YORUM | EKREM DUMANLI
Geçen sene önemli bir kitap yayınlandı. Büyük ilgi gördü dünyada. Her an milyonlarca kitap satan Amazon’un satış sıralamasına göre kitap hâlâ en çok satanlar arasında. Geoffrey Cain tarafından kaleme alınan eserin ismi şu: Mükemmel Polis Devleti.
Çin rejiminin Uygur Türklerine uyguladığı teknolojik takip sistemini masaya yatıran yazar, sadece o rejiminin ayrımcı ve baskıcı politikalarını anlatmıyor. Aynı zamanda herhangi bir devletin teknolojiyi kullanarak toplumu nasıl esir alabileceğini gözler önüne seriyor. George Orwell’in o meşhur distopik eserindeki iddiaların nasıl ete kemiğe bürünebileceğini somut bir örnek üzerinden okuduğunuzda dehşete kapılıyorsunuz.
Araştırmacı gazeteci Cain, aynı zamanda bir teknoloji yazarı. Dünyaca muteber dergi ve gazetelere makaleler yazıyor. Üstelik İstanbul’da yaşıyor. Haydi oldu olacak şu bilgiyi de ekleyelim: The Perfect Police State adlı kitabın büyük kısmını Türkiye’de gerçekleştirdiği görüşmeler sonucunda kaleme alıyor. 168 Uygur göçmeni, devlet görevlisi, teknoloji çalışanı, araştırmacı, eski Çin ajanı ile bire bir yaptığı görüşmelerde tuttuğu notları ince bir editör süzgecinden geçirdikten sonra kitaba dönüştürüyor. Bir devletin kocaman bir kitleyi nasıl, “Terörist” ilan ettiğini ve bunu yaparken de teknolojiyi nasıl acımasızca kullandığını okuyorsunuz. Mülakat yaptığı kişilerin gerçek ismini kullanmıyor yazar. Olayı yaşayan kişileri ve ailelerini koruma altına alıyor böylece. Nakledilenleri okumaya yürek dayanmıyor kimi zaman yüz tanıma programları, dijital takip sistemleri, ihbarcılık üzerine kurulu sorgu düzenleri… Polis devleti…
Bu kitabı Türkçe yayınlamak mümkün mü? Yayınlamak isteyen yayınevinin başına bir şey gelir mi, yayınlansa bile tanıtımı yapılabilir mi, kitapta anlatılanlar televizyonlarda serbestçe tartışılabilir mi…
Sadece bir örnek vereyim, siz karar verin: Herhangi bir şekilde şüphe duyulmuş bir Uygur derdest ediliyor, kendisinden bir daha haber alınamıyor, evine Çin Komünist Partisi’nden biri gönderiliyor ve adam da o evde yaşıyor. Hatta bu “görevli” yatak odasında kalıyor da hiç kimse ona bir şey diyemiyor. Amansız takipler, akıl almaz işkenceler, tacizler, tecavüzler… Tam bir soykırım…
Geçen sene neşredilmiş kitabı yeniden hatırlamamın sebebi yaşlı bir Uygur Dede. 81 yaşındaki Mahmut Tohti Amin, belki bir umut olur diye geçenlerde Eyüp Sultan Camii’ne gidiyor. Kendini “Ümmetin lideri” olarak gören Erdoğan’a sesini duyurmak istiyor. Elinde “kampları kapatın” yazan bir pankart. Yakınları Çin’de işkence gören Uygur Dede, minik eyleminde umduğunu bulamıyor maalesef. Polis – hakkını arayan herkese yaptığı gibi – haşin bir müdahalede bulundu ve 81 yaşındaki adamın parmağını kırdı. Sosyal medyaya yansıyan görüntülerde yaşlı adamın alnından kanlar akıyordu.
Niçin?
Çin rejimini üzmemek Türk dış politikasının tek stratejisi. Tam da bu yüzden bütün dünyanın kınadığı toplama kampları konusunda Türkiye’den en ufak bir tepki yok. Erdoğan bu konu hiç konuşulmasın istiyor. O kadar ki Urumçi’deki Çin polisine ait veri tabanından milyonlarca belge sızdı da Türkiye’de doğru dürüst haber bile yapılamadı. İlk defa Intercept’in haber yaptığı belgeler yukarıda bahsedilen kitabı teyit ediyordu. Evlerin içine kadar yerleştirilen kameralardan yapay zeka hesaplamaları ile tutuklanan insanlara kadar herkesin nasıl dikizlendiğine, fişlendiğine dair resmi belgeler bütün dünya basınında büyük yankı uyandırdı da bir tek bizde ufak tefek dokunuşlarla savuşturuldu.
Para karşılığında bütün kutsallarından vazgeçen Erdoğan’ı anladık da Bahçeli ve onun arkasından yürüyen kalabalığın duyarsızlığına ne demeli? Bir zamanlar ülkücü camianın en temel meselesi dış Türklerdi ve onların en önemli parçası da Uygurlardı. Haydi öteden beri Maoculuk yapan ve her fırsatta daldan dala atlayan Perinçek’in zulüm taraftarlığını anlayışla karşılamaya çalışalım da milliyetçi söylemleriyle oy devşiren Bahçeli’ye ne diyelim? O değil miydi bir zamanlar ülkücüler Çinli zannedip Korelileri sokak ortasında dövünce “Ne olmuş yani, ikisi de çekik gözlü” diyen? Hâlbuki Çinli dövmek de Koreli dövmek de nefretle anılacak davranışlardı. Çin’deki manzara halkın değil rejimin kötülüğünü gösteriyordu. Her neyse. Fırtınalı yıllar Perinçek’le Bahçeli’yi aynı çizgiye nasıl getirdi acaba?
Unutmayın, bir gün Uygurların çilesi (tıpkı diğer mazlumlar gibi) şiirlere, hikayelere, romanlara konu olacak. Mesela çakma halifeyi beklerken polis dayağı yiyen 81’lik o adam için “Uygur Dede öldü mü / Issız acun kaldı mı” diye başlayan bir nazire yazılmasına ne dersiniz? Kuşaklar boyu Alper Tunga destanı okuyan bir nesilde çağrışımları olmaz mı bu nazirenin? En azından bizdeki polis devleti modelinin de ne kadar vahşi isler yaptığı ortaya çıkmaz mı…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***