HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY
İran’da molla rejiminin ahlak polisleri tarafından dövülerek öldürülen Mahsa Amini, ülkede 40 yıllık öfkenin kabarıp taşmasına neden oldu. Şeriat sisteminin uygulandığı ülkelerden biri olan İran, zor günler yaşıyor.
İran’da yaşanan son gelişmeler, “şeriat bu değil” tartışmalarını yeniden gündeme taşıdı. İran’da yaşanan isyan girişimi, Molla rejimi ve İslâm düzenini yakın zamanda daha çok konuşacağımızı gösteriyor.
Doğu komşumuzdaki ahlak polisi, rejimin sivil güçlerinden biri olarak biliniyor. “Geşt-i İrşad” yani İrşat Devriyesi olarak bilinen ahlak polisinin kuruluş tarihi eski değil.
Ahlak polisi, 2005 yılında Mahmud Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanlığı döneminde kuruldu. Görevi, halkın yoğun olarak bulunduğu alışveriş merkezleri, toplu ulaşım araçlarının kalktığı istasyonlar, meydanlar ve park gibi yerlerde kılık kıyafet kurallarına uymayanları alıp karakola götürmekten ibaretti.
Ancak bu ahlak polisleri kısa zamanda kendine alan açtı ve yaptırım uygulayan güvenlik güçlerine dönüşmeye başladı. Rejime göre uygun giyinmeyenleri gözaltına almaya, ceza uygulamaya dönüşen bir yapıya dönüştü.
DÜN ETKİLİ OLMAYAN PROTESTOLAR, BUGÜN NİÇİN ETKİLİ OLMAYA BAŞLADI?
Mahsa Amini adlı genç kızın, başını düzgün örtmediği gerekçesiyle gözaltına alındıktan sonra öldürülmesi, İran’da 1979 Humeyni İhtilalinden bu yana benzerine az rastlanan bir kalkışmaya yol açtı.
Sıradan protestolarla başlayan gösteriler, önce belli başlı şehirlere, ardından ülke geneline yayıldı. Şimdilerde rejimi sallayan bir yapıya bürünmüş durumda.
📌🇮🇷İran’da başörtüsü kullanma şeklinin yanlış olduğu nedeniyle bir kadın ahlak polisleri tarafından dövüldü hastaneye kaldırılan kadın komadayken vefat etti.#Hijab #Iran pic.twitter.com/1YjkHr71EB
— Gündem Ortadoğu🔴 (@GOrtadogu) September 16, 2022
Burada sorulması gereken sorulardan birisi şu; daha önce tabana bu kadar yayılmayan protestoların bugün bu kadar etkili olmasının altında yatan sebep ne?
1979 devriminin ilk yıllarında insanlara bir refah toplumu vaat edildi. İnsanlar yoksulluk çekmeyecek, ayrıştırılmayacak, mağdur edilmeyecek, milli servet yağmalanmayacak ve herkese eşit dağıtılacaktı.
İlk başlarda bu yolda bazı adımlar atıldı. Rejim halk tabanında güç bulmaya başladı. Ne var ki, sistem bir süre sonra yandaşlarını koruyan bir yapı halini aldı. Batı’nın uyguladığı ambargo ekonomiyi çıkmaza sürükledikçe, molla rejimi bir tür ayrıcalık sistemine dönüştü.
Bu durum zaman içinde halktaki memnuniyetsizliği artırdı. Mollalar, sürekli “Allah katında insanlar eşittir” diye konuşsa da bizzat kendileri eşitsizliğin göstergesi.
İran anayasası “Velayet-i Fakih” yani din bilgini temeline dayanıyordu. Mollalar, bu kavramın bir sonucu olarak ortaya çıktığı için bu sınıfta kimlerin yer alacağı belliydi. Çünkü “Molla” esas itibariyle Şiî ve erkek demektir.
Do you remember these 13 brave women fighting against these Mullahs in iran for not wanting to wear hijab?
Now they are all in frontline of the protests but not alone. All united due to murder of #MahsaAmini pic.twitter.com/vbbAjr0Avy
— Masih Alinejad 🏳️ (@AlinejadMasih) September 21, 2022
Şimdi bu mollalar, rejim için en büyük riske dönüşmüş durumda. Mollalar öne çıktıkça rejim temelden sarsılıyor.
‘İRAN’DAKİ MOLLA REJİMİ İSLÂM’I YANSITMIYOR’ İDDİASI
İran’da Ayetullah Humeyni liderliğinde ortaya çıkan rejim, o dönemde bütün İslâm dünyasında yankı buldu. Yaşı müsait olanlar, çevrelerinde derin İran tartışmalarının yaşandığını iyi hatırlar.
Müslüman kesimin okur yazarları, o dönemde İran’da kurulan rejimin ne kadar İslâmî olduğunu tartıştı. Bununla birlikte bir tartışma daha vardı. O da, bir devrimle İslâmî bir rejim kurulur mu kurulamaz mı?.
