Fotoğraf: Dimitrios Kalumenos
“İnsan diğer varlıkların acımasız yok edicisi olduğu sürece sağlık ya da barış nedir bilmeyecektir. İnsanlar hayvanları katlettiği sürece birbirlerini öldürecekler. Cinayet ve acı tohumları eken sevinç ve sevgi biçemez.”
Pisagor
Bu haftaki yazımda geçmişte az bırakılanların yaşadığı 6-7 Eylül Pogromu’nu, yani büyük trajediyi yazarken biraz da bugüne yansımasını aktarmak istiyorum.
Pogrom kavramını hep duyarız ama çoğumuzun tam karşılığını bilmediğimizi varsayarak ne anlama geldiğinden başlayalım. “Pogrom; dinsel, etnik veya siyasi nedenlerle bir gruba karşı yapılan şiddet hareketleridir. Bu şiddet hareketleri genellikle evleri, iş yerlerini veya ibadet yerlerini tahrip etmek, insanları dövmek, yaralamak, tecavüz etmek veya öldürmekten oluşur.”
Bazen geçmişte yaşananlar çok eski mazi olduğu ve bir daha olmaz diye düşünüldüğü için hakkında konuşulmasına ya da yazılmasına artık gerek yok denilebilir. Fakat bilinmelidir ki geçmişte yaşanan bu zalimliklerle gerektiği kadar yüzleşilmediği sürece tekrarı her daim olabilir. Bugün çokça konuşulan fakat bir arpa boyu ilerlemeyen helalleşmenin aslında ilk adımı yüzleşmeyle atılır. Yüzleşme ve tarihsel açıdan da bu işleri organize edenlerin cezalandırılması ile gelecek bir nebze aydınlatılabilir. Murat edilenlerin sadece sözde kalması, gelecekte yaşanabilecek acıların artmasına da vesile olabilir.
6-7 Eylül Pogromu/Olayları da Emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun dediği gibi Özel Harbin organize ettiği “müthiş bir çalışma” olarak halen arşivlerde ve hafızada yerini koruyor. Bu sayede İstanbul’da bahaneler zincirleriyle sermaye ve popülasyon Türkleştirildi. Bunu başarı görmenin bedelini ise faşistliğin daha da artmasıyla ödemeye devam ediyoruz.
1453 yılında İstanbul alındıktan sonra Rum ve Azınlık kültürü 1955’e kadar Konstantin’in yurdunda varlığını yine de sürdürdü. 2. Mehmet, 1453’ten sonra İstanbul’u değiştirmek adına özellikle Ermenileri İstanbul’a yerleştirdi. Roma mimarisinin yerine veya ek olarak Ermeni kalfaların inşaatları şehirde yerini almaya başladı. Artık İstanbul’un ruhu farklılaşıyordu.
Cumhuriyet’in belli dönemine kadar İstanbul’a girişler vize ile mümkündü. Aslında bu sayede zengin kültür bir yanıyla korundu. Dönemin yöneticileri de payitahtlarındaki ihtişamı yüksekte tuttu.
Anadolu’da 1915 Soykırımı ve çeşitli kırımlar yaşandıktan sonra İstanbul’un da Türkleştirilmesi gerekiyordu ve bu gereklilik planlı bir şekilde yerine getirildi. Yine 6-7 Eylül döneminin en büyük aktörlerinden Sabri Yirmibeşoğlu’nun sözlerini hatırlamak gerekir. Bu işin organizasyonu için Yunanistan’da cami bile yakıldı. Sendikalar üzerinden insanlar toplatıldı ve belirlenen Rum evlerine ve bununla yetinilmeden Ermenilerin ve Yahudilerin de evleri, iş yerleri aynı tornadan çıkmış gibi sopalarla tahrip edildi. Mülkler yağmalandı. Tecavüzler ve ölümler planlı bir şekilde organize edildi. 11 kişinin yaşamını yitirdiği ve 200 kadının tecavüze uğradığı resmi kayıtlara geçti. Fakat bu sayıların resmi kaynakların verilerinin çok daha üstünde olduğu tahmin etmek güç değil.
Bu acının planlanmasında İSTANBUL EXPRES gazetesinin de çok büyük etkisi oldu. Genel tirajına yetecek kâğıt stoğunun kat ve kat fazlasını stoklayan bu gazete, akşam çıkan “Atamızın evi bombalandı” manşetiyle haberin toplumun geneline yayılmasını sağladı. Planlamanın kanıtı olarak özellikle iş yerlerinde Rum, Ermeni ve Yahudi yan komşusu olan bazı Türklerin az bırakılan halklardan ve inançlardan olan dostlarına, “Bugün buralar karışabilir, sen evine git” demesini gösterebiliriz. Diğer yandan az bırakılmış dostlarının kapısında Türk bayrağını eline alıp koruyanlar az da olsa vardır.
