YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Düşünce özgürlüğü tüm insan haklarının, temel hak ve özgürlüklerin, politik hakların, azınlık haklarının ve hukuk devletinin temelidir. Din, inanç ve inançsızlık özgürlüğünün de, medya ve basın özgürlüğünün de, haberleşme özgürlüğünün de, iktidarı eleştirme hakkının da temelleri düşünceyi ifade özgürlüğüne dayanır. Politikanın ortaya çıkma nedeni, insanların aynı olay ve olgular karşısında birbirlerinden farklı düşünmeleri, aynı problemlere birbirlerinden farklı çözümler önermeleri ve birbirlerinden farklı tercihlerde bulunmaları olarak tanımlandığında da, temelleri düşünce ve düşünceyi ifade özgürlüğü oluşturur.
Demokrasinin temelini düşünce ve düşünceyi ifade özgürlüğü oluşturuyor. Bu özgürlüğün salt kâğıt üzerinde oluşu, onun uygulamasını garanti altına almadığından, ikincil önemdedir. Bugün düşünce ve ifade özgürlüğü Türkiye’de salt kâğıt üzerinde, anayasa kitapçığında yazdığıyla kalan bir özgürlüktür. Türkiye anayasasının yirmi altıncı maddesi şöyle diyor: “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” Bugün itibarıyla anayasanın sağladığı bu hak uygulanmıyor.
Müslüman Türk toplumunda düşünce ve düşüncenin ifadesi sorunu salt politik düzeyde karşılaşılan bir problem değil, aynı zamanda sosyolojik kökleri bakımından aileden okula, çalışma yaşamından sosyal ilişkilere kadar derin köklere sahip. Farklı düşünenler – buna farklı inananlar, inanmayanlar, onaylamayanlar, katılmayanlar, ana akımdan sapanlar, çoğunluktan farklı özellikleri olanlar gibi benzer ya da değişik kategorileri de ekleyebiliriz – Osmanlı ve Türkiye toplumlarında hep sorunlar yaşadılar, özgürlük alanları kısıtlandı, ezildiler, pusturuldular, şiddete ve sistematik ayrımcılığa uğratıldılar, kaçmaya mecbur bırakıldılar. Düşüncenin ve onun ikiz kardeşi olan inancın ifade edilmesi hep sakıncalı oldu, tehlikeli oldu Türkiye’de.
Farklı düşünenlerin kriminalize edildiği, ötekileştirildiği, dışlandığı, tecrit edildiği, baskılandığı, fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kaldığı, yaşama hakkından mahrum edildiği, özgürlüklerinin engellendiği toplumlarda demokrasi yeşermez. Demokrasinin özünü farklılıkların korunması oluşturuyor. Çoğunluk yönetimi, ötekinin varlığını ve farklı olma hakkını teslim etmediğinde adi bir despotizme, çoğunluk diktasına götürür. Demokratik yöntemleri kullanarak (yani seçimle ve temsili demokrasiyle) kendilerinden farklı düşünenlerin denetim altına sokulduğu toplumlarda demokrasinin özünü oluşturan toleranslı açık toplum oluşamaz. Böyle toplumlarda ister istemez merkezi otorite ve hiyerarşi güçlenir, otoriterleşme kaçınılmaz olur. En liberal anayasalar üzerine inşa olmuş devlet mimarileri bile sosyolojik altyapılarında düşünce ve düşüncenin ifadesi özgürlüğüne elvermeyen kültürel kodlarla zehirlenmişse, demokratikleşemez ve özgürleşemez.
Farklı düşüncelerin ifadesinin olanaklı olması ise, çok kültürlülüğü ve açık toplumu geliştirir, tolerans kültürünü yaratır ve konsolide eder, konsensüs yöntemiyle ortak sorunlara ortak çözümler bulabilme yetisini arttırır. Bu özellikleri haiz toplumlar ilerlemeye açık olur, sosyal değişimlere ayak uydurma konusunda bağışıklık kazanır, güçlenir. Her türlü konunun konuşulabildiği toplumlarda bireysellik artar, devlet kolektivizmi azalır. Asgari düzeyde ilkeler konusunda anlaşabilmiş toplumlar, böyle toplumlardır. Bireyin özgürlüklerinin garanti altına alınmasının temelinde düşünce ve düşüncenin ifadesi özgürlüğü olduğuna göre, düşünce ve düşüncenin ifadesi özgürlüğünün yeşermediği toplumlar bireysel diğer özgürlük alanlarını da genişletemezler. Sayıca çoğunlukta olan ya da siyasal gücü kontrol edebilen toplumsal gruplardan biri (ya da birkaçı), diğerlerine hayatı dar eder. Devlet bu amaç için bir enstrümana dönüşürken, ana akımdan farklı olan herkes mağdur olur.
