YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Eski Türkiye’nin yeni Türkiye’den en temel farkı cehalet konusundaki tutumudur sanırım. Cumhuriyetin kurucu kadrosu, tıpkı kendisinin öncülü İttihat ve Terakki gibi, yanlış metotlarına karşın özünde halklarının aydınlanmasını, gelişmişlik düzeyinin artmasını, eğitilmesini, ilerlemesini hedeflemişlerdi. Kemalizm bir modernleşme hareketidir ve cehalete karşı tutumu da tümüyle dünyanın diğer modernleşme hareketlerine benzer. Tepeden inmeci – yukarıdan aşağıya – bir modernleşme hareketi olmuş olması bu gerçeği değiştirmiyor. Değerler evrenine ilişkin meta hedefleri ile Kemalizm’in devrimci bir modernleşme hareketi olması arasında bir ilişki yoktur. Kemalistler ne devleti yağmalamak için iktidara geldiler, ne halklarının sırtına yapışıp kanını emen bir kene oldular, ne de ülkelerine ve halklarına ihanet ettiler. Her modernleşme hareketi gibi Kemalistler de halklarının eğitim düzeyini yükseltmeyi amaçladı. Okullaşma kampanyası, okuryazarlık oranının yükseltilmesi, liselerin ve üniversitelerin açılması, kızların örgün eğitime erkek öğrenciler gibi katılma koşullarının iyileştirilmesi gibi hamleler, Japonya’daki, Latin Amerika’daki ve diğer Akdeniz havzası ülkelerindeki modernleşme hareketleriyle önemli benzerlikler gösteriyor.
Kemalistlerin modernleştirici etkisi Cumhuriyet tarihine damgasını vurdu. Bunu ille de ideolojik pozisyonlara göre olumlu ya da olumsuz gibi kategorilerde değerlendirmek gerekmiyor. Dediğim gibi, yapılan tercihlerin kimilerine göre doğru, kimilerine göreyse yanlış olması da konumuz değil. Önemli olan, okuryazarlık oranı, insani gelişmişlik düzeyi, eğitim seviyesi, okullaşma oranı, cinsiyetler arası eğitim seviyesi gibi objektif değerlendirmeye açık konularda ciddi ilerlemeler sağlanmış olmasıdır.
Gelelim Erdoğan rejimine.
Öncelikle şu tespitle başlamakta yarar var. Erdoğan ve avanesi, eğitim sistemi ve oy verme davranışları arasındaki korelasyonu kavramış görünüyor. Esasen seçimsel prosedüre ilişkin tüm siyasal stratejileri bu korelasyon üzerine kurulmuş durumda desek yanlış olmaz. O da şudur: Eğitim seviyesi düştükçe Erdoğan ve AKP’nin aldığı oy oranı yükselmektedir. Diğer bir ifadeyle cahiller Erdoğan ve rejimini tercih ediyor. Diğer taraftan, mantıksal olarak, eğitim düzeyi yüksek olan Türkiye vatandaşları Erdoğan’a oy vermiyor. Bu denklem kendisini bölgesel oy dağılımında da gösteriyor. Kıyı bölgelerde, özellikle Marmara ve Ege’de, AKP’nin aldığı oylar düşük. Çünkü bu bölgelerde eğitim düzeyi Türkiye sathındaki diğer tüm bölgelerden yüksek. Fakat İç Anadolu veya Doğu Karadeniz gibi bölgelere baktığımızda, eğitim seviyesindeki düşüşe paralel olarak seçmenin Erdoğan’a daha fazla itibar ettiğini gözlemliyoruz. Elbette yeniden vurgulamalıyım ki bahsettiğim durum bir nedensellik değil, bir ilintidir. Korelasyonla determinasyon arasında fark vardır. Yoksa Erdoğan’ın mesela doğu Karadeniz coğrafyasında seçmenden daha yüksek oy alması, mesela Erdoğan’ın Rize kökenli olmasıyla da açıklanabilir. Yine de eğitim seviyesi düşüklüğü ve Erdoğan’ın aldığı oy arasında bir ilinti var.
Hatırlar mısınız bilmem. Vaktiyle – ki aradan çok uzun bir zaman geçmiş değil – AKP’li bir profesör cahillerin ferasetinden dem vurup, AKP’nin belkemiğinin cahil tabaka olduğunu matah bir şeymiş gibi kameralar karşısında anlatmıştı. Üstelik sıkı durun, bu adam YÖK başkan yardımcılığı yapmış. İnanabiliyor musunuz? Elbette inanıyorsunuz. Lafın gelişi söyledim. Zira daha neler gördünüz siz, benim gibi! AKP en inanılmazı inandırıcı kılan bir partidir. Olmaz, olamaz denilen her hinoğlu hinlik de, garabet de, bu AKP tarafından gerçekleştirildi. Tarihe geçtiler zaten. Fakat işin özünü kaçırmayalım ve vurgulanması gerekeni vurgulayalım: Kemalistler modernleştirici bir eğitim hamlesini öncelediler ve itiraf etmek gerekir ki oldukça önemli başarılara imza attılar. Sanıldığı kadar elitist de değildir bu eğitim hamlesi. Aralarında Erbakan, Demirel ve Özal gibi gayet ünlü simaların da olduğu on binlerce kırsal kesim kökenli Anadolu çocuğu sistemin okullarında okuyup mühendis, hatta profesör oldular, başbakanlığa ve cumhurbaşkanlığına kadar da yükseldiler. AKP ve Erdoğan, bu modernleştirici eğitim hamlesinin antitezidir. Kemalistler ne kadar eğitimci-modernleştiriciyseler, Erdoğanistler de o kadar cehalete övgü yapar. Cahillerin iktidarı, esasen İslamcı Müslüman Kardeşler tipi Ortadoğulu siyasi hareketlerin ana damarıdır. Güçlerini buradan devşiriyorlar.
