“İran’da kadınların başörtülerini atarak başlattıkları sivil itaatsizlik eylemleri, Mahsa Jîna Amini’nin ardından yeni bir boyut kazandı. İran’da devrim yapma sırası kadınlarda.” Banu Güven DW Türkçe’de yazdı.Jîna, Kürtçe’de “hayat” demek. İran’da saçı fazla görünüyor diye gözaltına alınıp, darp edilerek öldürülen Mahsa Amini’nin diğer ismi de Jîna’ydı. Önünde daha upuzun bir hayat olması gerekirdi, olamadı. İran İslam Cumhuriyeti’nin ilk kurbanı değildi ay yüzlü Mahsa. Mollaların meşhur Ahlak Polisi’nin darp ettiği ilk kadın da değildi. Sonuncusu da olmadı maalesef. İran’ın geneline yayılan protestolarda onlarca kişi öldürüldü, yüzün üzerinde gösterici yaralandı. Peki başını kadınların çektiği bu isyan, ateşlere atılan başörtüleri, kadınların üzerine basarak ayakta durmaya çalışan bu rejimin sonunu getirebilir mi?
8 Mart 1979 – Tahran
İran’da zaman, “İslam Devrimi” adı altında bir darbeyle durdurulup yüzyıllar öncesine geri sarıldığında yıl 1979’du. Humeyni 1 Şubat 1979’da, sürgünde olduğu Fransa’dan İran’a döndü; çok geçmeden, 7 Mart’ta kadınların işe çarşafla gitmelerini öngören bir buyruk yayınladı. Bu kararname, İran’da Şah’ın devrilmesinin ardından, demokratik, eşitlikçi ve çoğulcu bir yönetim modeli kurulabileceğini düşünen kesimleri ve en başta kadınları büyük hayal kırıklığına uğrattı. Kadınların 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde yapmayı planladıkları yürüyüş günler süren bir protestoya dönüştü. On binlerce kadın Tahran’da sokağa çıktı. O sırada Humeyni’nin oturduğu Kum kentinde de 3 bin kadar kadın sokaktaydı. Humeyniciler’in saldırılarına rağmen yılmadan sokakta kaldılar. Bu protestoların ardından bu buyruk geri çekildi, ancak bir yıl sonra yeniden masaya sürüldü. Kadınlar, yine başları açık şekilde, ama daha küçük bir kitle olarak sokaktaydı. Çok geçmedi, molla rejimi bir yıl sonra 9 yaşından büyük kız çocuklarının da örtünmesini zorunlu kıldı. 1980’li yıllar İranlı kadınlar için daha zor yıllar olacaktı. Bir dizi düzenlemeyle, kadınların hayatı erkeklerin iki dudağı arasından çıkacak izinlere bağlandı. Küçücük kız çocuklarını evliliğe zorlayacak değişiklik de hızla geldi. Kızlar için evlilik yaşı 18 iken, 13’e düşürüldü. Ayrıca kadınların evlenmesi babalarının iznine bağlandı. O tarihten bu yana, kesin olarak tespit edilemeyen sayıda kadın evlilik içi şiddete karşı koydukları ya da tecavüzcülerini öldürdükleri için idam cezasına çarptırıldı. Temmuz 2022’de, bir hafta içinde, kendilerini savunmak için kocalarını öldüren üç kadın idam edildi.
Sivil itaatsizlik örneği: “Beyaz Çarşambalar”
Bütün bunlar olurken, dışarıdan kanıksanmış gibi görünse de, İranlı kadınlar hiç pes etmedi. İran İslam Devrimi’nden bu yana en çok ses getiren ve uzun soluklu kalan eylemlerden biri, bugün ABD’de yaşayan Masih Alinejad’ın başlattığı “Beyaz Çarşamba” eylemi oldu. Son cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin kadınlar üzerinde baskıyı artırmasına rağmen kadınlar bu sivil itaatsizlik eyleminden vazgeçmediler. Kamuya açık alanlarda başörtülerini çekip çıkaran ve bu görüntüleri sosyal medyada yayınlayan kadınlar bir bir tutuklandı. Kimileri 24 yıla kadar hapis cezalarına çarptırıldı. Masih Alinejad’a bu görüntüleri sosyal medyada yayması için göndermeleri de cezai yaptırımla engellenmek istendi, fakat kadınlar durmadı. Aslında bu eylemleriyle sadece başörtüsü zorunluluğuna değil, rejimin dayattığı tüm zorbalığa meydan okudular. Önce her hafta, sonra da her gün, her bir kadının başkaldırısıyla onlarca, yüzlerce devrime tanıklık ettik. İran’da kadınların başörtülerini atarak başlattıkları bu sivil itaatsizlik eylemleri, Mahsa Jîna Amini’nin ardından yeni bir boyut kazandı. İran’da devrim yapma sırası şimdi kadınlarda.
