YORUM | MAHMUT AKPINAR
İnsanoğlu “ben kimim?” “neyim?” “nereye aitim?” gibi bireysel ve kolektif kimlik sorgulamaları yaşayabilir. Ama kuşaklar boyu aynı ülkede, aynı toplumda ve kültürde yaşayan nesillerin kendilerini tanımlamaları göç etmiş, başka dil, din kültürlerle muhatap olmuş insanlara göre daha kolaydır. Kendi habitatını, kültür havzasını bırakıp başka kentlere, ülkelere göçen, farklı toplumlarla yaşamak durumunda kalan insanlarda kimlik bunalımları, entegrasyon sorunları oluşur. İlk göçen nesil gerçek bir meydan okuma (challenge) yapmak durumunda kalır. Zira tamamen farklı bir ortamda, kendisine benzemeyen kimselerle muhatap olmaktadır. Eğer iradi bir göç değil, zorla yerinden edilme, sürgün yaşandıysa entegrasyon sorunları çok daha kompleks hale gelir. “Sürgün” psikolojisi daha ağır psikolojik, travmatik sonuçlar doğurabilir.
Göçen ilk nesiller genellikle geldikleri ülkenin, toplumun kimliğini savunur. İçinden çıktığı toplumun özelliklerini devam ettirmek ister. Kendisine benzer insanlarla beraber yaşama, dayanışma ve gettolaşma eğiliminde olur. Bu nesilde kimlik bunalımı sık rastlanan bir durum değildir. Fakat sürgün yaşayanlarda terk etmek zorunda kaldığı veya kovulduğu ülke ve topluma karşı suçlayıcı, reaksiyoner tavırlar gelişebilir. Ayrılmak zorunda kaldığı ülkeye/topluma dair özellikleri ret ve inkâra yönelebilir. Asıl problem ikinci nesilden itibaren baş gösterir. Göç veya sürgün yaşayan ama farklı bir ülkede, farklı bir kültürde büyüyen, göçtüğü ülkenin eğitim sisteminde yetişen 2., 3. kuşak nesiller ciddi kimlik bunalımı yaşar. Bu nesiller “ben kimim, neyim?” “hangi millete, kültüre, ülkeye, dine mensubum?” sorularıyla boğuşur. Eğer son dönemde ülkesini terk edip göçmek zorunda kalan bizler problemlerini iyi çözümlemez, onlara doğru ve sağlıklı rehberlik yapamazsak çocuklarımız, Almanya’ya ilk göçenlerin çocuklarının maruz kaldıklarına benzer ağır kimlik ve kişilik sorunlarıyla karşılaşabilir.
Almanya’daki göçmenlerin çocuklarının halini anlatan “Kayıp Nesiller” başlıklı bir video izlemiştim. Ekonomik sebeplerle Almanya’ya göçen Anadolu insanları çocuklarını ihmal ettikleri veya yol-yöntem bilmedikleri için evlatlarını kurban verdiler. Bu çocuklar ne Türk olarak kaldı ne Alman olabildi. Ne Türkçeyi konuşabiliyor ne Almanca biliyordu. Ne Müslümandı ne de Hristiyan. İşten güçten çocuklarıyla ilgilenemeyen veya bu ilgiyi gösterecek donanıma, eğitime sahip olmayan gurbetçilerin çocukları olumsuz pek çok alışkanlığa sahipti. Bir süre sonra eğitimleri yarıda kalmış, entegrasyon ve kimlik problemleri yaşayan, Türkiye’de “Alamancı diye dışlanan, Almanya’da “yabancı” diye horlanan acınası bir nesil ortaya çıkmıştı.
Göç ve entegrasyon konularında yazmayı düşündüğüm bu serinin verimli olabilmesi için öncelikle kimlik konusunu anlamak isabetli olacaktır. Sonraki yazılar için sizlerden sorunlar ve çözüm yollarına, çözüm metotlarına dair destek bekliyorum. Sorularınızla veya ilgili dokümanlarla bu yazı dizisinin daha yararlı hale gelmesine yardımcı olabilirsiniz.
KİMLİK NEDIR? NASIL OLUŞUR?
Kimlik farklılıkları ortaya koyar. Bir özellik, nitelik belirtisidir, sınıflama işlemidir. Kişinin bütün özelliklerini kapsar. Kimlik kişinin kendisini ve toplumun onu nasıl gördüğüyle ilgilidir. Kişilik ise bireyin kimlikleri içinde ve kimliklerle örgülenmiş profilidir. Çünkü birey çevresiyle sahip olduğu kimlikler üzerinden bağ kurar.
Kimlik öznel bir bütünlük, tutarlılık ve süreklilik gösterir. Psikolojide kimlik, benlik ve kişilikle tanımlanır. Psikologlar, benliği ve kişiliği kimliğin merkezine koyarak çözümlemeye çalışırlar. Kimlik bireyi, diğer bireylerden ayırt eden tutarlı ve yapılanmış göstergeler olarak tanımlanabilir. Sosyolojik açıdan ise kimlik, toplumsal cinsiyet ve sınıf belirlemelerinde kullanılan bir kavramdır, kişinin sosyal pozisyonunu ifade eder.
Kimliğin nasıl oluştuğu konusunda Öznelci ve Nesnelci olmak üzere iki yaklaşım vardır. Öznelci yaklaşıma göre, kimlik tutarlı ve yaşam boyunca az çok aynı kalan gerçek bir bendir (özdür). Bu yaklaşım özellikle organizmanın içyapısına önem vererek, onun dış çevresini ve değişimini göz ardı eder. Nesnelci yaklaşıma göre kimlik; organizmanın iç dinamikleri yanında bütün bir dış çevresiyle birlikte karşılıklı etkileşimler ve iletişim sonucu oluşan bütünlük, tutarlılık ve sürekliliktir.
