Bir toplumu oluşturan bireyler arasında ahlaki ilkeleri koruması çok önemlidir. İnsanın içinde dışarı çıkmayı bekleyen bencilce duygular hayvansal içgüdülerin ahlaki terbiye sistemlerince törpülenerek ortadan kaldırılması, yerlerine sağlıklı değerlerin oturtulması eğitimin temel hedefidir. Vatandaşların hakkı olmayana el uzatmaması özendirilirse toplumda hak-hukuk kavramı gelişir, caydırıcı önlemlerle yanlışa eğilim azaltılır.
Bireylere bunun unutturulması onların iç disiplinlerini oto kontrol sistemlerini kaybetmesi anlamına gelir. Başta ailemiz olmak üzere hayatın her aşamasında, bize kazandırılan olumlu davranışlarla ilgili telkinlerin terk edilmesi halinde, fertler başkasınınkine göz diker ve fırsatını bulanlar arasında kötülüğe meyledenlerin sayısı artar.
Dinle bağları zayıflamış olmasına rağmen, sağlam değerler eğitiminin verildiği gelişmiş batı toplumlarında insan ilişkileri ve ahlak anlayışı, bu bağları koruduğu sanılan doğu toplumlarından çok daha iyi durumdadır. Özellikle İslam coğrafyasında dini kural ve kaideler sağlıklı bir toplum yapısının kurulmasını gerekli kılarken, vatandaşların saygı ve sevgi mahrumu haline gelmesinin sebebi, yöneticilerin toplumdaki değer yargılarını aşındırarak istediği hedefe kısa yoldan ulaşmaya yönelmesinde aranmalıdır.
-Kitleleri ürettikleri değerlerle bir araya getirme becerisine sahip olmayan,
-Değerlerin hâkim olduğu bir toplumda kolayca kötülük işleyemeyeceğini düşünen yöneticiler, bütün değerlere başkaldırınca en yakınındakilerden başlayarak toplumun geniş kesimlerinde yalan haksızlık alta doğru yayılır.
Kişilerin hukuk nizamını kaldırıp başkasına ait şeyleri gasp etmeye soyunması ancak kural tanımayan acımasız insani değerlerini kaybetmiş mafya örgütlerine özgü bir davranıştır. “Hırsızlık yolsuzluk değildir.” diyen din adamlarının olduğu bir toplumda, gücü ele geçirenlerin frenlemekte zorlandıkları içgüdülerinin kabarıp onları yutması ise an meselesidir. Böyle bir toplumda hırsızlık sıradan hale gelir, yetki verilenlerin istediklerini elde etmek için her kötülüğe işlemesinin yolu açılır, görevliler bulunduğu konumu kullanarak diğerini ezmeye çalışır.
Bunlara;
-“Acırsanız acınacak hale gelirsiniz” diyerek partililerde acıma duygusunu yok etmeye çalışan,
-Şikâyetleri susturmak için mağdurları toplum önünde “Ananı alda git” sözleriyle aşağılayan,
-Geniş kitlelere sırf muhalif oldukları için “sürtük” diyen, rakiplerine “Alevi” “Bay Kemal” şeklinde hakaret eden,
-Siyasi hedefine ulaşmak için yüzlerce masum vatandaşın öldüğü karanlık senaryolar planlayan,
-Toplum psikolojisini yönlendirmek için şehit cenazelerinin gelmesinden medet uman,
-Muhalifleri susturmak için küfür ve hakaret dolu çirkin sözleri devletten beslediği troller aracılığıyla halk arasında yaymaktan kaçınmayan bir anlayış eklenince, bunu benimseyen taraftarlar tüm insani değerlerini kaybeder. Medyada her gün yapılan insanlık dışı kirli propagandalardan etkilenen parti mensupları hatta sıradan vatandaşlar erdemli davranışı unutursa, çirkin projelerin oyuncağı haline gelir.
