İktidarından muhalefetine kadar tüm siyasi partilerin yöneticileriyle iletişimi olan, otuz yılı aşkın süredir Ankara’da gazetecilik yapan bir arkadaşımız geçen gün “geleceğe dair hiçbir öngörüde bulunamıyorum, çünkü Erdoğan’ın ne yapacağı hiç belli olmaz” diyordu.
Aslında geleceği belirsiz, belirsizliği de Erdoğan’ın lehine kılan şey Erdoğan’ın değil, muhalefetin planının netleşememesi.
Türkiye’deki yozlaşmış iktidarın bulaştığı suçlar, detaylar hariç toplum tarafından biliniyorken, iktidar içindeki suç şebekelerine dair kişi, grup, olay bazlı detaylı ifşaatların, kapsamlı ve birleştirici bir siyasal, demokratik programa eşlik etmeden, muhalefete ivme kazandırmasını beklemek çok gerçekçi görünmüyor.
Sedat Peker gibi şimdiki rejimin eski destekçilerinin yaptığı ifşaatların toplumsal bir tepkiyi tetikleyeceğini ve bunun da iktidar değişikliğini sağlayacağını, dahası, salt iktidar değişikliğinin mutlaka demokratik bir değişime kapıyı aralayacağını beklemek hayalperestliğin ötesinde, toplumu bilgiyle oyalama, avutma ve giderek uyutma anlamına geliyor. Siyasal bir programa eşlik etmeyen ifşaatların merak giderici bilgi olmanın ötesine geçmeyeceği, dahası iktidarın bunu bile tabanını konsolide etmek için kullanabileceği yakın tarihten de biliniyor.
Oysa Türkiye’nin mevcut yozlaşmadan çıkışı iktidarla birlikte toplumsal yapıyı, bu yapıyı kuran ideolojik motivasyonu değiştirmeyi, dolayısıyla zaman zaman iktidar etkisi altındaki toplumsal kesimlerle de karşı karşıya gelmeyi gerektiriyor.
Zira iktidarın hedef aldığı kesimler hariç Türkiye toplumunun belli bir kesimi zaten iktidar suçlarının iştirakçisi veya en hafifinden seyircisi.
İKTİDAR İŞTİRAKÇİSİ KESİMLERİ KAZANMANIN İKİ YOLU
Peki devletin bütün zor aygıtlarını elinde bulunduran, muhaliflere her türlü muameleyi bu aygıtlar üzerinden reva gören iktidara karşı çıkan, direnen, hatta açıktan cephe alan muhalefet bile neden toplumun bu suç ortaklığına dair herhangi bir “ifşaatta” bulunamıyor, zorlu bir dönüşüm programını önüne koymayı göze alamıyor?
Muhalefete sorulduğunda verilen yanıt şu: İktidarı değiştirebilmek için iktidar suçlarının ortağı veya seyircisi olsa da herkesi kazanmak zorundayız.
Siyaseten bakıldığında, doğru. Fakat bu “kazanımın” da biri kolay, diğeri çetin iki yolu var. İndirgemecilik pahasına söylersek, tarihsel olarak sol çetin ve ilkeli yoldan, sağ ise kolay ve ilkesiz yoldan ilerledi. Sol toplumu dönüştürmeyi, sağ ise yozlaşmış topluma uymayı seçti. Dün de böyleydi, bugün de.
Dolayısıyla çetin yol, iktidara muhalefet ederken toplumu da iktidarın militarist, milliyetçi, cinsiyetçi, gerici, anti-Kürt, anti-mülteci zehrinden arındırmaya çalışmayı, hakim kılınmış toplumsal algılara cephe açmayı, bazen toplumla zıtlaşmayı gerektirir.
Nitekim Türkiye sosyalist hareketleri toplumdan kopuk olduklarından değil, tarihsel olarak bu çetin yola girdikleri için devlet-millet ittifakının hedefi olageldiler. Ama bıraktıkları mirasın, bugünün CHP’sinin de beslendiği demokrat kesimleri var ettiği unutuluyor.
Gelelim iktidar iştirakçisi toplumsal kesimleri “kazanmanın” kolay yoluna. Bu, Türk sağının geçmişten beri yapageldiği üzere toplumun suyuna gitmek, onun seyirciliğinin veya destekçiliğinin yarattığı suçlar yumağını dillendirmemek ve bu toplumsal kesimlere mevcut iktidarın “verdiğinden” daha fazlasını vaat etmek. Bunlar sadece ekonomik vaatleri değil, AKP’nin yarattığı nefret tarlasına daha fazla su ve gübre dökmeyi, anti-mülteci, anti-Kürt histeriyi dindirmeye çalışmamayı, bilakis onu harlamayı gerektiriyor.
