Uluslararası Af Örgütü bugün yaptığı açıklamada, “dezenformasyon yasası” olarak bilinen yasa değişikliği paketinin, herhangi bir kişinin ulusal güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı ilgilendiren konularda Türkiye mahkemelerinin “gerçeğe aykırı veya panik yaratmaya yönelik” addettiği bilgileri retweet ettiği, beğendiği veya paylaştığı gerekçesiyle üç yıla kadar hapis cezasına mahkum edilmesine zemin hazırlayabileceğinden kaygı duyulduğunu ifade etti.
Açıklamada, “2023’te yapılması planlanan milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimleri bağlamında bu mevzuat, kamusal istişare alanını açıkça daraltacak yeni bir tehdit oluşturmaktadır” denildi.
Yasanın çeşitli değişikliklerin yanı sıra Türk Ceza Kanunu’nun “Kamu Barışına Karşı Suçlar” bölümündeki 127’nci maddeye yeni bir suç ekleyerek, insanları “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak” gerekçesiyle suçlu haline getireceği savunulan açıklamada, “Bu değişiklik maddesinin aşırı geniş ve muğlak bir biçimde ifade edilmesi ve yasa tasarısının içerdiği diğer tedbirler, ülkede ifade özgürlüğü hakkının kullanılmasına yönelik büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Türkiye hükümeti dezenformasyonla mücadele etmek için insanları suçlu haline getirmek veya başka bir şekilde susturmak yerine, güvenilir, muteber, nesnel ve erişilebilir bilginin herkese ulaşmasını sağlama çabalarını arttırmalıdır” ifadelerine yer verildi.
Açıklamada, “Yasa aynı zamanda sosyal medya platformlarını, kullanıcıları tarafından paylaşılan içeriklerden sorumlu tutmak yoluyla hedef alarak, insanların fikir ve düşüncelerini özgürce ifade etme alanını da daraltmaktadır. Yasada yapılan değişiklikler, yetkililere içeriklere erişimi engellemek ve sosyal medya şirketlerine para cezası kesmek konusunda daha fazla yetki tanıyarak, hükümetin medya üzerindeki denetimini de potansiyel olarak arttırmaktadır” denildi.
Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün Türk hükümetinin halihazırda ulusal basının yüzde 90’ını kontrol ettiği ve yetkilileri eleştiren medya kuruluşlarının gereksiz mali ve yargısal baskılarla karşı karşıya kaldığı değerlendirmesine yer verilen açıklamada, “Uluslararası insan hakları hukuku ve standartları uyarınca, ifade özgürlüğü üzerinde, ‘gerçeğe aykırı bilgi’ veya ‘panik’ gibi muğlak ve belirsiz kavramlara dayalı olanlar da dahil olmak üzere bilginin yayılmasına genel yasaklar getiren kısıtlamalara izin verilemez. Bununla birlikte, yasanın öngördüğü sert cezalar kamuoyu ve basın üzerinde caydırıcı bir etki yaratarak, misilleme kaygısıyla otosansüre yol açma riski taşıyor. Bu nedenle Uluslararası Af Örgütü, Türkiye’yi, söz konusu mevzuatı yürürlükten kaldırmaya ve dezenformasyonla mücadele amacı taşıyan yasalar dahil olmak üzere ifade özgürlüğü hakkını düzenleyen tüm yasaların Türkiye’nin uluslararası hukuk kapsamındaki yükümlülüklerine uygun hale getirilmesini sağlamaya çağırmaktadır” denildi.
Yasanın 29’ncu maddesinin Türk Ceza Kanunu’na yeni bir suç eklediği belirtilirken, bu maddede, “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Suçun, failin gerçek kimliğini gizlemek suretiyle veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır” ifadelerine yer verdiğine dikkat çekildi.
Buna karşılık yasanın, “gerçeğe aykırı” bilgiden ne anlaşıldığını açıkça tanımlamadığı ve hangi bilgilerin “ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığına” tehdit oluşturur nitelikte kabul edilebileceğini izah etmediği savunulurken, “Yasa, aynı zamanda yetkililerin hangi bilgileri insanlarda kaygı ve korku yaratan bilgi olarak değerlendireceğini açıklığa kavuşturmayarak keyfi uygulamaya açık kapı bırakmaktadır. Uluslararası insan hakları hukuku gereğince, nefret savunuculuğu tanımını karşılamayan ifadeler, şoke edici, saldırgan veya rahatsız edici olsalar bile cezai yaptırıma tabi olmamalıdır” denildi.
Ayrıca açıklamada, “Yasa, içeriği üretenlerle bunu yeniden paylaşan veya yaygınlaştıranlar arasında ayrım yapmamaktadır. Bu da kişilerin, üretmedikleri veya yazarı olmadıkları ve üzerinde değişiklik yapmadıkları bilgileri paylaştıkları için sorumlu tutulabileceği anlamına gelmektedir. Bu bakımdan yasa, uluslararası hukukun gerektirdiğinin aksine, kişileri bir içeriği sırf yeniden paylaşmak veya yaygınlaştırmaktan ötürü sorumlu tutulmaya karşı korumamaktadır” değerlendirilmesine de yer verildi.