Değerleri terk etmesi istenen ve sürü haline getirilen bir toplum, kitle psikolojisine kendini kaptırdığı zaman kontrolünü kaybeder, en sağlıklı düşünmesi gerekenler bile sağduyulu yaklaşımı terk eder. Ahlaki değer yargılarının kaybolduğu ortamlarda insani zaaf olan kıskançlık-bencillik gibi duygular onların tüm benliğini sarar ve içlerinde bekleyen başkasına ait olanı elde etmek için her kötülüğe işlemeye müsait karakterler açığa çıkar.
Geçen hafta, uzun süreden beri işgal girişimi altında ezilen bir toplumun mensubu sürgündeki Kiev’li futbolculara ülkemizdeki bir stadyumda yapılan çirkin tezahürat, kötülüğün nasıl kitle psikolojisi haline geldiğinin göstergesidir. Heyecanına yenik düşen bir kalabalık küçük bir kıvılcımla adeta alev almış, masum halkın üzerine bombalar yağdıran bir despot yönetimin zulmüne alkış naraları atmıştır.
Başta iyilik ve güzelliklerin temsilcisi gibi görünen belli konumlara gelmiş insanlar yanlışları ortaya çıkınca, nedamet edip toplumdaki yerleşik kurallara uyacakları, yargı süreçlerinden geçerek verilecek cezaya razı olacakları yerde, savunma refleksine girip ellerindeki güçle kendilerini aklamaya çalışınca, hatalı davranışların toplum içinde yaygınlaşması kaçınılmaz oldu.
Göz önündekilerin bu tutumu yolsuzluk ve hırsızlığın normalleşmesine hizmet etti. Onları örnek alan partililer arasında hırsızlık sıradan hale geldi ve toplumun bütün kesimlerine dalga dalga yayıldı. Haksızlığı meşrulaştırıp ahlaki bir erozyona yol açtıklarını görmezden geldiler ve devlet görevlilerinin mafya ile ortaklık kurup halkın varlıklarını çalmasının zeminini hazırladılar.
Yalandan uzak durması beklenen dindar kesimler, kısa yoldan istediğini elde etmeye yönelince suça bulaştılar.
-Değer yargılarını kaybetmiş partiden devşirme devlet görevlileri şebeke elemanı gibi çalıştı,
-Hukukun rafa kaldırılmasına göz yumdu, masumlara zulmedilmesine aracılık etti,
-Her ilde mafya elemanlarıyla devlet görevlileri ortak olup iş adamlarının gelirlerini bölüşme yolları buldu,
-Devleti yönetme sopası kullanılarak sermaye transferi yapıldı, ülke kaynaklarının paylaşılması seyredildi,
-Gasp ettikleri medyada satılık kalemler ve sansasyonel başlıklarla, yağmalama yalan hırsızlık meşru gösterildi,
-Kirletilen bilgilerle birbirini iyi tanıyan insanlar hatta yakın akrabalar arasına kuşku atıldı, sevgi-saygı yok edildi,
-Yalanın prim yaptığını gören muhalifler rekabette öne geçme kaygısıyla fırsatçılık yapıp iftiralara destek verdi,
-Mikrofon uzatılan parti taraftarları ezilen halkın gözü önünde her şeyin iyi gittiği korosuna borazanlık yaptı.
Kurgu ölümlü olaylarla şeytanlaştırdıkları insanların mallarının yağmalanmasına dindar olduğu bilinenler göz yumdu hatta arka çıktı. Doğrudan sarayın talimatıyla resmi kurum görevlileri-savcı-emniyet müdürü-hâkimlerden oluşan yolsuzluk çeteleri kuruldu. Devletteki bilgilere kolay ulaşma fırsatını kullanan ve mafya örgütleriyle işbirliği yapan memurlar tarafından büyük şehirlerde yatırımı olan iş adamlarına şantaj yapıldı. Geçmişte Hizmet’le yolu kesişmiş olanlar hakkında hazırlatılan dosyalarla tehdit edilenler, kazançlarının önemli bir bölümünü el altından devlette çalışanlarla paylaşmaya mecbur edildi.
