“Savaş kimin haklı olduğuna değil, kimin güçsüz olduğuna karar verir.”
Bertrand Russell
Sanırım bu haftaki yazım en zor yazılarımdan biri olacak. Normal olarak sosyal medyada Azerbaycan ve Ermenistan üzerine barış dili ile yazmama rağmen tahmin edeceğiniz kesimlerden Ermeni olma halim üzerinden linçler ve tehditler yaşıyorum. Yazılanların bir kısmı bile demokrat bir kişinin kaldıramayacağı boyutta.
Düşünüyorum da Türkiye’de yaşayan Ermenilerin bu konuda kelam edecek hali pek yok aslında. Aydın ve kalemi sağlam bazı arkadaşlar Avrupa’da Türkçe yazarak bir alan yaratıyor fakat AGOS Gazetesi dışında Türkiye’de yaşayan Ermenilerin halini ve biraz olsun bu savaşın gerçekliğini aktaracak pek kimsemiz de kalmadı. Kalan arkadaşların da konuşmasının önü kesiliyor. Ben de sessiz kalmayı kabullenemedim, kabullenemeyeceğim.
Hayat devam ediyor. Geçenlerde bir etkinlikte Azerbaycanlı genç bir öğrenciyle tanıştım. (Adını bilerek yazmıyorum, benimle tanışıp konuşması eminim mahallesinde sorun yaratır.) Bir süredir ailesiyle Türkiye’de yaşıyormuş. Ortamda benim Ermeni, onun Azerbaycanlı olduğu bilindiği için şakalar havada uçuştu. Hatta bizim birlikte fotoğrafımızı çektiler. Özellikle rica ettim bu arkadaşla fotomuzu yayınlamayın diye. Çünkü, genç arkadaş kendi ailesinde sorunlar yaşayabilir. Ben alışığım nasılsa sözlü tehditlere ve linçlere fakat genç arkadaşa yazık olur.
Azerbaycanlı arkadaşla baş başa sohbet etme fırsatımız da oldu. Aslında farkındaydım, ben nasıl kendisini tanımak istiyorsam, o da Türkiyeli bir Ermeni tanımak istiyordu. Ezbere bildiğimiz ırkçılıkları konuştuk. Tabii genç arkadaş politik değildi. Fakat sormaya, öğrenmeye ve anlamaya en az benim kadar istekliydi. Yüzeysel sohbetimizde Azeri denmesine neden tepki verildiğini sordum. Azeri kelimesini kullandığım her paylaşımımdan sonra Azerbaycanlı şahısların tepkileriyle karşılaşmıştım. Nedenini merak ediyordum ve öğrendim. (Buradan bu konuyu detaylı anlatmak bana düşmez, merak eden varsa benim gibi Azerbaycanlı bir arkadaş edinebilir.) Bundan sonra Azeri kelimesini kullanmayacağım. Azerbaycan olarak yazmaya devam.
Ülkedeki ‘Tek Millet, İki Devlet’ sözünün aslında bu ülkede yaşayan Azerbaycanlılar için çok da doğru olmadığını anlattı. Babasının işleri için Azerbaycan’a gittiğini, orada yine farklı pasaportlu bir birey olduğundan yakındı. Geçmişte Azerbaycan ve Gürcistan’da yaşarken tanıdığı Ermenileri olumlu ve olumsuz yanlarıyla içten bir duyguyla anlattı.
Konu Karabağ’a gelince ikimiz ortak bir kararda buluştuk: Karabağ, Karabağlılarındır.
Yakın dönemde Azerbaycan kuvvetleri Rusya’nın da desturunu alarak ya da mevcut savaş halinden yararlanarak bu sefer Ermenistan topraklarına saldırdı. Netlikle söylemek gerek; bir kısım Ermenistan toprakları da işgal edilmiş durumda. Bu sefer savaş Karabağ’da değildi. Bu saldırının esas amacı İran ile olan sınır bölgesinin kapanması ve bazı koridorlar açmaktı. Turan koridoru niyeti diye dillendirilen bu durum gayet ortada. Muhtemelen, özellikle İran’ın tepkileri ve ortaya çıkan ölümlerin fotoğraflarının uluslararası gündem olması nedeniyle savaşa şimdilik ara verildi. Barış sağlandı diyemeyeceğim. Daha geçen aylarda bu savaş konusunda barış anlaşmaları konuşuluyordu. Azerbaycan tarafı bunu ihlal etti. Bu bölgede Ermenistan’ın yalnızlaştırılma çabası devam etmekte. Kimlerin, nasıl bir destek verdiği de üzgünüm ortada.
Öldürülen Ermeni kadın askerlere uygulanan ve savaş suçları kapsamındaki durumların, insan olan herkesin vicdanını ve kalbini sızlatması gerekirdi. Ne oldu da bu kadar yıl kirvelik halinde yaşayan iki halk bu kadar düşmanlaştı?
