Tam 25 sene önce yayınladığım bir yazının bugün 4. ve 5. Bölümlerini sunuyorum.
4- Atatürkçülük
Mustafa Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadrosunun tartışılmaz lideri ve birinci Cumhurbaşkanımızdır.
Son yıllarda Mustafa Kemal Atatürk’ün hatırasına yönelik kabul edilmesi olanaksız çirkin saldırılar yaşanmıştır (örneğin Zübeyde Hanım’a ilişkin olanlar). Cumhuriyet’in kurucu liderine yönelik bu tür düzeysiz saldırıların toplumda kendini Atatürkçü olarak tanımlayan kesimden ve tarihe mesafeli bir saygı ve objektivite ile yaklaşmak isteyen herkes tarafından da tepki ile karşılanmaktadır.
Anayasanın başlangıç bölümünün ilk satırlarının “Türkiye Cumhuriyeti’nin , başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm kurucu kadrosunu sevgi, saygı, minnet ve şükranla anarak…”diye başlaması kanımızca Atatürk’ün mevcut hukuk sistemimiz içindeki yeri için düzeyli, gerekli ve yeterli bir konum oluşturacaktır.
Ancak, mevcut hukuk sistemimiz içinde “Atatürkçülüğe” verilen konum bugün yukarıdaki öneriden farklıdır ve yine kanımızca söz konusu bu konum Anayasanın “demokratik devlet” ibaresi ile çelişebilmektedir.
Anayasanın başlangıç metnindeki (Anayasanın 176. Maddesine göre söz konusu Anayasanın dayandığı temel görüş ve ilkeleri belirten başlangıç metni Anayasaya dahildir) “Hiçbir düşünce ve mülahazanın……Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında koruma göremeyeceği….” ve benzeri ifadelerin (örneğin “..ve onun inkılap ve ilkeleri doğrultusunda…) çağdaş demokratik toplumlarda kabullenilmesi adeta olanaksızdır.
2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 4. Maddesinin birinci paragrafında “Yükseköğretimin amacının öğrencileri Atatürk inkılapları ve ilkeleri doğrultusunda , Atatürk milliyetçiliğine bağlı olarak yetiştirmektir” diye bir ibare bulunmaktadır.
Üniversite gibi temel işlevi “yerleşik olana alternatif üretme” olması gereken bir kurum için yukarıdaki ifadenin ne ölçüde anlaşılabilir olduğu çok şüphelidir.
Atatürkçülük için uzun bir süredir bu kavramın demokrasi ile bağdaşamayacağı yönünde eleştiriler üretilmektedir. Bu satırların yazarı bu eleştirinin çok sert ve haksız bir eleştiri olduğu kanısındadır; ancak bu eleştiriyi üretenlere karşı geleneksel Atatürkçü kesim, eleştirinin doğru olmadığını kanıtlamak için, Türkiye’nin temel hukuk metinlerine girmiş yukarıdaki tür ifadelere önce kendilerinin karşı olduğunu açıklamaları gerekmektedir. Bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti yurttaşı Atatürkçü olabilir (bu nitelikte milyonlarca yurttaşımız vardır) ama bu dünya görüşünün anayasal bir bağlayıcılığının olması demokratik toplum düzenlerinde kabul edilebilir bir olgu değildir.
Ülkemizde son yıllarda hızla gelişen “Atatürkçü Düşünce Derneği” (ADD) adlı bir dernek mevcuttur; söz konusu derneğin kurucuları Atatürkçülüğün bir düşünce olduğunu kabul ediyorlarsa (ki, bence Atatürkçülük, bir düşünce yapısıdır), bu düşüncenin alternatifinin de meşru olduğunu demokratik bir toplumda kabul etmek zorundadırlar.
Unutulmaması gereken temel olgu karşıtı meşru olmayan bir düşüncenin kendisinin de meşruiyetinin sorgulanır håle geleceğidir.
Türkiye, insan hakları kavramına bağlılık dışında, tümü ile ideolojik belirlenmelerden arındırılmış bir Anayasal düzen özlemektedir ve normal olanı budur.
5- Yurttaş Kimliği Krizi
Türkiye’nin on beş yıla yaklaşan bir süredir içinde debelendiği iç savaş ortamının sebepleri çok sayıdadır. Kimileri konunun tümü ile Kürt kimliğinin ifadesi ile ilintili olduğunu söylerken diğer bir kesim konunun tümü ile ekonomik sebeplerden kaynaklandığını söylemektedir.
Bu kısa yazıda bu tartışmalara kesinlikle girilmeyecektir; ancak kanımız odur ki, Türkiye’nin içinde bulunduğu düşük yoğunluklu iç savaş koşullarından tümü ile bağımsız olarak, Anayasa’nın 66. maddesindeki yurttaşlık tanımı Türkiye gibi etnik yapısı çok büyük çeşitlilikler arz eden bir ülkede iç barışın sağlanıp kalıcı bir biçimde sürdürülmesine olanak vermektedir.
Anayasa’nın 66. maddesi “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” diye başlamaktadır.
Bu maddede söz konusu edilen “Türk” kavramının etnik bir amacının olmadığı bu satırların yazarının malumudur; ancak yurttaşlık kavramı tümü ile hukuksal bir kavram olduğu/olması gerektiği için söz konusu formülasyonun yaptığı çağrışımlar Türkiye gibi bir ülkede sürekli bir sorun olmayı sürdürecektir. Sayın Demirel’in de bir dönemler ısrarla üzerinde durduğu gibi Türkiye artık “Anayasal Vatandaşlık” kavramına kendini alıştırmalıdır.
Mevcut formülasyon, majoriter etnik grubun etnik sıfatının yurttaşlık sıfatı olarak benimsetilmesi izlenimini, ister istemez, vermektedir.
Vatandaşlık ilişkisi etnik bir çağrışım yapmayacak türde hukuksal temelde formüle edilmelidir.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***