En öndekilerin;
-Yasalar karşısında kendilerini sorumlu hissetmemesi,
-Adaleti kendi hedeflerine göre eğip büküp, onu muhalifleri için bir sopaya dönüştürmesi,
-Kişi grup çıkarlarını toplum menfaatlerinin önüne geçirilip, halkın varlıklarını yağmalaması,
-Ahlak-doğruluk-sevgi-saygı-namus gibi kavramların kaldırılıp, yerine kötülüğün kitleselleştirilmesi sonucu toplumsal doku tümüyle tahrip edildi.
Şimdilerde, değerleri kaybolmuş bir topluma rahatça her kötülüğü işletebileceğini düşünen bir yönetici grubu kitlesel kavgalar üzerinden kendine yeniden alan açmayı düşünmektedir. İşledikleri bunca kötülüğe rağmen elde ettikleri haksız kazançları terk etmek istemeyenler, taraftarlarını kendi etraflarında tutmak için onları tahrik etmekte, başkasına zarar vererek istediği hedefe ulaşmanın makul olduğuna iknaya çalışmaktadır.
Bu sonuç için; öldürme, iç savaş çıkarma, halkı birbirine kırdırma gibi planlar konuşulmaktadır.
-Partililerden başlayarak toplumun bütün ilkelerinden sıyrılıp gücü nispetinde çevresine tecavüz ettiği,
-Kendi kesimlerini öne çıkarmak isteyenlerin bir diğerinin hakkının çiğnenmesine alkış tutuğu,
-Yol gösterici konumdakilerin genel havaya kendini kaptırıp yanlışa ‘dur’ diyemediği, hatta desteklediği bir ortamda iç disiplini kaybolmuşlar her kötülüğü kolayca işlemektedir.
Yöneticilerin toplumun gözü önünde hırsızlık yapması, görevlilerin geçmişte kendilerine öğretilen tüm ahlaki öğütleri terk edip birbirleriyle yolsuzluk yarışına girişmesi ancak işledikleri suçların hesabını verecekleri bir mekanizmanın kalmadığı ortamlarda olur. Bu kontrol sistemlerinin bulunmadığı yerde en ahlaklı insanları bile frenlemek mümkün olmayabilir. Bugünün iktidarı devletin otokontrol sistemlerini kötülük işlemeye engel gördüğü için hepsini kaldırıp kendine yargılanma endişesinden uzak bir suç ortamı hazırlamıştır.
Toplumu ayakta tutan nizamı sağlayan kriterler yok olduğunda kargaşa kendine zemin buluyor. Her yerden şiddet ve zorbalık haberleri yağıyor, toplum bir yönetici gurubunun menfaatleri doğrultusunda hızla cinnete doğru sürükleniyor.
1900’lerin başında olduğu gibi:
-Komşular, yakınlar, ortaklar, dini cemaatler şeytanlaştırılan masum insanların mallarını kapışıyor,
-Gözüne kestirdiği hedefe ulaşmak isteyenler, bazılarına iftira atıp zulüm aparatlarına yem ediyor,
-Nefretine yenik düşmüşler, haksızlıklara ortak olup menfaat devşirme planları yapıyor,
-Devlet memurları adam kaçırıp yok ediyor, işkenceyle iftira metinleri imzalatıyor,
-Devlet adına görev yapanlar kendilerini yasalar yerine bir suç şebekesine bağlı hissedince onun adına işlenen her cinayete ortak oluyor.
Bugün despotik bir yönetimle istediklerinin gösterip istemediklerini polis zoruyla saklasalar bile, gizleyemedikleri cürümler dünyada yankılanıyor. İtibarı yok edilen ülke her alanda dışlanırken bütün istatistiklerde son sıralara yerleşiyor, fakirleşme aşağıdan yukarıya doğru geniş kitleleri esir alıyor.
Cadı avına muhatap olanlara gelince onlar ahlaki değerlerini korudukları için bulundukları yerlerde sağduyuyla hareket edip, bütün enerjisini kendini yetiştirmeye topluma faydalı işler yapmaya ayırıyor. Böyle olunca dar imkânlar içinde olsalar bile her beldeden yeni başarı hikâyeleri gelmeye devam ediyor.
*Prof. Mehmet Efe Çaman’ın tr7/24 teki “Galeyan” yazısından faydalanılmıştır.
İsmail S. Gülümser
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***