HABER-PORTRE | MEHMET ÖZDEMİR, Londra Tr724
Galler Prensesi ve İngiltere tahtının varisi Prens Charles’in eski eşi Diana, ölümünün üzerinden 25 yıl geçmesine rağmen unutulmayan bir isim. Tam adı Diana Frances Spencer olan Prenses, 31 Ağustos 1997’de Fransa’nın başkenti Paris’te geçirdiği, ölümüne sebep olan ve çoğu kişinin şaibeli bulduğu trafik kazasından beri bütün dünyanın gündeminde.
Sadece ölüm yıldönümlerinde hatırlanan birisi değil o, hakkında yapılan filmler, belgeseller ve haberlerin de etkisiyle her zaman konuşulan, tartışılan bir isim. Bunda güzelliği ve çalkantılı özel hayatı kadar bir ‘aktivist’ olarak bazısı riskli sayılan hayır işlerine ön ayak olmasının etkisi büyük. 36 gibi çok genç bir yaşta dünyaya veda etmesi de onu unutulmaz kılan özellikler arasında sayılabilir.
Bazı yorumculara göre, Prenses Diana’nın her daim hatıralarda canlı kalmasını sağlayan asıl etken ölümüyle beraber Buckingham Sarayı’nın geleneklerinde yaptığı büyük değişiklik. O da, bugün bile yansımaları görülen Kraliçe II. Elizabeth ve Saray ahalisinin halka daha yakın görünme çabası. Bu konudaki ayrıntılarına geçmeden önce onun hayatına kısaca göz atmakta yarar var.
Diana, 1 Temmuz 1961’de İngiltere Norfolk’taki Sandringham yakınlarında, soylu sınıftan sayılan Althorp Vikontu Edward John Spencer’ın kızı olarak doğdu. Anne ve babası, o 8 yaşındayken boşandı. Sonrasında sık sık ebeveynlerinin yaşadığı Northamptonshire ve İskoçya arasında seyahat etmek zorunda kaldı.
İlk olarak bir kolejde eğitim alan Diana, 1974’ten itibaren İngiltere’nin güneyindeki Kent bölgesinde yatılı okula gitti. 3 yıl sonra bu okulu terk ederek İsviçre’de bir okula kaydoldu, ancak ertesi yıl burayı da bıraktı. Okul sonrası Londra’da kısa süre dadılık yaptı, ardından bir anaokulunda asistan öğretmen olarak çalışmaya başladı. Diana’nın Galler Prensi Charles ile tanışması ve basının ilgi odağı olması bu döneme rastlıyor.
Lady Diana ve Prens Charles, Şubat 1981’de nişanlandıktan 5 ay sonra Temmuz 1981’de evlendi. Londra’daki St. Paul Katedrali’nde yapılan düğün töreni halkın büyük ilgisini çekti. Katedral çevresinde 600 bin kişi toplanırken, dünya televizyonlarında gösterilen töreni milyonlarca insan canlı izledi. Bu sebeple tarihe ‘yüz yılın düğünü’ olarak geçti.
Prenses Diana, 1985 yılında ABD’ye yaptığı ilk resmi ziyarette, Beyaz Saray’da ağırlandı ve ünlü aktör John Travolta ile dans etti. Bu sayede şöhreti daha da arttı ve kısa sürede bir moda ikonuna dönüştü. Kıyafetleri, saç stili her zaman ilgi odağı oldu, gençler tarafından benimsendi, taklit edildi.
Bu arada, sonraları ortaya çıkacağı üzere Diana’nın özel hayatı dışarıdaki kadar parlak gitmiyordu. Netflix’te Kraliçe II. Elizabeth’in hayatını anlatan The Crown dizisine de yansıdığı gibi Diana’nın kişiliği Saray’da yeterince kabul görmüyor, kendisi Kraliyet geleneklerine ayak uydurmakta zorlanıyordu. Bütün bunların üstüne Prens Charles’in şimdiki eşi Camilla ile geçmişe dayanan ilişkisinin devam ettiğini öğrenmişti. Bu gelişmeler ve Charles’ın ‘kabul edilemez’ tutumu Diana’nın psikolojisini o kadar bozmuştu ki, ‘bulimia’ diye bilinen yeme bozukluğu hastalığına yakalanmıştı.
Prenses Diana’nın dış dünyadaki hayatı ise bu süreçte farklı bir alana kaymaya başladı. Yardım kuruluşlarına ilgisi ve desteği gittikçe görünür hale geldi. Herkesin uzak durduğu AIDS hastalarıyla yakından ilgilendi ve sıkıntılarını dünyaya anlatmak için bir misyon üstlendi. Nisan 1987’de İngiltere’nin AIDS hastaları için ilk özel koğuşunun açılmasını sağladı. Dahası, onlarla temasın tehlikeli olmadığı mesajını vermek için hastalarla el sıkıştı.
