Yine bir pogrom yıldönümü geldi. Beni takip edenler bilirler William Saroyan’ın ‘Her insanın hikayesi anlatılmalıdır’ sözünü kendime motto benimsemiş biri olarak Türkiye Cumhuriyeti yakın tarihinin Ermeni, Rum, Yahudi ve Süryani tanıklarının anılarını mümkün olduğunca sizlere aktarmaya çalışırım.
Bu hafta da 6-7 Eylül 1955’e Gedikpaşa’ya gideceğiz…
1949 doğumlu Ani Benli pogromlar sırasında 6 yaşında. Olan biteni bir çocuğun gözünden aktarıyor:
Gedikpaşa Protestan kilisesinin bir alt köşesinde oturduk. Mesropyan Okulu’nun hizasında. Tam köşebaşında 4 katlı bir eski yapının giriş katında. Eski bir ev hani demir kapıyı büyük anahtarla açarsın,camları demirli ve ortasında paralel bir demir daha var…”
Daha çocukken yaşadığımız bu gibi travmaların etkisi büyük. Hayatımızın ilerleyen kısımlarında ailelerimizi sorguladığımız, gördüğümüz ama aslında görmediğimizi sandığımız anları ve boşlukları onlardan doldurmalarını isteriz. Ani Benli giriş katını demir kapısından hatırlıyor. Annesi ise sonrasında o gün giriş katında yaşamanın dezavantajını aklında tutmuş olacak ki bir taksinin feryadından hatırlıyor.
“Mamam anlatır; bir taksi cam hizasında durup,abla ne olur bayrak varsa ver yoksa arabamı parçalarlar demişti”
Arnavut kaldırımı taşlardan cephane
Gedikpaşa’nın 2000’lere kadar gelen arnavut kaldırımı taşlı yokuşları ilk 1955’te sökülmeye başlanmış. Tam da eylül ayında kaldırım taşlarını değiştirmek için işe başlayan belediyenin söktüğü taşlar da böylelikle talancıların cephanesi olmuş.
“Saat çok geç değildi, yokuşun yukarısından korkunç sesler gelmeye başladı. Cam arkasından korkuyla seyrediyoruz.Tam çapraz köşemizde bakkal Niko vardı. Sokaklarında Arnavut kaldırımlarını bozup parke taş yapacaklar yığma taş dolu yollar. O taşlardan bakkal Niko nasibini aldı. 2 ev sol tarafımızda Despina teyzeler oturdu. Kalabalık hat safhada, taşlar-kalın sopalar ellerde naralar atıyorlar. Tam o sırada, cumbalı evde oturan Despina teyze beline kadar sarkarak bayrağı da sallandırarak suretiyle avaz avaz ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ diye bozuk şivesiyle kendini ve evini öyle kurtardı.”
Ani Benli’nin anlattığı Madam Despina eşi Prodomos, oğlu dilsiz Niko ve kızları Eftaliça aslında varlıklı bir aile. Bu aile o dönemde Grundig firmasının temsilcileri. Hali vakti yerinde olan bu aile 6-7 Eylül pogromunun hemen ardından ülkeyi terk edip Atina’ya yerleşiyorlar. Mal ve mülklerinin ise ne olduğunu ne yazık ki bilemiyoruz.
Dükkânları sigorta bobini hırsızları kurtardı
Kalabalık Gedikpaşa’daki Arnavut kaldırımı taşlarını toplaya toplaya yokuştan aşağıya inerken Benli ailesinin evine gelirler:
“Babam camı açtı, eski camları bilir misiniz, yukarı doğru açılır ve bir mandala sabitlenir. ‘Ne istiyorsunuz?’ diye sordu, Rum evlerini göster, cevabını alınca, babam ‘biz Ermeniyiz, kapı demir açılmaz. Ben açayım mı?’ dedi. Aralarından biri ‘Evet abiyi tanıyorum, o Ermeni’ dedi ve kurtulduk.