İnsani acıların yanı sıra maddi açıdan bakarsak; 1004 tane tahrip edilmiş ev, 4228 dükkân, 122 lokanta, 27 eczane, 2 sinema, 11 dispanser, 21 fabrika, 9 matbaa, 18 fırın, 73 kilise, 5 manastır, 8 ayazma, 52 okul ve 5 okul derneği tahrip edilmiştir.Kayıpların o dönem araştırılmasıyla maddi zararın 1 milyar dolara ulaştığı belirlenmiştir.Bu büyük maddi ve insani kayıplardan sonra artık İstanbul her yönüyle Türkleştirilmişti.Bu olaylarla tekçi anlayış Anadolu’dan sonra İstanbul’a da hakim olmuştu.
Dönemin İstanbul nüfusu 1 milyondu. İstanbul’da 210 bin azınlık diye tabir edilen bir toplum yaşamaktaydı. Yani toplam nüfusa oranla azınlık toplumunun yüzdesi o zamanlar oldukça yüksekti. Bu oranın düşürülmesi için planlar yapan dönemin derin devletinin “müthiş planı” başarılı oldu. Günümüzde Ermeni nüfusu 40-50 bin, ana yurdunda Rum nüfusu 2 bin ve Yahudi nüfusu ise 12 bin civarında. Yani az bırakılan bizlerin sayısı toplasanız 100 bini dahi bulmamakta.
6-7 Eylül’de yaşanan acıları dönemin Rum Patrikhane fotoğrafçısı Dimitrios Kalumenos yaklaşık 1500- 2000 karede fotoğrafladı. Bu fotoğraflar ortaya çıktıktan sonra Kalumenos tutuklanıp işkence gördü. Cumhuriyet’in belli zamanlarında demokratik bir adım atmak istendiğinde bu kara gecenin anlaşılması adına açılan birçok sergide bu fotoğraflar kullanıldı. Fakat aynı zamanda halkların hafızasından silmek adına açılan sergilere müdahaleler oldu. Bugün dahi yaşanan kara güne dair yüksek perdeden bir özür olmadı.
Muhtemelen bu yazıya ilgi duyup okuyan arkadaşlarım konuyla ilgili daha kapsamlı yazılar okuyacaktır. Serdar Korucu dostumun Belge ve Pencere yayınlarından çıkan ve bu konu üzerine yaptığı çalışmaları önerebilirim.
Peki ya bugün neler oluyor? Az bırakılan bizlere gösterilen tavır, yakın tarihte Ergenekon soruşturmaları kapsamında ortaya çıkan Kafes operasyonu belgelerinde görüldü. Gerektiğinde zaten kodlarla kayıtlı olan toplumlar olarak muhtemel hedef olmayı sürdürüyoruz. 6-7 Eylül olaylarının tekrarlanması gayet de olasılıklar dahilinde. Tarihi doğru bir şekilde analiz ettiğimizde bizler dışında Aleviler ve Kürtlerin de hedef olduklarını görüyoruz. Çorum, Maraş, Konya ve Sivas’ta yaşananlar hangimizin hafızasından silindi ki?
6-7 Eylül olaylarında olduğu gibi işaretlemelerin Alevi canların kapılarına da yapıldığını hepimiz gördük. 6-7 Eylül Pogromu ile yüzleşilmezse korku kolektif bilinçte hep var olacak. Bu derin güçlerin hep insanlık dışı planlamalarında saklı kalacak.
Evet arkamıza yaslanalım ve bu çok naif helalleşme söylemine dair ne yapıldığını bir düşünelim. Tarihle yüzleşmek, biz az bırakılanlardan öte gelecekte hedef olabilecek çok olanlar için çok daha önemli. Geleceğimiz için tarihle yüzleşelim.
Yazımın sonunda insanları evlerinden, yurtlarından rant uğruna çıkartmak için Beykoz, Tokatköy’de yaşananları hatırlatmak istiyorum. Tokatköy Mahallesi’nde “Tokatköy Kentsel Dönüşüm Projesi” Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile Beykoz Belediyesi tarafından başlatıldı. Bu projeyle burada yaşayan insanların hakları gasp ediliyor. Yaşanan bu zalimliğe karşı direnen insanların yanındayım.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***