YORUM | UĞUR TEZCAN
Oğuzhan Uğur isimli bir Youtube medyacısının ünlü futbolcu ve eski milletvekili Hakan Şükür’ü önce programa davet edip ardından, mahallesinden gelen aşırı tepkiler üzerine, bu davetten anında vazgeçmesi ve bunu yaparken de ahlak sınırlarını zorlayan bir tavır sergilemesi doğal olarak tepkilere sebep oldu. Yani ilgili şahıs önce, düşman belledikleri bir kesime söz hakkı vereceği için galeyana gelen kesimlerin saldırısına uğradı, ardından da ahlaki sınırları zorlayan bir savunma refleksi sergilediği için, bu sefer Erdoğan-Ergenekon ortaklığının yürütmekte olduğu soykırımın mağdurlarından tepki gördü.
Programcıyı tanımam; sergilediği seviyeye bakınca da zaten umursayacağım bir medyacı olmadığı anlaşılıyor. Bazı takipçilerin ve gazetecilerin paylaştıkları bazı mesajları biraz daha araştırdığımda kendisinin eski JİTEM’ci ve Ergenekon davalarında yargılanarak suçu tespit edilmiş olan emekli Albay Atilla Uğur’un oğlu olduğunu öğrendim. Her zaman olduğu gibi kişilerin kendisi ile ilgilenmiyorum; ama temsil ettikleri sosyal olgular veya sosyal fay hatları bağlamında düşüncelerimi paylaşmayı tercih ederim.
Başta işaret ettiğim, farklı iki kesimden gelen tepkilerin farklılığı üzerine özellikle odaklanmak istedim, çünkü toplumsal kodlara ve günümüz insanının psikolojisine ışık tutan önemli bir yönü var meselenin. Bir kesim sadece, nefret ettikleri bir kesimin insanları kendilerini anlatma ve savunma fırsatı bulamasınlar diye yırtınırcasına çırpınıyor. AKP-Ergenekon cenahı zaten tüm hukuksuzluklarını yalanlara dayalı algı operasyonları ile geçiştirmeye çalıştıkları için, Cemaat kesiminden kimsenin ne karşısına çıkıp tartışma cesareti gösterebiliyorlar ne de onların herhangi bir platformda söz almasına tahammül edebiliyorlar. Zira yalan balonlarının patlamasını istemiyorlar; hatta bundan çok da korkuyorlar! Buna rağmen, bu son olay kapsamında Cemaat tabanının mezkûr şahsa verdikleri tepki biraz daha farklı bir nedene dayanıyor. Onların derdi daha çok; ‘tamam söz hakkı vermekten vazgeçebilirsin, korkabilirsin ancak; bunu yaparken neden soykırım rejiminin bu insanları şeytanlaştırmak için ürettiği alçaltıcı dile sığınarak bu insanlara hakaret ediyorsun’ noktasına odaklanıyor ki son derece haklı bir gerekçe. Yani muhataplarında anlayış ve empatiden daha çok ahlak ve ilke görmek istiyorlar.
Cinnet hali geçiren bizimkisi gibi toplumlarda kimseyi memnun edemeyeceğinizin farkındayım. Yapmaya çalıştığınız bir şey bir tarafın saldırısına uğrar; düzeltmeye çalıştığınızda ise bu sefer diğer taraf tepki verir. Bunlar artık normal karşılanmalı. Ancak böyle durumlarda önemli olan husus; yeni değişen bu durumlara ve önceliklere uyum sağlamaya çalışırken hala ilkeli ve ahlaklı kalabilmek, insanlığınızdan taviz vermemek, vicdan ve mümkünse hakkaniyet çizgisinde kalabilmektir. Maalesef bu hadisede de ve daha önceki benzer birçok örnekte de görüldüğü gibi sorun, ahlak sınırlarını zorlayan bir tarzda saygısız bir biçimde düzeltilmeye çalışıldı ki benim resmedeceğim toplumsal yara işte bu noktada kendisini gösteriyor.
