Hindistan ve Pakistan o günden bu yana birbirine düşman iki ülke.
İngiltere 1946’da Hindistan’a bağımsızlığını vereceğini duyurdu. Londra’nın mali gücü artık ülkeyi yönetmeye yetmiyordu. Son İngiliz Genel Valisi Lord Louis Mountbatten bağımsızlık tarihini 15 Ağustos 1947 olarak belirledi.
O dönem Hindistan nüfusunun % 25’i Müslümandı. Kalan kısmıysa büyük ölçüde Hindu. Ülkede ayrıca Sihler, Budistler ve diğer azınlık dinlerine mensup olanlar da vardı.
Jawaharlal Nehru (solda) ve Mohandas Gandi tüm inançları kucaklayan birleşik bir Hindistan istiyordu.
Hint Sanat ve İnsani Araştırmalar Konseyi’nden Profesör Navtej Purewal, “İngilizler dini, Hindistan’daki halkı kategorilere bölmek için kullandı. Örneğin yerel seçimler için ayrı Müslüman ve Hindu listeleri yaptılar. Müslüman ve Hindu siyasetçilere ayrılmış sandalyeler vardı. Din, siyasette bir unsur haline geldi” diyor.
Düşünce kuruluşu Chatham House’un Dış Politika Enstitüsü’nden Dr. Gareth Price’a göre ise “Hindistan’ın bağımsız olacağıb elli olduğunda çok sayıda Müslüman, Hindu çoğunluk tarafından yönetilecek bir ülkede yaşamaktan kaygı duydular. Ezileceklerini düşündüler. Ayrı bir Müslüman ülke isteyen siyasi liderlere destek vermeye başladılar”.
Bağımsızlık hareketinin liderleri Mahatma Gandi ve Pandit Cevahirlal Nehru, tüm inançları kucaklayan birleşik bir Hindistan istediklerini söylüyordu.
Ancak Tüm Hindistan Müslüman Birliği lideri Muhammed Ali Cinnah, bağımsızlık anlaşması çerçevesinde bölünme istiyordu.
Dr. Price, “Birleşik bir Hindistan’ın nasıl işleyeceği konusunda uzlaşmaya varmak uzun bir zaman alacaktı. Bölünme çabuk ve basit bir çözüm gibi göründü” diyor.
Bölünme ne kadar acıya yol açtı?
Hindistan ve Pakistan arasındaki yeni sınırlar 1947’de İngiliz memur Cyril Radcliffe tarafından çizildi.
Hindistan alt kıtasını kabaca Hinduların çoğunluğu oluşturduğu orta ve güney kısmı ile, Müslümanların çoğunluğu oluşturduğu kuzeybatı ve kuzeydoğu kesimi şeklinde böldü.
Ancak İngiliz Hindistan’ı geneline yayılmış Hindu ve Müslüman toplulukları da vardı. Bu da bölünmeden sonra yaklaşık 15 milyon kişi, sıklıkla yüzlerce kilometre yol giderek yeni oluşan sınırları geçmeye çalıştı.
Birçok yerde, insanlar toplumlar arası şiddet yüzünden evlerinden oldu. Bunun ilk örneği 1946’da tahminen 2 bin kişinin öldürüldüğü Kalküta katliamıydı.
Londra Üniversitesi’ne bağlı SOAS’tan Güney Asya tarihi uzmanı Dr. Elenaor Newbigin, “Müslüman Birliği milisler kurdu, aynı zamanda sağcı Hindu grupları da. Bu tedhiş grupları, insanları köylerinden kovaladı” diyor.
Bu süreçte en az 200 bin kişi öldürüldü ya da mülteci kamplarında hastalık nedeniyle hayatını kaybetti. Bu sayının 1 milyon oladuğunu söyleyenler var.
Hem Hint hem de Müslüman on binlerce kadın tecavüze uğradı, kaçırıldı ya da sakat bırakıldı.
Bölünmenin sonuçları ne oldu?
Bölünmeden bu yana Hindistan ve Pakistan, Keşmir bölgesinin kontrolü için birkaç kez savaştı.
1947-48 ve 1965’te iki kez topyekun savaş yaşandı. İki ülke, 1999’deki Kargil krizi sırasında da çatıştı.
İki ülke de bölgenin kendilerine ait olduğunu iddia ediyor ve şu anda bölgenin farklı yerlerini denetimleri altında tutuyorlar.
Hindistan 1971’de de bağımsızlık için Pakistan ile savaşan Doğu Pakistan’a (şu anda Bangladeş) yardım için müdahale ettiğinde de İslamabad ile savaştı.
Şu anda Pakistan nüfusunun % 2’sinden azı Hindu.
Dr. Price, “Pakistan giderek daha İslamcı hale geldi. Bunun nedeni de kısmen nüfusunun çok büyük çoğunluğunun Müslüman olması ve çok az sayıda Hindu kalmış olması. Hindistan da giderek daha çok Hindu milliyetçiliğinin etkisi altında” diyor.
1947’deki olaylar sırasında Amritsar’ın bazı kesimleri harabeye döndü. Müslümanlar kentin Pakistan’a bağlanmasını, Hindular ise Hindistan’da kalmasını istiyordu.
Dr. Newbigin’e göre ise “Bölünmenin mirası üzüntü verici. İki ülkede de güçlü dini çoğunluklar yarattı. Azınlıklar daha da küçüldü ve daha önce olmadığı kadar çok tehdit altına girdiler” diyor.
Profesör Navtej Purewal da o dönem birleşik bir Hindistan’ın kurulabileceği görüşünde.
“1947’de birleşik bir Hindistan kurmak mümkün olabilirdi. Müslümanların çoğunlukta olduğu eyaletler de dahil, gevşek bir eyaletler federasyon kurulabilirdi.
“Ama hem Gandi hem de Nehru merkezden kontrol edilen birleşik bir ülkede ısrar ettiler. Müslüman bir azınlığın öyle bir ülkede nasıl yaşayabileceğini hiç gerçekten düşünmediler.”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***