Binanın en üst katına çıktık, 4 katlı nadir bulunan bir evdi. En üstü açık bir balkon Kumkapı’da ve daha ilerideki yangınları gördük. (Rum kiliseleriymiş) 22 yaşlarında bir kuzenim vardı. Sabaha karşı eve geldiğinde cebinden bir sürü sigorta bobini çıkardı. Aralarına katılmış, bildiği Rumların dükkânlarının ışıklı tabelalarının sigortalarını çıkarmış. Söndüre söndüre dolaşmış. ‘Bazı dükkânları kurtardım’ diye hıçkırarak ağlamıştı. Tabi ertesi sabah bakkalın buzdolabı dâhil her şey parke taşlarıyla doluydu”
Tabut’a tükürdüler
Son dönemlerde ölüye saygı konusunu çok konuşuyoruz. Mezarlıklara yapılan saldırılar. Çocuk çoluk demeden milliyeti sebebiyle ölmüş insanların kemiklerinin ailelerden gizlendiği, bir mezarın bile çok görüldüğü 2000’ler Türkiyesi aslında 1955’ten çok da uzak değil.
Bakınız yaşanmış bir örnek: Haygaz, 6 Eylül 1955’te vefat ediyor. Torunu Jaklin, anlatıyor. Oğlu ve nişanlısı cenazeyi almaya Cerrahpaşa Hastanesi’ne gidiyor.
Başka araba bulamadıklarından, cenaze arabasında şoförün yanında Üsküdara yola çıkıyorlar.
Yollar kapalı.
Taksim’den dönmek zorunda kalmış şoför. Talancılar arabaya, Haygaz’ın tabutuna tükürüyorlar yoldan geçerken.
Haygaz soykırımdan kurtulduktan sonra Türkiye’de yeni bir hayat kurma hikâyesinin her aşaması kendisine bu tabutta yapılan bu muameleye getiren Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yaşanan pogromlarla ve adaletsizlikle olan sessiz ortaklıkları aslında…
Jaklin’den dinleyelim:
“Zavallı dedem askerdeyken İslamiyeti kabul etmediği için feci şekilde dövülmüş ve bir gözünü kaybetmişti, Aksor’dan (Ermenice sürgün) kurtulmak için yayamı ve küçücük kızını alıp her şeyini Sungurlu’da bırakıp İstanbul’a gelmiş. Karı koca çalışıp didinip bir ev ve dükkân almışlar. Bu arada babam dâhil 4 çocuk büyütmüşler. Gelmiş mi varlık vergisi. Dükkân da gitmiş evdeki eşyalar da. Ve en sonunda da mahlukatların pis tükürüğüne maruz kalmış. Eğer hissetiyse o güne kadar yaptığı beddualara bir yenisini daha eklemiştir. Yayamın evi Semerciyan’a (Şimdi Kalfayan ile birleşti) giden yolun üzerindeydi. Rum okulu, dernekler, kiliseler hepsi orda. Çapulcular girmişler sokağa. Amaçları yakıp yıkmak her yeri. Nefretle, acıyla anlatırlardı o günü. Ateşe verdikleri derneğe itfaiyenin müdahelesini engellemek için su hortumlarını kesmişler. Bazı evlere saldırmışlar. Genç kızlardan bazıları ne yazık ki üzücü şeyler yaşamış ama daha büyük bir felaketin önünü mahallenin sakası kesmiş. Çapulcuların karşısına geçip: ‘Burası Müslüman mahallesi, gidin burdan!’ demiş.
Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi bu ve bunun gibi adaletsizliklerle dolu. Bu takvimlere her gün yenileri eklenmeye devam ediyor. Sessiz ortaklar, siyasi konjoktür döndükçe bir oraya bir buraya yalpalıyorlar. Ama değişmeyen hep bu toprakların otokton halklarının kaderi ve onlara uygulanan nefret suçlarına karşı tutulan sessizlik orucu…
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***