Gelin öncelikle Uğur’un açıklaması ile başlayalım:
‘’Hakan Şükür’e yaptığım daveti, samimi eleştirileri tek tek okuyarak tekrar değerlendirdim. Babamla da uzun bir konuşma yaptım. Kendisine konuşma hakkı verip, fetö’ye sempati kazandırma ihtimalini ve tek bir kişiyi bile kandırması riskini göze almamalıyım. Acele karar vermişim. Tabii bunu da parça parça atacakları için korkak diyecekler ama ben hatamı kabul ederim. Soru sormak asıl benim hakkım kafasıyla baktım. Tam tartamamışım. Bu arada halen beni fetöcülükle suçlayan eski fetö aşıklarıyla yüzleşmeye hazırım…’’
Bunun devamında da kendisinin babasından aldığı dürtü ile böyle bir karar vermiş olmasını yadırgayanlara karşı da ‘’adam ciğerlerini biliyor. Elbette fikrini alacaktım’’ diyerek cevap verdi. Gelişme üzerine Hakan Şükür ise, ‘’… amaç sempati kazandırmak değil hak aramak sevgili Oğuzhan…’’ demekle yetindi.
Yazar Mahmut Akpınar’ın konu ile alakalı olarak söylediği ‘’bence çok kıvırma çok zorlama. Korku insani bir duygu. İktidar yalakalığına düşüp onların ağzını kullanarak kitlesel zulmü meşrulaştırman çok daha ahlaksız. ‘Konjonktür müsait değil! başka zamana erteledim’ vb gibi ifadeler senin için daha hasarsız olurdu’’ şeklindeki ifadeler son derece doğru bir serzeniş. Bundan daha ahlaksız olan ama insanların gözden kaçırdığı bir tepki biçimi daha oldu Uğur’un; o da şu:
Bir gün önce konuşmak üzere programına davet ettiğin bir insanı korkuya ve paniğe kapılıp bir gün sonra bir terör örgütüne sempati kazandırmaya çalışmakla ve halkı kandırma gayreti içinde olmakla itham etmek çok daha büyük bir ahlaksızlık ve vicdansızlık örneği. Oysa Akpınar’ın da işaret ettiği gibi basit bir şekilde, ‘’bir başka bahara kaldı’’ diyerek geçiştirmek en kolay ve vicdani çıkış yolu olurdu!
İşte Erdoğan-Ergenekon ortaklığının kamuoyu ‘vicdanını’ sürüklediği çukur tam da burası. Son 6-7 yıl içerisinde başka insanlar da yaşanan zulümler karşısında birazcık olsun hakikati ve masum birkaç insanı savunma noktasına gelmişlerdi ki gelen tepkiler veya perde arkasından yapılan uyarılar üzerine paniğe kapıldılar ve hemen Erdoğan’ın ‘fetö’ diline sarılarak kendilerini aklamaya çalıştılar. Ardından da “biz fetö ile zamanında içli dışlı olanları iyi biliriz” tarzı söylemlerle de kendilerini koruma kalkanı içine almaya çalışarak daha da çirkefleştiler. Oysa ortada büyük bir toplumsal soykırım var ve bunu açıkça gördükleri halde hala rejimin dilini kullanmaya devam ediyorlar ve soykırımın mağduru olan insanlara ‘’terörist’’ diyerek su üzerinde kalmaya gayret ediyorlar. İlkesizlik bu noktada düğümleniyor!
Gazeteci Abdülhamit Bilici, konuya yaklaşımını, ‘mağdur bir insana/gruba sempati kazandırmama kaygısı, gerçeği arama çabasının önüne geçerse, yapılan işe gazetecilik denmez’ diyerek ifade etti ve ‘muktedirlerce aforoz edilme pahasına’ gerçeği konuşan M. A. Birand’ı buna örnek gösterdi. Zaten Birand’ın eşi Cemre Birand da Uğur’a “2.3 milyon takipçiniz var, ama cesur bir gazeteci değilsiniz” diyerek tepkisini gösterdi. Bu vesileyle eski Başbakan Bülent Ecevit’i de benzer baskılara rağmen hakikati ifade etmekten çekinmeyen insanlar kategorisinde hatırlatmak isterim.
