Shèngnǚ (剩女) 2007 yılında sözlüğe girmiş bir kelime. Ön ek Shèng (剩) “artık” anlamına geliyor, yemek artığı gibi. Nǚ (女) ise kadın demek. Çin Eğitim Bakanlığı tarafından sözlüğe alınan bu kelimenin karşılığı “27 yaşını geçmiş evlenmemiş kadın”.
Çin’de 25-34 yaş aralığında 7 milyondan fazla şehirli “evde kalmış” kız var. [1]
Oysa ülkedeki erkek-kadın sayısı arasında büyük bir dengesizlik söz konusu. Erkekler kadınlardan yaklaşık 35 milyon fazla. [2]
Bu kadar erkek fazlası olmasına rağmen bunca kadın nasıl “evde kalıyor”?
Bu Çin bilmecesinin Konfüçyüs ile başlayan Mao ile gelişen ve tabii ki Deng Xiaoping’in dahliyle şekillenen bir hikâyesi var.
Çin’de Komünist rejimin kurulmasından sadece bir yıl sonra 1950’de ilk evlilik kanunu çıkarıldı. 1954’de kabul edilen ilk anayasada da kadınların siyasi, ekonomik, kültürel ve toplumsal alanlarda erkeklerle eşit haklara sahip olduğu maddesi yer aldı.
Bizzat Mao’nun öncülük ettiği evlilik kanunu bir anlamda toprak reformunun tamamlayıcı parçasıydı. Özellikle kırsal kesimde alınıp satılan bir meta durumunda olan kadınların rızası dışında evlilikler yasaklanıyor, her evliliğin kayıt altına alınması zorunlu hale getiriliyordu.
1950’de çıkan evlilik kanununu çizimlerle anlatan kitapçığın kapağı.
Kadınlarla ilgili düzenlemelerin en önemli nedeni üretim seferberliğiydi. Mao’nun amacı erkek egemen geleneksel aile yapısını zayıflatarak otoritenin aileden devlete geçmesini sağlamaktı. Nitekim düzenlemeler sonucunda kadınların işgücüne hızlı bir şekilde katılımı sağlandı.
Bu tarihten daha 40-50 yıl öncesine kadar ayakları bağlanan [3] kadınlar hızla üretime katılmaya başladılar. Öyle ki 1970’lerin sonuna doğru çalışma yaşındaki kadınların yüzde 90’ı istihdam ediliyordu.
Mao, iç savaş ve üretim seferberliğinde erkeklerle omuz omuza mücadele eden kadınların hakkını “gökyüzünün yarısını kadınlar tutuyor (妇女能顶半边天)” diye teslim etmişti.
Ancak hatırlanacağı üzere bu dönemde kadınlar erkeklerle birlikte aynı tek tip elbise giyen cinsiyetsiz yoldaşlardı. Püritanizmin doruğa ulaştığı Mao döneminde cinsellik neredeyse tabu haline getirildi. Yani kadınlara verilen hakların yeni komünist düzenin amaçlarının gerektirdiği çerçevede ve gerektirdiği kadarıyla verildiğini söylemek yanlış olmaz. Örneğin ilk evlilik kanununda boşanma hakkı olmasına rağmen bu izne tâbiydi. İlgili mercilerden bu izni almak pratik olarak imkânsız gibiydi.
1950’lerde kadınların işgücüne ve sosyal hayata hızlı bir şekilde katımıyla başlayan bu süreç cinsiyetler arasında eşitsizliğin büyük ölçüde giderildiği bir toplumsal yapıya ulaşılmasını sağlayamadı.
Örneğin Dünya Ekonomik Forumu’nun Küresel Cinsiyet Uçurumu Endeksi’nde Çin’in 2008’de 57. sırada olan yeri 2021’de 107. sıraya geriledi. (Meraklısı için not: Türkiye 133. Sırada). [4]
2022 yılında yapılan bir araştırmaya göre erkelerin ortalama maaşı kadınlarınkinden yüzde 12.5 daha yüksek (erkeklerin 9,776 kadınların 8,545 RMB). Ayrıca kadınların yüzde 73’ü kendileri erkek meslektaşlarından daha donanımlı oldukları halde terfilerde erkeklere öncelik verildiği kanaatinde. [5]
Kadınların payına sanki gökyüzünün kasvetli yarısı düşüyor gibi…
Deng Xiaoping yönetimi döneminde geçmişte yaşanan açlıklar nedeniyle 1980’den itibaren çok sıkı bir şekilde tek çocuk politikası (孩政策) uygulanmaya başlanmıştı. 2015’e kadar süren bu program ile 25 yılda kısırlaştırma ve kürtaj yöntemleriyle 400 milyondan fazla bebeğin doğumu engellendi.