Diana, diğer yandan yardım çalışmalarıyla ün kazanmış, 1979’da Nobel Barış Ödülü’ne layık görülen Rahibe Teresa ile temas halindeydi. Hayatı boyunca da onunla iletişim içinde oldu. Diana’nın insani yardım çalışmalarına yönelmesinde Terasa’nın etkili olduğuna inananlar kadar bunu özel hayatında kopan fırtınalardan kurtulmanın bir yolu olarak gördüğünü savunanlar da var. Her ne olursa olsun İngiltere basını ve yorumcular, Diana’nın kendisine yönelen ve zaman zaman altında ezildiği medya ilgisini doğru yöne kanalize edebildiği görüşünde hemfikir.
1992’deki resmi Hindistan ziyareti sırasında Diana’nın Tac Mahal önünde tek başına poz vermesi çift arasındaki bağın tamamen koptuğunun işareti sayıldı. Nitekim 4 yıl sonra 28 Ağustos 1996’da Diana ve Charles resmen boşandı. Boşanma sürecinde ve daha sonraları Diana’nın farklı erkeklerle yakınlaştığı bilinse de hayır işleriyle öne çıkmaya devam etti.
Örneğin Prens Charles’la ayrıldıktan kısa süre sonra anti personel mayınlarının yasaklanması çağrısında bulundu. İngiliz kara mayını süpürme örgütü Halo Trust’a destek amacıyla Ocak 1997’de Angola’ya gitti ve özel bir kıyafetle mayından temizlenmiş tarlada yürüdü. Mayın patlamasında bazı organlarını yitiren kurbanlarla bir araya geldi. Aynı yıl haziran ayında 79 elbisesini açık arttırmayla sattı ve toplanan 4,5 milyon doları yardım vakıflarına bağışladı. Bu adım, ‘geçmişle bağları koparmasının sembolü’ şeklinde yorumlandı.
Diana’nın hayır işlerini yakından takip eden medyanın ‘paparazzi’ ayağı ise onun özel hayatını yansıtmak için adeta yarış içindeydi. Bu yarış Diana ve son erkek arkadaşı Mısır asıllı İngiliz işadamı Dodi Al Fayed’in hayatına mal olacaktı. Nitekim ikili, 31 Ağustos 1997’de Paris’teki yemek sonrası limuzinle paparazzilerden kaçarken girdikleri alt geçitte ölümcül bir kaza yaptılar.
Her adımıyla gündem olan Prenses Diana’nın bu ani ve erken ölümü sadece İngiltere’de değil bütün dünyada şok etkisi yaptı. Eline çiçeğini alan binlerce insan yas için Diana’nın Kensington Sarayı’ndaki evinin önünde toplandı. Birçoğu çiçeklere iliştirdiği not kağıtlarına prensese olan sevgisini yazıyordu. Sokaklar Diana için ağlayan insanlarla dolup taşıyordu.
Ancak Kraliyet ailesinin tepkisi aynı hassasiyeti yansıtmıyordu. Buckingham Sarayı’na yas tutulduğunu gösteren İngiliz bayrağı çekilmemişti (Özel durumlar haricinde Saray’da sadece Kraliyet bayrağı asılı durur). Halktan yükselen tepkiler üzerine cenaze töreninden bir gün önce İngiliz bayrağı Saray’ın gönderine çekildi.
İddialara göre, girişte bahsettiğimiz Buckhingham Sarayı’nın geleneklerini değiştirmesi bu olayla başladı. Saray iradesi, bu tepkilerden hızlı bir ders çıkardı. İlk yansıması ünlü pop şarkıcısı Elton John’un Westminster Kilisesi’nin içinde düzenlenen cenaze merasiminde Diana için şarkı söylemesi oldu. Zira böyle bir etkinlik ilk kez gerçekleşiyordu.
Yorumculara göre, Buchingham Sarayı, Diana’nın mirası sayılan bu değişimi kalıcı hale getirerek bir anlamda 21. Yüzyıl ile bağını kurmuş oldu. Bu bağ sayesinde Kraliyet ailesi, çok kültürlü ulus ile arasında açılan boşluğu kapattı.
Elizabeth’in sonraki yıllarda attığı bazı adımlar da söz konusu mesajla ilişkilendiriliyor. Mesela, Kraliçe’nin Londra’da gerçekleşen 2012 Olimpiyatları’nın açılış törenini ünlü film karakteri James Bond’la yapması buna kanıt gösteriliyor. Ayrıca II. Elizabeth’in tahttaki 70’inci yılı vesilesiyle geçen haziran ayında yapılan Platin Jübile kutlamaları bu kapsamda değerlendiriliyor. Buckhingham Sarayı önündeki kutlamalarda Rock grupları, opera şarkıcıları, dansçılar ve lazer gösterileri yer aldı. En yoğun alkışı toplayan aksiyonlardan biri de Kraliçe’nin hikaye ve film kahramanı Ayı Paddington ile reklam filminde oynayıp ikindi çayı içerken, çantasında marmelatlı sandviç taşıdığını göstermesi oldu.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***