Her iki tartışma da esas itibariyle İran’ın Şiî olması temeline dayanıyordu. Tartışmalar çıkmaza girdiğinde, Türkiye’deki dindar okur yazar kesim, İran rejiminin Şiî temele oturduğu bir yapı olduğunu öne çıkarıp İslâm’ı aklamaya çalışırlardı.
İslâm’ın öteki ülkelerdeki uygulamalarına bakıldığında ortaya çıkan fazla örnek yok. Şeriat hükümlerinin uygulandığı Suudi Arabistan dışında Pakistan modeli ve kısmen de Malezya ve Libya modelleri var.
Bu ülkelerin hemen hepsinin ortak noktası ise, iktidarın nimetlerinden yararlanan bir yandaş sistemi üretmiş olması… Toplumda ayrımcılığı ve ötekileştirmeyi kurumsallaştırmış bulunması, bir de hukuksuzluğu sisteme dönüştürmesi…
Bu oluşum rejime ölümüne bağlı bir kitle ortaya çıkardığı gibi öte taraftaysa aynı ölçüde sisteme karşı çıkanlar kümelendi. Bu tablo ideoloji ekseni etrafında kurulan bütün rejimler için geçerli. Marksizm’den Faşizm’e kadar…
İslâm’ı ideolojiye dönüştüren sistemler de bu kuralın dışında yer almıyor.
MATBAANIN HRİSTİYANLIĞA YAPTIĞINI İNTERNET İSLÂM’A YAPIYOR
Dini sistemler giderek çaresiz kalmaya başladı.
Dini yapıların tepesinde yer alanlar, kurdukları sistemin devam etmesini sağlamak amacıyla, “karşı taraf” dedikleri Batı’ya yönelik birkaç temel suçlama yönelttiler. Bunlardan biri, ülkede yaşanan bütün sıkıntıların dayatmaya çalıştıkları dini sistemden değil Batı’dan kaynaklandığı, diğeri de esasında Batı sistemin temelinin de Hıristiyanlığa dayandığı oluyor.
Bundan dolayıdır ki Batı’da yer alan sembollerin temelinde Hristiyanlığın yer aldığı vurgusu İslâmî çevrelerde hep öne çıkarılıyor.
Oysa Batı toplumu Hristiyanlığı 16. yüzyıldan itibaren sorgulamaya başladı. Özellikle matbaanın yaygınlaşmasıyla İncil daha çok insana ulaştı. İnsanlar İncil’i ve bu temelde yazılmış kaynakları daha iyi okumaya başladılar. Bu ortam Hristiyanlığın her şeyiyle sorgulanması yolunu açmıştı.
Benzeri bir durum 500 yıl sonra Müslüman toplumlarda yaşanmaya başladı. İnsanlar, internetin yaygınlaşmasıyla kaynak kitaplara daha kolay ulaşır oldu. Bu ise beraberinde insanların sorgulamasının yolunu açtı.
Gençler, tekdüze okumak yerine çok farklı kaynaklara ulaşıp onları karşılaştırıyorlar. Bunun sonundaysa daha çok sorgulayan bir gençlik ortaya çıkıyor.
Birilerinin Z Kuşağından daha çok çekinmesinin temelinde bu gerçeklik yatıyor.
Önceki kuşaklar, İran’daki ya da Suudi Arabistan’daki şeriat devleti modelleri karşısındaki çaresizliklerini “Gerçek şeriat bu değil” diye örtmeye çalışıyor.
Ne var ki Müslümanlar, Hz. Muhammed’in ölümünden bu yana “gerçek İslâm” üzerinde uzlaşamadılar. Hz. Aişe ile Hz. Ali arasında yaşanan ve on binden fazla Müslümanın hayatını kaybettiği Cemel Savaşı‘ndan bu yana tablo hiç değişmedi.
Hep o dönemde yaşanan anlaşmazlıkların taraflarını kutsayan bir yaklaşımla olayların üstü örtülmeye çalışıldı. Oysa o dönemde başlayan ayrışma, genişleyerek sonraki yıllarda hep devam etti gitti.
Yeni nesil, geçmişte yaşanan olayların temelinde gücü elinde tutma dürtüsünün bulunduğunu görüyor. Bu soruları sorduğu için de bizim kuşaklar çok korkuyor.
Hıristiyanların üzerinde uzlaştığı bir Hıristiyanlık olmadığı gibi, Müslümanların da üzerinde uzlaşmaya vardığı bir İslâm kavramı da bugüne kadar hiç olmadı.
Bundan dolayı da “şu ülkedeki şeriat gerçek İslâm değil” yaklaşımı, kendini inandırmaya ikna etme girişiminden öte bir anlam taşımıyor.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***