Açıklamada, “Devletler, ifade özgürlüğü hakkına getirilen her türde kısıtlamanın, insanların davranışlarını buna göre düzenlemelerine imkan sağlamak için açık ve erişilebilir mevzuatta yer almasını sağlamakla yükümlüdür. İfade özgürlüğü hakkı üzerindeki kısıtlamalar aynı zamanda uluslararası hukuk çerçevesinde kabul edilen sınırlı meşru çıkarlardan birini koruma amacı doğrultusunda açıkça gerekli ve orantılı olmak zorundadır. Bu da devletlerin belirli bir amaca ulaşmak için en az kısıtlayıcı tedbirleri değerlendirmesini gerektirir. Uluslararası hukuk ve standartlara göre, yanlış bir fikrin veya olaylara ilişkin yanlış yorumların ifade edilmesi dahil olmak üzere ifadeye getirilen genel yasaklara izin verilemez” denildi.
“Bilginin yayılmasına getirilen genel yasaklar genellikle Türkiye’de yetkililere muhalif sesleri susturmanın veya uygunsuz gerçekleri gizlemenin bahanesi olarak yürürlüğe konulmaktadır. Bilginin yayılmasına yönelik benzeri yasaklar birçok hükümet tarafından bağımsız medya kuruluşlarını kapatmak, sosyal medya platformlarını sansürlemek ve muhalif siyasetçileri, gazetecileri ve insan hakları savunucularını yargılamak için kullanılmıştır. Twitter’ın verdiği bilgilere göre Türkiye halihazırda yasal olarak platformdan içeriklerin kaldırılmasını en sık talep eden ülkelerden biridir ve bu durum, muhalif sesleri susturmak ve ifade özgürlüğünü daha da bastırmak için kullanılabileceği göz önüne alındığında yasa değişikliklerini daha da endişe verici kılmaktadır” ifadelerinin kullanıldığı açıklamada, “Uluslararası insan hakları hukuku ve standartları gereğince devletler, yasanın keyfi ve takdire bağlı uygulanmasının önüne geçmek için ifade özgürlüğü hakkını kısıtlayan yasaların, yasaları uygulamakla görevli olanlara, hangi türde ifadelerin kısıtlandığını tespit etmelerini mümkün kılacak yeterli rehberliği sunmasını sağlamak zorundadır. Buna karşılık, yasanın belirsiz ve müphem dili, uygulamasını keyfiliğe açık hale getirmekte ve hangi bilgilerin ‘gerçeğe aykırı’ olduğunu belirlemeyi nihai olarak mahkemenin takdirine bırakmaktadır” ifadeleri kullanıldı.
Açıklamada şöyle denildi: “Türkiye yetkililerinin yargı bağımsızlığını devamlı zayıflattığı bir bağlamda, mahkemelere yasanın gerektiği gibi uygulanması konusunda rehberlik sağlanmaması bir başka endişe kaynağıdır. Mahkemelere yönelik böyle bir rehberlik olmadan yürütme, yargı süreçlerine yersiz müdahalede bulunmak ve bir sosyal medya paylaşımının uluslararası hukuk kapsamında korunan ifade statüsüne bakılmaksızın ceza gerektiren bir suç teşkil etmediğine ilişkin yorumu etkilemek konusunda daha da geniş yetkilere sahip olacaktır.
Yasanın gerektiği gibi uygulanması konusunda rehberliğin olmadığının savunulduğu açıklamada, yeni yasanın, sosyal medyayı ve internet basınını hedef alarak, ifade özgürlüğü alanını daha da daralttığı ve ülkede medya üzerindeki denetimi daha da artırmayı öngördüğü yorumu yapıldı.
Açıklamada ayrıca yasanın birçok maddesinin, Türkiye’de insan hakları açısından geniş kapsamlı olumsuz sonuçlar yaratabilecek hükümler içerdiği savunuldu.
Türkiye hükümetine, medya kuruluşlarını sansürlemek ve eleştirel sesleri susturmak yerine, kamuoyunda daha fazla güven oluşmasına katkıda bulunacak güvenilir ve hızlı bir doğru bilgi sistemi kurması tavsiyesinde bulunulan açıklamada, “Kamuoyunun bu güveni duyması için, ilgili ve mevcut tüm bilgilere erişebilmesi gerekir. Bu nedenle yetkililer, yanlış ve yanıltıcı bilgilerle mücadelede hayati önem taşıyan bir husus olarak Türkiye yetkililerinin muteber, erişilebilir ve güvenilir bilgi yaymasını güvence altına alma çabalarını arttırmalıdır. Yetkililer, ifade özgürlüğü için elverişli bir ortam sağlamak ve medya çeşitliliğini teşvik etmek adına ilave tedbirler almalıdır. Özgür ve çeşitlilik içeren bir iletişim ortamı kamusal tartışmaları ve fikirlerin serbestçe karşı karşıya gelmelerini kolaylaştırmanın yanı sıra, hükümet ve diğer yetki sahipleri için bir denetleyici işlevi görebilir” denildi.
Açıklama şu ifadelerle son buldu: “Yeni mevzuat, Türkiye’de ifade özgürlüğü hakkına yönelik büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Sansür ve cezalandırma; yanlış bilgilerin meydana getirdiği güçlüklerle mücadele etmek yerine yanlış bilgilerin daha da fazla yayılabildiği bir korku ve baskı ortamı yaratacaktır. Yetkililer, Türkiye’nin uluslararası insan hakları hukuku kapsamındaki yükümlülükleri doğrultusunda, “gerçeğe aykırı” bilgi yaymaya cezai sorumluluk getirilmesi ve sosyal medya platformları üzerindeki artan kısıtlamalar dahil yeni maddeleri acilen yürürlükten kaldırmalı ve insanların misilleme kaygısı taşımadan ifade özgürlüğü haklarını kullanabilmelerini sağlayacak adımlar atmalıdır.”