Bir iddiam var, Türkiye toplumunun, şayet böyle bir toplum tanımlanabilir ise, üzerinde zerre kadar fikir birliği sağlayamadığı en önemli konu Diyanet İşleri Başkanlığı ve konunun temelinde de laik devlet tasavvuru.
Türkiye devleti Anayasasının ikinci maddesinde devletin dört temel özelliğinden birinin laiklik olduğu yazıyor, bunu ciddiye almak zorundayız, kimsenin bu ilke orada yazmıyormuş gibi davranma hakkı yok, olamaz.
Ancak, bu konu da iyi anlaşılmalı, burada vurgulanan nitelik devlete ilişkin bir nitelik, devlet tasarrufları ve en önemlisi kamu parası ile gerçekleştirilen her kuruş devlet harcaması devletin laiklik niteliğinin gereğine yüzde yüz ( sayı ile %100) uygun olmalı.
Laiklik yurttaşlar, toplum için tanımlanmış bir kavram değildir, bir vatandaşın “ben laik bir insanım” demesi saçmadır, demesi gereken “ben laik devlet ilkesine bağlıyım, saygılıyım, yanayım” olmalıdır.
Diyanet İşleri Başkanlığı ülkemizde maalesef anayasal bir kuruluş, Anayasa Madde 136, bir de hakkında çok kapsamlı bir kanun var ama ne Anayasa 136 ne de ilgili Kanun zerre kadar uygulanmıyorlar ama kanımca, bu konuda çok kararlıyım, sorun Diyanet’e ilişkin anayasa maddesinin ve ilgili kanunun uygulanmıyorlar olması değil, Diyanet’in genel bütçeden, tüm nüfusun hatta yabancıların bile ödediği vergilerle finanse edilen bir devlet kurumu oluşu.
Geçtiğimiz hafta bir Diyanet temsilcisi, unvanı da çok şatafatlı, bir Din İşleri Yüksek Kurul üyesi, Diyanet TV’de bir açıklama yapıyor, muhteremin ismi İdris Bozkurt.
Geçerken, şunu da hatırlatalım, laik bir devlette anayasal bir statüye sahip olmasını çok eleştirdiğim DİB’in (Diyanet İşleri Başkanlığı) bir de kamu kaynaklarıyla faaliyet gösteren televizyon yayıncılığı var, deyimin gerçek anlamıyla “tüy dikmek” yani.
DİB Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi Sayın İdris Bozkurt çıktığı programda kadınların, hatta erkeklerin giydiği taytları ve dar pantalonları eleştiriyor ve toplum için bu görüntülerin kabul edilemeyecek görüntüler olduğunu ifade ediyor.
Aklı başında herkesin böyle bir görüşü (!!!) duyduğunda “hey birader, haddini bil, sen kim oluyorsun da böyle laflar edebiliyorsun” demesinin bir toplumsal ortak payda olması gerektiği kanısındayım.
Ancak, tam da bu noktada, iki şeyi ayırmak lazım.
Toplumda birilerinin, kim olurlarsa olsunlar, devlet görevlisi olmamak kaydıyla, kadınların giyim tarzlarını, başkalarının yaşam tarzlarını şiddete ve hakarete başvurmama mutlak kaydıyla, istediği gibi eleştirme hakları mevcuttur, kimsenin de onlara “sen bunları nasıl söylersin!” deme hakkı da yoktur.
Ancak, maaşını herkesin vergilerinden alan bir kamu görevlisinin böyle bir açıklama yapma hakkı asla olamaz, bir kepazeliktir, konu bir ucu ile dine dokunuyor ise de, burada tam da göbeğinde, devletin laiklik ilkesinin açık, aleni bir ihlali vardır.
Ancak, konu burada da bitmiyor.
Bir DİB görevlisi yani bir kamu görevlisi buna benzer, evrensel ahlak ilkelerine aykırı bir açıklama yaptığı zaman ne olacaktır?
Mevcut Anayasa 136 ve DİB Kanunu, Din İşleri Yüksek Kurulu orada taş gibi dururlar iken kimsenin sen nasıl bir böyle açıklama yapabilirsin deme hakkı da tartışmalıdır, muhterem İdris Bozkurt da (kafayı nedense İslam adına mesela kamu ihaleleri pisliğine değil de yine mesela taytlara takan Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi) çıkar ve çok da haksız sayılmayacak bir gerekçe ile “Anayasa (136) ve yasa (DİB) bana bu görevi veriyor” diyebilir.
Ha, bu arada şunu da söyleyeyim, DİB görevlisi aslında ne tayta ne de kamu ihaleleri ahlaksızlıklarına kafayı taksın, en yararlı iş kurumunun feshine kafayı takmasıdır.
Peki o zaman, bu tuhaf durumun, döngünün dışına nasıl çıkılabilir?
Kişisel görüşüm, devletin, kamu parası kullanan tüm idari birimlerinin din kurumu ile ilişkilerinin hem kurumsal, hem mali açıdan kesilmesidir, böylece benim de bir vergi mükellefi olarak “hey muhterem, sen benim adıma, benim paramla (vergimle) nasıl oluyor da insanların dar pantalonlarına karışıyorsun” deme hakkım biter.
Devlet dışında koskoca bir sivil toplum vardır, daha doğrusu olması gerekir, bu sivil toplumun bünyesinden çıkacak kurumların kamu parası niteliği taşımayan kaynaklarla bu tür tayt karşıtı görüşleri(!!!) ileri sürmek, yasaklanmasını talep etme gibi hakları, şiddete ve hakarete başvurmadan vardır, olmalıdır, mesela bana da bu görüşü duyduğumda ilgilenmemek ya da gülüp geçmek düşer.
Ama, bu tür tayt karşıtı görüşlerin (!!!) bir yerlerinde kamu parası varsa yine mesela bana ilgilenmemek ya da gülüp geçmek düşemez, buna laik devlet ilkesi adına karşı çıkmak en temel vatandaşlık hak ve görevimdir.
Türkiye daha laik devlet ilkesini içselleştiremedi, hatta anlamadı bir türlü.
Arka mahallede bir cinci hoca, mahallelinin himmeti ile yaşıyor ve reşit kızların göbeğine muskalar yazarken, içlerinden cin çıkarırken başka işler de yapıyor ise bana bunu eleştirmek düşmez mesela, sadece o reşit kıza gülmek düşer.
Diyanet İşleri Yüksek Kurulu üyesinin kamu parasından aldığı maaşı ile tayt konusunda eleştirileri (!!!) bence arka mahalledeki reşit kızların göbeğine dualar yazan cinci hocadan çok daha zararlıdır, çok daha anti-hukuk, çok daha anti-anayasadır.
Ben bu konuda yazmaktan sıkıldım ama bir santim ilerleme yok laik devlet anlayışımızda.
Ancak, şunu da görelim, laik devlet anlayışının yerleşmesi için bir yerde, önce o yerde kamu parası kavramının yerleşmesi gerekiyor.
Bizde sorun muhtemelen burada.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***