hayalen dokunmaya, aklına hitap edip ikna etmeye çalışırım. Kafamda konuşma taslakları hazırlar, neyi nasıl söyleyeceğimi kurgularım. Onları etkileyeceğini düşündüğüm argümanlar geliştiririm. En çok da kendisini dindar olarak tanımlayan, ibadetinde hassas, helal harama dikkat eden, bir cemaatin veya tarikatın üyesi olan, fakat bu zulme göz yuman, destek veren akrabalarım, tanıdıklarım üzer beni. Hayali konuşmalarımda, mektuplarımda genelde onlara hitap ederim.
Neden telefon açıp bizzat konuşmuyorum? Meselenin özünü, aslını niçin anlatmıyorum?
Çünkü konuşamıyoruz. Toplum çok parçalanmış ve gerilmiş durumda. Herkes kendi mahallesinin, cemaatinin, partisinin militanı olmuş. 15 Temmuz’dan sonra en eğitimlisi lise mezunu, hacca gitmek dışında Türkiye’den çıkmamış akrabalarımdan şunu duydum: “Seni ve eşini biliyoruz. Çok temiz, düzgün insanlarsınız. Size güveniyoruz ama sizi kandırıyorlar, sizi kullanıyorlar!” Köyünden çıkmamış hacı amcam, hacı teyzem her şeyi biliyor ve kanmıyor ama 30 ülke gezmiş, sosyal bilimler alanında doktora yapmış, bir düzine kitap, binlerce yazı yazmış ben kandırılıyorum. Onlara: “ben bu tertemiz insanların belki en günahkarı, en suçlusuyum, hepsi benden çok daha iyi ve düzgün!” desem de dinlemeye niyetleri yoktu. Çünkü herkes kendi tanıdığına güveniyor, bilmediklerini, meçhul birilerini suçluyordu.
Allah korkusu, ahiret inancı olan ve konuşulabileceğini düşündüklerime: “bakın size hocalarınız, şeyhleriniz farklı şeyler söylüyor olabilir. İktidarın medyası etkiliyor olabilir. Ama milyonlarca insana yapılan zulmü desteklemek, bu insanlara yapılan adaletsizliğe onay vermek, onlara iktidar ağzıyla iftiralar atmak büyük vebal. Ahirette bunlar karşınıza çıkar. İslam’da en büyük günahlardan olan zulme destek olma vebaliyle karşılaşır, hesabını veremezsiniz. Öte dünyada iftirada bulunduğunuz her bir birey sizden hakkını alır, müflis duruma düşersiniz. Ahiretinizi düşünüyorsanız, bu insanların masum olabileceği ihtimaline binaen, sevmeseniz dahi iktidarın iftiralarını, hakaretlerini bu insanlara kullanmayın!” dedim. Ama maalesef tarafgirlik gözlerini öyle kör etmişti ki, dinlemek bile istemediler. Ben de akrabalık bağlarını tamamen koparmayayım diye ikna etmeyi, anlatmayı bıraktım.
Biliyorum ki çoğu farz namazına ek olarak zikre, evrada, nafile ibadetlere sahip. Allah zalime arka çıkarken onların bu ibadetlerini nasıl karşılar bilemiyorum ama bütün bu yakınlarımı yaşanan cadı avı karşısında en azından tarafsız kalmaları ve iftira, itham içeren cümleler kurmamaları noktasında uyardım. Fakat hemen tamamı medyada ifade edilen teranelerin söylemeye ve suçlayıcı ifadeleri kullanmaya devam ettiler.
Ama içimde biriken söyleyemediğim sözleri hayali mektuplarla, konuşmalarla anlatıyorum. Hayalen akrabalarımı arıyor yaygın ve ağır zulme kayıtsız kalan ama küçük bir vicdan, canlılık alameti olduğunu zannettiğim insanlara birşeyler anlatmaya çalışıyorum. Bu veballe gitmesini istemediğim, sevdiğim insanlara son çare olarak, hayalen son anlarını (benim ya da onların son hallerini) yaşayan, garezsiz, beklentisiz kimselerin yapacağı konuşmalar yapıyorum. Şahsi haklarımı helal edeceğimi ama milyonlarca insana atılan iftiranın ve zulmün hesabının mutlaka karşılarına çıkacağını, vakit geçmeden bu yanlışlarından dönüp tevbe etmeleri gerektiğini anlatıyorum saatlerce. Kılınan namaz, ibadetlere rağmen zulme taraftar olmanın İslam’da en büyük günahlardan olduğunu, zan ile hareket etmenin Kur’an’da yasaklandığını, kul hakkının mutlaka hesabının sorulacağını çaresizce ifade ediyorum. “Bu iftira kampanyalarına katılmayın, biraz sorgulayın, irdeleyin, araştırın!” diye hayalen uyarıyorum sevdiklerimi.
Türkiye, AKP tarafından öyle bir kutuplaştırıldı ve parçalandı ki bunca yaşanandan sonra hala sevdiğimiz ve yanlış üzere gitmesini istemediğimiz insanlara bile hakikati söyleyemiyoruz. Zira konuşamıyoruz. Aradaki nefret ve kin duvarlarını aşıp, propagandayı yenip makul, mantıklı, bilgiye dayalı, siyasi kaygıları aşan sohbetler yapamıyoruz. Zira ifadeler kifayetsiz, gönüller mürde. Nefret husumet ve ekipçilik her yeri kapladı. Dünyasını ve ahiretini perişan etmesinler, geç de olsa yanlıştan dönsünler diye dostlarına hayali mektuplar yazan, konuşmalar yapan tek ben olmadığımı biliyorum.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***