Peki, bu koşullarda molla rejiminin sonu gelebilir mi? Yoksa bu protestolar da 1979’daki gibi durulup gider mi? 1999’daki öğrenci protestoları gibi bastırılır mı? Seçimlerdeki şaibe nedeniyle 2009’da sokaklara dökülenler gibi, bu kalabalık da şiddet ile dağıtılıp evine ya da hapse gönderilir mi? 2019’daki Kanlı Kasım gibi mi sonuçlanır?
“Başörtüsü Berlin Duvarı gibi”
Birbirimize “kız kardeşim” diye hitap ettiğimiz Masih Alinejad’a sordum. Bana attığı ses kaydında bu protestoların öncekilerden farklı olduğunu çarpıcı bir benzetmeyle anlattı. “Başörtüsü İran’da basit bir kumaş parçası değil, baskının en görünür sembolü. İslam Cumhuriyeti için aynı Berlin Duvarı gibi. Biz kadınlar bu duvarı yıktığımızda, İslam Cumhuriyeti’nin artık ayakta kalamayacağına inanıyoruz.”
Masih, bu protestoların önemli başka bir özelliğine daha dikkat çekti. “1979’daki protestolardan bu yana ilk kez kadınlar ön safta. Başörtülerini çıkarıp yakarak, İran İslam Cumhuriyeti’nin baş dayanaklarından birini sarsıyorlar. Erkeklerin de onlara katılmasıyla, bu rejime beraberce karşı koyuyorlar. Belki insanları öldürebilirler, hapse atabilirler, ama bu öfkeyi bastıramayacaklar. Kadınlar bana gönderdikleri bazı videolarda ‘Belki bizi öldürebilirler, ama fikrimizi öldüremezler’ diyorlar.”
Masih’e daha önce gönderilen videolardan biri geliyor aklıma. Bende en çok iz bırakanlardan biri bu. İranlı genç bir kadın başörtüsünü çıkarıp şunu diyor: “Yasemen’i tutukladılar, Müjgan onun sesi oldu, Müjgan’ı tutukladılar, Fereştah onun sesi oldu. Fereştah’ı tutukladılar, Ava onun sesi oldu. Ava’yı tutukladılar, ben onun sesi oldum. Beni de gelin tutuklayın! İnsan hakları için çaba gösteren herkesi tutuklayın! Sana sesleniyorum Hamaney! Başka bir kadın da benim sesim olacak!” Bugün İran’da olan tam da bu işte. Öldürülen ve tutuklanan her bir kadının sesi, her gün on binlercesinin ağzından sokaklarda yankılanıyor.
Masih Alinejad ve İranlı kadınlar, bizlerden, kız kardeşlerinden dayanışma bekliyor. Buna ek olarak, hükümet ve devlet başkanları ile bürokratlardan çok önemli bir talepleri var: “Katillerimizle el sıkışmayın” diyorlar. Çok da haklılar.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Mahsa Jîyan Amini’nin hayata tutunma mücadelesini kaybettiği gün, Özbekistan’da İran Cumhurbaşkanı Reisi ile el sıkışıyordu. Genç kadın son nefesini verdikten bir hafta sonra, bu kez BM Genel Sekreteri Antonio Guterres Reisi ile el sıkışarak kameralara poz verdi. Kırbaçlanan, başlarını düzgün örtmedikleri için darp edilip öldürülen, en hafifinden hapse atılan İranlı kadınlar, mollalar karşısında başını örten politikacılar da görmek istemiyor. İslamofobiyi dert edinen, başörtüsü takma özgürlüğünü savunan kadın politikacıların, İran’da kadınların hayatına her türlü tecavüz eden başörtüsü zorunluluğuna karşı daha çok ses vermesini talep ediyorlar.
Tüm kadın politikacılar ve gazeteciler için başörtü dayatmasına “Hayır” deyip, İran Cumhurbaşkanı Reisi ile çok ses getirebilecek bir söyleşiyi elinin tersiyle iten Christiane Amanpour’u örnek almanın zamanı artık.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***