Kaldı ki bugün Erdoğan-Ergenekon suç ortaklığının ülkeyi ve sistemi getirdiği noktada, ortada doğru dürüst; ahlaklı ve ehliyetli ne gazeteci ne de siyasetçi kaldı. Mevcut durumdakiler ya çıkarcı fırsatçılar ya da iki taraftan birinin algı operatörü olarak çalışan kullanışlı taşeronlar veya MİT’çi gazeteciler! Buna bir de Ergenekon tarafından, el altından verilen desteklerle ‘fenomen’ olarak ön plana çıkartılmaya çalışılan ‘’parlak gazeteci/medyacı’’ tipleri ilave etmek de gerekiyor ki bunların da çoğu zaten ya bizzat Ergenekoncu çevrelerin çocukları veya örtülü ödeneklerle beslenilen tipler.
İsmi geçen şahsın babasının Ergenekon davalarından hüküm giymiş bulunan, Perinçek’in de bizim partiden dediği emekli JİTEM’ci bir subay olması ve ‘babam uyardı’ derken sergilenen tavır çok şey anlatıyor. Arif Çiko lakaplı bir takipçinin hatırlattığı bir videoda Semih Tufan Gülaltay, Kaşif Kozinoğlu’nun, Perinçek’in emri üzerine, hapisteki koğuş arkadaşı Albay Atilla Uğur tarafından bir gardiyanın yardımıyla içeri sızdırılan zehir vasıtasıyla öldürüldüğünü iddia etmişti. Perinçek iddiayı yalanladığı videoda Albay Atilla Uğur’un ve aynı koğuşta kalan Yzb. Ataman Yıldırım’ın partilerinin üyesi olduklarını panik içerisinde aynı cümleler içerisinde ifade etmişti. Yani çok önemli bir terör davasında Perinçek’in de içinde bulunduğu sanıklar aleyhine itirafçı olma ihtimali olan önemli bir isim yine Perinçek ile organik bağı olan kişilerin bulunduğu bir koğuşta zehirlenerek öldürülüyor ve akabinde hiçbir takip soruşturulması da yapılmadan konu kapatılıyor! İşte muhataplarımız böyle insanlar ve bugün kamuoyunda sanki suçlu olan bizmişiz gibi ithamlarda bulunarak bizim ‘’ciğerimizi okumakla’’ övünüyorlar!
Kimliği böyle olan bir Ergenekoncunun çocuğunun çıkıp ‘’babam bunların ciğerini bilir’’ derken hiç tanımadığı insanlar hakkında sergilediği bu küstah tavra ister bir cehaletin ürünü isterseniz de bir algı yönlendirme çabası deyin, her iki durumda da Türkiye sosyo-politiğine dair acı bir gerçeği gözler önüne seriyor.
Ülke insanı inanılmaz bir cehaletin ki buna okumuş cehaleti dediğim olgu da dahil, zifiri karanlığına batmış durumda. Bu cehalet; küstahlık, ilkesizlik, vicdansızlık ve art niyet gibi pisliklere de bulaşmış durumda. Hiç tanımadıkları, tanımak için gayret de göstermedikleri insanlar hakkında en alçak ithamlarda ve iftiralarda bulunmaktan hiç gocunmayan, üstelik bunu bir bilgelik edasıyla da yapan insanların ülkesi Türkiye! Herkes herkesin ciğerini bildiğini iddia edebiliyor rahatlıkla; ancak yaptıkları tek şeyin aslında niyet okuma, çamur atma ve karalama olduğunu bilemiyor. Üstelik bu insanların çok önemli bir kısmı cahil halk tabakasından ziyade kendilerini laik, çağdaş, kültürlü ve eğitimli olarak tanımlamaktan çekinmeyen ‘okumuş’ kesimden çıkıyor. Bir ülke adına en büyük talihsizlik de sanırım budur. Böyle bir zihniyetin hüküm sürdüğü, kendisine rejim koruyucusu rolü biçtiği bir ülkede ne akıl ne vicdan ne birliktelik ne ilim ne de felsefe söz hakkı alabilir. İnsanlar parçalanırlar, sürekli birbirlerinden nefret eder hale gelirler, birbirine sürekli çelme takmaya çalışan bir ruh haline sürüklenirler. Dengesizliğe ve cinnet haline duçar olurlar ki bugün Türkiye’nin geldiği nokta tam olarak budur. Bir toplumun düşebileceği en derin çukur sanırım bu olsa gerek!
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***