Tek çocuk politikası propaganda posterlerinden örnekler.
Erkek ve kadın nüfusundaki bugünkü büyük dengesizliğin sebebi de aslında bu tek çocuk politikası. Kültürel olarak erkek çocukların daha değerli görülmesi nedeniyle, pek çok aile kız doğumlarını engelleme yoluna gitti.
Bu durumun bir diğer sonucu da kız çocuk sahibi olan (ya da olmak zorunda kalan) ailelerin kız çocuklarını iyi yetiştirmeye özen göstermeleri oldu. Çin’de sosyal güvenlik sistemi yeterli olmadığından yaşlılara çocuklarının bakması beklenir. Hatta bu yasayla getirilmiş bir zorunluluktur. Dolayısıyla ana babalar için çocuklarının evliliği soylarını devam ettirmenin yansıra kendi yaşlılıkları için de bir güvence anlamı taşımaktadır.
Bu özenin sonucu olarak kız çocukların eğitim düzeyi erkeklere göre daha yüksek. 2021 istatistiklerine göre üniversite mezunu ve üzeri yüksek öğrenime sahip 20-34 yaş aralığındakilerin yüzde 52.7’sini kadınlar oluşturuyor.
Çin’de neredeyse 2500 yıldır hâkim olan ve toplumsal yapıyı şekillendiren Konfüçyüs öğretisi son yüzyılda yaşanan büyük toplumsal değişimlere rağmen kültürel değerler ve gelenekler üzerinde etkisini sürdürmekte. Bir başka ifadeyle Çin kültürünü, zihniyet yapısını onsuz anlamak mümkün değildir.
Çin kültürüne derinlemesine nüfuz etmiş olan Konfüçyüs öğretisinde toplumsal uyum esastır. Bu uyumun sağlanabilmesi her bireyin doğal düzendeki yerini bilmesi ve kendi rolünün gereklerini yerine getirmesiyle mümkün olur. Yani uyum ancak toplumsal hiyerarşi ile sağlanır. Konfüçyüs beş temel ilişki sayar: Amir-memur ilişkisi, baba-oğul ilişkisi, karı-koca ilişkisi, kardeş-ağabey ilişkisi ve arkadaşlar arasındaki ilişki. Bunlar karşılıklı saygı, yükümlülük ve sadakate dayalı hiyerarşik ilişkilerdir. Ailenin reisi tartışmasız bir şekilde babadır.
Kadına ve erkeğe toplumda farklı roller verilmiştir. Kadın evden, erkek ise dış dünyadan sorumludur. Eski bir Çin sözüyle ifade etmek gerekirse “erkek kamusal alana kadın ise eve aittir”.
Genel kabul kadınların evde kalıp çocuk bakımı ve ev işleriyle ilgilenmesinin öncelikli olduğu yolundadır. Başka bir ifadeyle kadınlardan bir süs vazosu (花瓶 – Huāpíng) olması beklenmektedir (Kelime anlamı çiçek vazosu, metaforik olarak “güzel yüzlü”, “işe yaramaz” demek).
Yine geleneklere göre erkek evleneceği kadına maddi bir karşılık ödemek durumundadır. Bu, kızın güzelliğine ve ailesinin konumuna göre değişir. Genelde beklenen erkeğin müstakbel eşine bir ev almasıdır. Bunun olmadığı durumlarda bizdeki başlık parasına benzer nakdi bir ödeme söz konusudur.
Toplumca benimsenen cinsiyet rollerinin bir tezahürü olarak hele bir de maddi bir bedel ödediklerinden erkekler genelde kendilerine itaat edecek kadınlarla evlenmeyi tercih etmektedirler. Bir başka ifadeyle kendisinden daha az eğitimli, daha az para kazanan (ya da kazanmayan) genç kadınlarla.
Z Kuşağı tüketim ve hayat tarzı anlamında kendi memnuniyetlerine öncelik veriyor.
2012 yılında yapılan bir araştırmaya göre üniversite mezunu erkeklerin yüzde 55’i evlenmek için kendilerinden daha az eğitimli kadınları tercih etmekte. [6] 35 yaşında bir yatırım bankacısı bu durumu şöyle ifade ediyor: “Karımın sade yoğurt gibi olmasını tercih ederim. Sade olmalı ki ona istediğim tadı ve rengi verebileyim. Mesela benim nişanlım tam da böyle. Kendi fikirleri yok, talepkâr değil. İdare etmesi kolay biri.”
