Türkiye’nin siyasal gündemiyle ilgilenmek insanı ayağına pranga bağlanmış bir mahkûma döndürüyor…
21. yüzyıldaki insanlık yürüyüşünden uzaklaşmakla kalmıyorsun, sel suları gibi her yanı sarmak isteyen ahlakı ve aklı kalmamış siyasal bir iktidar propagandasının da tacizine uğruyorsun, boğulur gibi oluyorsun…
Buna karşı en akıllı yöntem hiç ilgilenmemek… Ama maalesef bu mümkün olmuyor…
Çünkü burası bizim ülkemiz.
xxxxxxx
Önceki gün de siyasal gündemden kaçamadım…
AKP oyları yüzde 30’un altına düşmüş…
Bana sorarsanız “yüzde otuz” sözü bile artık AKP’nin çok uzağında. O, “yüzde 20” ile ifade edilecek durumların partisi epey zamandır.
Buldukları sonuçları değerlendiren Yöneylem Araştırma Genel Koordinatörü Derya Kömürcü’nün açıklamalarını da okudum:
“Bugün AKP ya da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı desteklemekten vazgeçen seçmenlerin önemli bir kısmı, ekonomideki kriz nedeniyle ya da daha doğru bir ifadeyle ekonomik krizin kendi yaşamları üzerinde yarattığı tahribata gösterdikleri tepki nedeniyle oy tercihlerini değiştirmiş durumda…
Artık iktidarı desteklememelerinin nedeni, Erdoğan’ın ideolojisi, toplum tahayyülü, yönetim biçimi, tek adam rejimi, demokrasi açığı, adaletsizlik, hukuk devletindeki erozyon, eğitim ve sağlık sisteminin çökmesi, mafya-siyaset ilişkileri, yolsuzluk, adam kayırmacılık vb. değil…”
“AKP ve Erdoğan’a oy vermekten vazgeçen seçmenler içinde ikinci ve hiç de küçük olmayan bir küme, sadece ekonomik kriz ve bu krizin hayatlarına olumsuz yansımasına bakarak değiştirmiyor oy tercihini.
Bu seçmen kümesi, ekonomik durumun ötesinde bir hayal kırıklığı yaşıyor.”
MAK Danışmanlık Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Ali Kulat’ın da 24 Haziran’a göre AK Parti’nin yüzde 17 oy kaybettiğini vurguladığı açıklaması da kadrajıma girdi.
xxxxxxx
Demokratik hiçbir ülkede televizyon kanalları bir siyasinin her konuşmasını hazır ola geçerek vermez…
Bu, Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal garibanlığı yeterince ispatlıyor zaten…
Soluk soluğa kendi dünyama uygun bir kanal ararken AKP Genel Başkanı’nın Kocaeli’ndeki konuşmasının bir bölümüne yakalandım:
“Buradan 85 milyon vatandaşımızın her birine sesleniyorum: 2023 Haziran’ı gelip çattığında sandık başına giderken lütfen karşınıza çıkan adaylara şu gözle bakın.
Bu isimlerden hangisi dönemsel sorunları çözebilir; küresel ve bölgesel mücadelelerden başarılı çıkabilir, evlatlarımıza daha iyi bir Türkiye ve gelecek bırakabilir.
Vatandaşlarımızdan bu sorulara cevap verip tercihini en doğru şekilde yapmasını istiyorum.”
“Türkiye’nin siyasal gündemiyle ilgilenmek insanı ayağına pranga bağlanmış bir mahkûma döndürüyor” demem boşuna değil…
Çürümüş bir ülkenin çürümesini hızlandırma tasarrufunun “ülkenin ulaşabileceği” en mükemmel durum olduğunu iddia eden ve “benden daha muhteşemi yok” diyen bir propagandanın nesini konuşacaksınız…
Kaçarak yakalandığım o kanaldan uzaklaştım.
xxxxxxx
3Y’ye -Yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklara- artan bir ivme ile devam…
Demokrasiye, hukuka, ekonomiye geri dönecek halleri yok…
O zaman gelsin İletişim Başkanlığımız bünyesinde müstakil bir birim oluşturmak:
‘’Dezenformasyonla Mücadele Merkezi….’’
Tam zamanıdır.
xxxxxx
Dezenformasyon ne demek?
“Sosyal alanda bireyleri ve toplumları yönlendirmek amacıyla, yanlış bilgi ve haber vermek için kullanılan en önemli araçlardan biridir.”
“Yanlış bilgi üretme ve yayma yoluyla yapılabileceği gibi mevcut bir bilgiyi kötü maksatla kullanma ve çarpıtarak verme yöntemi de uygulanabilir.”
xxxxxxx
Geçen hafta yazmıştım; sadece Sedat Peker’in iddiaları karşısındaki tutumuna bakarak medyanın çoktan rahmetli olduğunu görürsünüz.
Dezenformasyon bilmemnesi açarak şimdi bir de ölünün üzerinde tepinme…
Türkiye Gazeteciler Sendikası Genel Başkanı Gökhan Durmuş da merkezin hangi amaçla kurulduğunun belli olmadığını belirterek, “Dezenformasyonla Mücadele Merkezini basın özgürlüğüne yönelik bir saldırı merkezi olarak değerlendiriyoruz” diyor zaten…
xxxxxxx
Dezenformasyon denince ilk akla gelen isim olan Dr. Paul Joseph Goebbels, 1933-1945 yılları arasında Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı yapmıştı…
Adolf Hitler’in en yakın arkadaşlarından biri ve en sadık yandaşıydı. ‘’Büyük Yalan’’ olarak bilinen tekniğini kullanmadaki ustalığıyla bilinirdi.
Hitler’den bir gün sonra intihar ederek 47 yaşında yaşamına son verdi.
xxxxxxx
Goebbels, bir parti ülke yönetimini ele aldığında parti ideolojisinin artık devletin de ideolojisi olduğuna inanmaktaydı.
Goebbels, ulus denilen şeyde, birinin evet dediğine diğerinin hayır demesini mahsurlu bulmaktaydı..
Kendisine sorulan “Küçük bir azınlık olarak 60 milyon kişi üzerinde nasıl diktatörlük kurabileceğinizi düşünürsünüz?” sorusuna, “Eğer koca bir ulus delicesine korkuyorsa ve devleti dönüştürecek güce sahip sadece bin kişi kaldıysa ulus dediğiniz aslında o bin kişiden ibarettir” yanıtını vermişti.
Tabii ki Hitler de benzer fikre sahipti…
Herhalde intihar etmeden önce ikisi şunu da öğrendi, eğer “koca bir ulus” korkmuyorsa o “bin kişinin” sonu çok kötü olur.
Hepimiz biliyoruz ki “koca bir ulus” sürekli korkmaz, korkmaktan sıkıldığı zamanlar gelir…
Ulus korkmadığı zaman da o “bin kişi” ne yaptığına çok dikkat etmeli.
xxxxxx
Yalanlarla, safsatalarla boğulan Türkiye geldiği noktadan ancak çok radikal bir demokratikleşme hamlesiyle kurtulabilir…
Sefalettin ve baskının derin ve karanlık çukurunda debelenen ülkenin de artık korkmadığını ve kurtulmak istediğini bütün kamuoyu yoklamaları bize gösteriyor.
Çakmanın çakması değil, bizzat takke giymiş Goebbels gelse nafile…
Geliyor gelmekte olan…
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***