Susurluk Kazası’nın gerçek manada bir siyasal ve toplumsal dönüşüme, arınmaya yol açmamasının nedenleri de Türk sağının bu yaklaşımında gizliydi.
MUHALEFETİN FAŞİST KANADI
Günümüzde de böylesi bir siyasi hat; toplumsal dönüşümü hedeflemeden, AKP’nin yarattığı toplumsal “yapıya” dokunmadan; mültecilere, Kürtlere ve diğer ezilenlere karşı AKP’nin eksik bıraktığını tamamlamayı topluma göstermeye çalışmak demek.
Şu anda başta İYİ Parti olmak üzere AKP karşıtı muhalefetin sağcı ve giderek faşist kanadı olarak tanımlanabilecek kesimler tam olarak bunu yapıyor.
Fakat muhalefetin faşist kanadının bu popülist yöneliminin sadece seçimleri kazanmaya odaklı olduğunu düşünmek, demokratik muhalefetin düşebileceği en büyük tuzaktı ve o tuzağa çoktan düşüldü.
Millet İttfakı’nın kurulma sürecinde demokratik muhalefetin belirleyici bir aktör olamayışı, CHP’nin pragmatizmi ve bu süreci demokratik toplum kesimlerini dahil etmeden şekillendirmesi sadece iktidar artıklarını değil, bizzat iktidar zihniyetini ana muhalefet odağının içine taşıdı ve giderek belirleyici güç haline getirdi.
KEMAL KILIÇDAROĞLU’NU KUŞATMAK
Nitekim görüştüğümüz bazı CHP’lilerin de teslim ettiği üzere Kemal Kılıçdaroğlu daha şimdiden muhalefetin sağ cephesi tarafından kuşatmaya alınmış durumda.
CHP içindeki bazı aktörlerin Kılıçdaroğlu’nu bu kuşatmadan çıkarmak ve İYİ Parti karşısında daha güçlü pozisyona çekmek istediği görülüyor. Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adayı gösterilip gösterilmemesi bu açıdan kritik öneme sahip.
CHP’nin demokrat kesimleri HDP’nin bu süreçten dışlanmasının “taktiksel bir yaklaşım” olduğunu söyleyerek kendilerini avutadursun, MHP ve AKP artığı sağ muhalefet, HDP karşıtı söylemi tekne olarak kullanıp mevcut iktidar ideolojisini ve gelecek tahayyülünü Millet İttifakı’nda egemen kılıyor.
AKP ve MHP, İYİ Parti ve diğer sağ unsurlar üzerinden demokratik muhalefet alanını işgal ediyor ve orada kendine yeni bir doğum alanı, rahim yaratıyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun böylesi bir kuşatmayı “iyi niyetli” bir duruşla yarması, yahut buna karşı tek başına durması mümkün görünmüyor. Demokratik muhalefetin geç kalmış atağını Kılıçdaroğlu’nun adaylığı lehine kullanması, sağ muhalefetin kuşatma çabasını minimize etmenin önemli bir yolu olabilir. Dahası, mesele Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı olmasıyla bitmeyecek, başlayacak. Zira mevcut suç şebekelerinin dağıtılması, demokratik bir sistemin kurulması süreci AKP-MHP iktidarda olmadığında da epey zorlu olacak. Devlet ve finans kapital sistem içinde mevcut sistemin değiştirilmesine direnecek, yahut yeni iktidarı kendine bürümeye çalışacak sayısız güç odağı olduğu biliniyor. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu seçimlerde olduğundan çok daha fazla desteğe cumhurbaşkanı olduktan sonra muhtaç olacak.
Fakat daha bu noktaya bile çok uzağız.
KILIÇDAROĞLU’SUZ HER SEÇENEK…
Önümüzdeki günlerde Kılıçdaroğlu’nun Millet İttifakı’nın adayı olarak gösterilip gösterilmemesi Türkiye’nin mevcut rejimden kurtarılmak istenip istenmediği konusunda belirleyici bir gösterge olacak.
Bu saatten sonra Kılıçdaroğlu’suz bir seçenek (Demirtaş veya benzer bir aktör olmazsa) sağ muhalefetin, dolayısıyla AKP-MHP ideolojisinin başarısı anlamına gelecek.
Başta CHP olmak üzere muhalefetin demokrat tabanı, geniş toplumsal kesimler, muhalefeti kuşatmaya başlayan otoriteryen Türkçü “muhalefete” ve onun anti-Kürt, anti-mülteci hamlelerine, “muhalefete muhalefet etmemek” adına sessiz kalırsa, kendisini bir kez daha AKP-MHP’ninkini aratmayan bir Türkiye’de bulabilir.
Böylesi bir muhalefeti yarıp içine yerleşmek için Erdoğan veya onun kurduğu rejimin devamını isteyen çevrelerin dahiyane planlara ihtiyacı var mı?
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***