Hâl böyle olunca da eğitimlerini sürdüren ve iyi para kazanan kadınlar iyi eş adayı kategorisinin dışında kalıyor. Örneğin master ve doktora derecesi olan kadınlar “üçüncü cins” olarak nitelendiriliyor.
Zaten Tüm Çin Kadınlar Federasyonu 2011 yılında onları uyarmıştı: “Eğitimlerine devam eden kadınların trajedisi yaşlandıkça değerlerinin azaldığının farkında olmamalarıdır. Master ya da doktora derecelerini aldıklarında çoktan içi geçmiş armutlara dönüşüyorlar.”[7]
2010 yılında yapılan Ulusal Evlilik Araştırması’na göre erkeklerin yüzde 90’ı kadınların 27 yaşından önce evlenmelerinin şart olduğuna inanıyor.
Tabii bu durum “toplum mühendisliği” projelerinin ortaya atılmasına yol açmıyor da değil. Örneğin geçenlerde Jiangxi eyaletindeki Yihuang ilçesindeki yetkililer 26 yaşının üzerindeki “evde kalmış” kızların işsiz erkelerle evlenmelerine yönelik bir proje açıkladılar. [8]
Ancak iyi yetişmiş ve donanımlı, ekonomik özgürlüğe de sahip olan kadınlar geleneksel anlamdaki evliliğe pek sıcak bakmıyorlar.
Bu eğilim Z kuşağında (1995-2010) daha belirgin. Komünist Gençlik Birliği’nin geçen ekim ayında 18-26 yaş aralığında şehirli ve bekar 2905 genç arasında yaptığı bir araştırmaya göre evlenme niyetinde olmadığını veya bunun olmasına pek de ihtimal vermediğini söyleyen kızların oranı yüzde 43.9. Aynı doğrultuda cevap veren erkeklerin oranı ise 19.3. [9]
Kadın-erkek sayıları arasında dengesizliğin en fazla bu kuşakta olduğunu vurgulamakta yarar var.
Çoğu ailenin tek çocuğu olarak yetişen bu kuşağın kadınları daha rahat bir hayatı tercih ediyorlar. Tüketim ve hayat tarzı anlamında kendi memnuniyetlerine öncelik veriyorlar. Dolayısıyla evlilik ve çocuk sahibi olmak öncelikleri arasında pek yer almıyor.
Kısacası evde kalmış erkekleri pek parlak bir gelecek beklemiyor gibi…
___________
[1] How China’s ‘leftover women’ are using their financial power to fight the stigma of being single, The Conversation, 12 Kasım 2021
[2] Çin Ulusal İstatistik Bürosu’nun (国家统计局) açıkladığı son verilere göre 2020 sonu itibarıyla erkek sayısı 723,57 milyon (yüzde 51.24) kadın sayısı ise 688.55 milyon (yüzde 48.76). http://www.stats.gov.cn/tjsj/ndsj/2021/indexeh.htm
[3] 10.yy’da önce saray ve çevresindeki soylu sınıfında başlayan bu gelenek daha sonra halk arasında yaygınlaştı. Neredeyse bebeklikten itibaren bağlanarak deforme olan ayaklar nilüfer görünümü alıyor, kadınların ancak küçük adımlarla yürüyebilmesi dışında bütün hareketlerini kısıtlıyordu. Küçük ayaklı kadınlar erkekler tarafından en fazla tercih edilenlerdi. Küçük adımlarla yürüyüşün feminen bulunmasının yanı sıra ayakların cinsel obje olarak işlev görmesi de söz konusudur. Buna dair özellikle Qing Handanı döneminde geniş bir müktesebat vardır.
[4] Global Gender Gap Report 2021, World Economic Forum Forum, Mart
[5] 2022中国女性职场现状调查报告 (智联招聘), Çin’de Kadınların İşyeri Statü Raporu 2022 (Zhaopin Online İnsan Kaynakları)
[6] Yue Qian, Marriage Squeeze for Highly Educated Women? Gender Differences in Assortative Marriage in Urban China, The Ohio State University 2012
[7] China’s ‘leftover women’, unmarried at 27, BBC News, 21 Şubat 2013
[8] China Population: County sparks uproar by telling ‘leftover’ women to marry unemployed men, South China Morning Post, 28 Ocak 2022
[9] Are young Chinese falling out of love with marriage?, South China Morning Post, 17 Ekim 2021
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***