Bu savaşın Türkiye’deki yansımasının nasıl olduğunu irdeleyelim isterim. İlk servis edilen haber aslında Ermenistan’ın Azerbaycan’a saldırdığı yönündeydi. Sözde demokrat arkadaşlar bile boyalı medya ağzıyla durumu yorumladılar. “Ermenistan, Karabağ savaşından daha yeni mağlubiyetle çıktı ve iç politikası da kötü durumda, nasıl saldırmaya cesaret eder?” sorgulamasını yapmadan bu algıya ortak olundu. Bu duruma karşı ses veren benim gibi birkaç kişi de sosyal medyada dayak yedi.
Siyaseten milliyetçilikle beslenen tüm yapılar Azerbaycan’a desteklerini açıkladılar. Bu açıklamaların en ağırı aslında Kılıçdaroğlu’ndan geldi.
“Azerbaycan’dan gelen şehit haberleri yüreğimizi dağladı… Dost ve kardeş ülke Azerbaycan’ın acısını paylaşıyor; Azerbaycan halkına başsağlığı ve sabır diliyorum. Acınız, acımızdır.”
Umut vaat ederek ortaya çıkan doğal cumhurbaşkanı adayının sözleri çok manidardı. ‘Helalleşmek’ çağrısının ne kadar boş ve havada olduğunu gördük.
Millet İttifakı’nın ikinci ayağı olan ve reislik siyasetinin yeni flaş ismi Meral Akşener’in mesajı da hiç şaşırtmadı.
“Ermenistan’ın can Azerbaycan’ımıza yönelik saldırılarında yitirdiğimiz kardeşlerimize Yüce Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum. Şehitlerimizin ruhu şad, mekânları cennet olsun. Başımız sağ olsun.”
Bu mesajda Ermeni’yi görmeyen ve umursamayan bir dil kullanıldığını görüyoruz. ‘Ermeni dölü’ sözünü geçmişte kullanan Akşener’in yukarıdaki paylaşımı kendisinden zaten beklenen bir tepki. Sürpriz bir açıklama değildi elbette.
Fakat 6’lı Masaya umutla bakmak Ermeni bir Türk vatandaşı için zorlayıcı olacaktır. Çünkü kullandıkları dil ve yaklaşımları iktidardan hiç farklı değil.
İktidar yapılarının tutumunu paylaşmaya açıkçası gerek olmadığını düşünüyorum.
İşin özünde konu Ermeni olunca ne acıdır ki Cumhur ve Millet İttifakı’nın birbirinden farkı yok. Diğer yandan Türkiye’de yaşayan Ermenilere umursamadan hoyratça davranılabiliyor. Bunun sonucunda doğal olarak Ermeniler eşit yurttaş hissiyatından uzaklaşıyor.
Türkiye, 1915’deki acıların azalması adına savaşan her iki halkın temsilcilerini öne çıkarmalı ve savaşı durdurmak için barış niyetini göstermeliydi. Fakat görünen o ki iktidarlar değişse de o bölgede yaşayan Ermeniler için hayat zor olacak.
Diğer yandan bu savaş sonrası Amerikan Heyeti’nin Ermenistan ziyareti beni çok kaygılandırdı. Nikol Paşinyan iktidara geldiği günden bu yana Avrupa ve ABD ile ilişkileri sıcak tutma çabasındaydı. Bu bir yandan da Ukrayna örneği gibi Rusya’nın kabullenmeyeceği siyasi bir tutumdu. Neticesini de ne yazık ki Ermenistan yaşıyor. Ayrıca ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin yaptığı ziyaretin denize düşen birinin yılana tutunmasından farkı olmadığını net bir şekilde ifade etmek gerekiyor. Bu ziyaret yarardan daha çok zarar verecek gibi…
Tüm bu gelişmeler gelecekte Ermenistan için savaşların devam edeceğini ve barışın zor sağlanacağını gösteriyor. Diğer yandan da benim gibi, bizler gibi Türkiyeli Ermeniler için duygusal açıdan zorlayıcı olacak.
Umuyorum ve arzuluyorum ki savaş karşıtları sahneye çıkar. Türkiye de kendine gelir ve bugün kazandığı politik adımların gelecek için kazanım olmayacağını fark eder. Aksi takdirde ülke vatandaşları demokratikleşmeden uzaklaştıkça huzurumuz kalmayacak.
Tekrar inatla söylemeye devam ediyorum. Savaşı çıkaran siyasiler gidip cephede savaşsınlar. Emirlerindeki gençleri cepheye sürerek kazanılan yalancı zaferler kimseye hayır getirmez.
Savaşta ölen tüm canları hüzünle anıyorum.
Yazımın sonunda on yıl sonra çıkarılmış, Türkiye’de az bırakılmış halkların vakıflar seçim yasasının hukuksuzluğunu dillendirmek istiyorum. Yıllar sonra gelen yeni seçim yasası tüm Azınlık Vakıfları için kâbusa dönüşmüş halde. Bırakın da bizler nasıl bir seçim murat ediyorsak öyle yapalım.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***