Sosyolojik kuramlara göre, insan her şeyden önce sosyal bir varlık olduğu için kimliğin ortaya çıkmasında ve şekillenmesinde sosyal yaşamın da belirleyici fonksiyonları vardır. Sosyolojik kuramda sembolik etkileşimci kimlik yaklaşımının ayrılmaz parçaları dil ve temsildir. Onlara göre kimlik, hem “ben” hem de “öteki – benlerle” olan durumları, etkileşimleri, ilişkileri ve iletişimleri dil ve temsille anlam kazanır.
Sosyal Kimlik Kuramı; bireyin üyesi olduğu sosyal grupların, bireyin duygu, düşünce ve davranışlarını belirlemede önemli bir etkisi olduğunu öne sürer. Bireyin üyesi olduğu/algıladığı grupların olumlu özellikleri arttıkça olumlu “Sosyal Kimlik” oluşturma ihtimali artmaktadır. Freud’a göre, kimlik bireyin yabancı kişileri ya da nesneleri özümsemesiyle, ya da bir özdeşleşme süreci sonucu oluşur. Erikson ise kimliği bireyin çekirdeğinde, aynı zamanda kendi komünal kültürünün çekirdeğinde yerleşmiş bir süreç olarak görmektedir.
KATI VE ESNEK KİMLİK YAKLAŞIMI:
Katı kültürel unsurlar, toplumsal kalıtım yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılır ve homojen bir topluluk öngörür. Muhafazakârlığın ve dışlamanın tetikçisi oldukları için olumsuz nitelemeyle anılırlar. Katı kimlik, topluluk mensuplarına fazla söz hakkı vermez. Hâlbuki kolektif kimlikler çok yönlü süreçlerden meydana gelmektedir. Kimliği sadece ötekileştirmeye indirmek düşmanlığa dayanan patolojik bir kimlik türüdür. Patolojik kimlik topluluklar arası alışverişe karşı çıkar, ötekini kendisine yabancılaştırır. Aşırı milliyetçi kimliklerin aşağılayan, dışlayan ve hatta şiddete başvuran ötekileştirme süreci, katı kimliklerin açık örneklerindendir.
Esnek kimlik, topluluğu kesin ve katı kriterlere boğmayarak, müzakere edilebilir alanlar bırakır. Böylece, ortaya hoşgörülü bir kimlik tanımı çıkar. Katı kültürel unsurların sorgulanmadan benimsenmesinin aksine esnek unsurlar yaşam boyu devam eden rasyonel bir öğrenme sürecinde yaşanan bireysel deneyimler sonucunda benimsenmektedir. Esnek kültürün özelliği dinamik ve değişime açık olmasıdır.
GİYDİRİLMİŞ KİMLİKLER
Bugünlerde aranan kimlikler giysi değiştirir gibi giyilebilen ve çıkarılabilen kimliklerdir.
İnsan, içinde yaşadığı toplumun milli, dini, siyasal, ekonomik değer yargılarının bir ürünü olmaya yönlendirilmektedir. Yani toplumsal üretim araçları, belli kimliklere sahip insanlar üretmektedir. İşte bunlar “giydirilmiş kimliklerdir”. Giydirilmiş yapay kimliklerin merkezinde yalın insan kimliği yer almaktadır. Yalın insan kimliği, bütün insanlık ailesinde ortaktır. İnsanın sahip olduğu öz cevherleri (akıl, ruh gibi) barındırır. Akıl ve ruhun çalışma yöntemleri de yine bütün insanlar için ortak olup, aynı kurallara bağlıdır.
İkinci kimlik insanın fiziksel ve genetik özelliklerini kapsayan, tamamıyla biyoloji kanunlarıyla belirlenen ve insan iradesi dışında oluşmuş bulunan kimlik, genetik ya da ırk kimliğidir.
Giydirilmiş üçüncü kimlik ise kültürel kimliktir. Kültürel kimliğin oluşumunda en etkili faktör dindir. Dinler insanlığın sadece inanç dünyasını değil, sosyo – kültürel yaşantısını biçimlendirmede de etkili olmuşlardır. Din ve beraberinde gelen kurumsal yapı, en küçük bir birim olan aileden başlayarak; hukuk, siyaset, sanat ve hatta ekonomi anlayışına kadar çok geniş bir yelpaze içinde insanı şekillendirmektedir.
Dördüncü dairede ise ulusal kimlik yer almaktadır. Ulusal kimliğin oluşumunda çoğu kez ırk ve kültür kimliklerinden de yararlanılmaktadır. Hatta farklı ırklardan oluşmuş ancak evlenmelerle karışmış uluslarda yapay genetik kimlik oluşturulma çabalarına rastlanabilmektedir. Ulusal kimlik, yapay ya da kurgusal bir ırk kimliği olarak takdim edilmektedir.
Bütün bu giydirilmiş kimliklerin üstünde ise, hepsini kuşatan ve etkileyen bir diğer üst kimlik bulunmaktadır, ekonomik insan kimliği. Bu, o derece etkin ve güçlü bir kimliktir ki, zaman zaman diğer alt kimlikleri yönlendirir hatta ezip kendi içinde eritebilir. Çünkü ekonomik kimlik içinde insan, kendi çıkarlarını büyütmeyi, isteklerinin tatminini, ihtiyaçlarının karşılanmasını her şeyden önde tutmaya şartlandırılmıştır.
Kaynak: Prof.Dr., Muhittin Aşkın, Haliç Üniversitesi, Psikoloji “KİMLİK VE GİYDİRİLMİŞ KİMLİKLER”
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/32061
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***