Basın ve medya, düşünme ve ifade özgürlüğünün bulunmadığı ya da güdük kaldığı toplumlarda propaganda aparatına indirgenir. Bu tür ülkeler kendi Pravda’larını var eder, vatandaşlara bilgi ve haber sunmaya değil, onların beyinlerini yıkamaya, onları endoktrine etmeye yarar. Bu tür bir basın-medya, iktidarın dümen suyunda gitmek zorundadır, dolayısıyla iktidarca beslenir, iktidarın sadık bekçiliğini yapar. Bu yandaş medyanın dışında kalan basın mensuplarına yaşam şansı tanınmaz.
Yine, düşünme ve ifade özgürlüğünün bulunmaması nedeniyle, bu tür toplumlarda iyi bir akademi ortaya çıkmaz. Özellikle hukuk, sosyal bilimler, ekonomi, insani bilimler gibi alanlarda ne yeterli araştırma yapılabilir, ne de eğitim verilebilir.
Kapalı döngü toplumların inşasında düşünce ve düşüncenin ifadesi hürriyetlerinin ihtimamla baltalanması bu nedenlerden kaynaklanıyor. NAZİ Almanya’sı, Faşist İtalya, Sovyetler Birliği, Komünist Çin, İran İslam Cumhuriyeti, Rusya, Belarus, Suudi Arabistan ve Afganistan gibi birbirinden farklı ideolojik idealleri olan otoriter ve totaliter devletler, bilye kapalı devre ülkelerdir. Kimi tarihe karıştı, kimiyse halen hayatta. Türkiye, artık bu ligde!
Aileden başlayarak, anaokulundan üniversiteye tüm eğitimi kapsayacak şekilde, insanların birey olabildiği, düşüncelerinin değerli olduğuna inandığı, farklı olmaktan korkmadığı, karşı çıkıp eleştirilerde bulunabildiği, kolektif dinamik dışında hayatlarının bir anlamının olabildiği bir toplum olmadan, düşünce ve düşüncenin ifadesi özgürlüğü gerçekleşemez. Dolayısıyla yaşanılır bir ülke yaratmak olanaksız olur. Hayat kaliteniz, kendinizden farklı olanlara yaşama hakkı tanıdığınız ölçüde artar. Korelasyon da örüntü de budur.
Türkiye’de hep insanlara nasıl düşünmeleri gerektiğini empoze eden, bu doğrultuda şiddet kullanmaktan bile kaçınmayan, ceberut bir devlet olageldi. İdeolojilerden bağımsız olarak, Türkiye siyasi kültürü budur ve bu kültür liberal demokratik değerlerle harmanlanmış, özgür ve rekabetçi bir politik sisteme dönüşmeyecek. Çünkü aileden eğitim sistemine, sosyal ilişkilerden iş dünyasına bu sistem kendisini yeniden üretebiliyor ve dolayısıyla otoriter yönetimlere çanak tutuyor.
Bireyin kolektiften daha önemli olduğu, bireysel tercihlere değer verildiği, bireyin otonomisinin teminat altına alındığı, bireyleşmenin desteklendiği bir toplum olmadan liberal demokratik açık bir toplum ortaya çıkmaz. Bugün zulümden kaçanların çoğunlukla tercih ettiği Batılı demokrasilerin özelliği, bireyin ve birey haklarının merkezde olduğu siyasal kültürlerdir.
Çok kapsamlı bir sosyolojik dönüşüm gerekiyor. Ya da hiç zorlamayıp, yol yakınken bu sevdadan vazgeçeceksiniz.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***