Modernleşme, geleneksel olanın tersidir. Başka bir tanımı olamaz zaten modernleşmenin. Geleneksel yapıların dönüştürülmesi temelinde, muhafazakâr İslamcılık modernleştirici hareketlere daima şüpheyle, hatta nefretle baktı. Modern eğitim hamlesinin karşısında, daha önceki geleneksel yapıyı destekleyen bir karşı çıkış refleksi, İslamcı Milli Selamet Partisi ekolünün – Milli Görüş ideolojisinin büyük babası partinin – temel düsturudur. Fakat yanlış anlamayın. Eğitimsizliği kendi çocuklarına reva görmezler. Kendi çocuklarını bilakis en modern eğitim kurumlarında eğitirler, çoğunlukla da Batı’ya üniversite okumaya, hatta doktora eğitimine falan yollarlar. Ancak oy bekledikleri kitlenin çocuklarına gelenekselcilik adına “mahalle mektebi” türevi, Kuran kursundan hallice bir eğitimi layık görürler. Yine de Milli Görüş İslamcılarının hiçbir dönemi, Erdoğan rejimi kadar pespaye olmadı. Dahası, Erbakan’a çok şey diyebilirsiniz de, onu sanırım yolsuzlukla ve ülkesine ihanetle suçlayamazsınız. Siyasal tercihleri ne olursa olsun – ki ben Milli Görüş’ten de İslamcılıktan da nefret ederim – Erbakan’ın Erdoğan’dan farklı bir ligde olduğu kesindir. Almanya’dan doktoralı, Profesör Necmettin Erbakan nerede, üniversite eğitimi şaibeli Erdoğan nerede!
Cehalete övgünün arka planında ne var peki?
Cehalete övgünün arka planı, istediği gibi at koşturabilmektir. Başka bir ifadeyle, soygun düzeninin, hortumlamanın, devlet kaynaklarını kendi menfaatine kullanmanın, ihalelere fesat karıştırıp alengirli bağlantılar üzerinden hileli komisyonlar almanın, yandaşlarını zengin etmenin ve kendine haraca bağlamanın gereğidir, cehalet. Elbette cehaleti de, cahilleri de çok seviyorlar. Ve elbette okumuşlardan da, eğitimden de nefret ediyorlar.
Şimdi size bir başka boyuttan bahsetmek istiyorum. O da Gülen Cemaati ve eğitim konusu. Herkes biliyor ki Gülen Cemaati eğitim konusuna çok farklı yaklaştı. Ve bundan dolayı da Kemalistlerin tepkisini çekti. Modernleştirici Kemalistler, modernleştirici İslami bir cemaatin kendilerine rakip olmasından hoşlanmadı. Yine de Cemaatin özellikle Türkiye dışındaki okullarının başarılarını kabullendiler. Örneğin Bülent Ecevit gibi ya da Süleyman Demirel gibi sol veya sağ yönelimli karizmatik siyasiler, Gülen Cemaati’nin eğitimdeki başarılarından övgüyle bahsettiler.
Erdoğan ve AKP iktidarı, Gülen Cemaati ile beraber hareket ettikleri yıllarda, hep Cemaat’in eğitim yönüne ve yetişmiş insan potansiyeline öykündü. Bu durum, 17 Aralık 2013 sonrası girdikleri yolda önemli motivasyonlarından biriydi. 15 Temmuz sonrası Cemaat okullarının nasıl yağmalandığını anımsayacaksınızdır. Akabinde zaten bu okulların tüm başarıları rüzgâra maruz kalan mum ışığı gibi söndü. Okullar binaya dönüştü, içleri boşaltıldı. Merak eden o okullara ne oldu bir araştırsın. Cehalete övgünün yansımasını tarihsel süreçte açık seçik göreceklerdir.
Bu durum size bir yerlerden tanıdık geliyor mu?
Yardımcı olayım.
Taliban, IŞİD, Boko Haram, El Şebab gibi akımların ortak yönü, cehalete övgüdür. Kadınların okumasına ve meslek sahibi olmasına karşıdırlar. İslami kaynaklar dışında kitaplara, edebiyata, sosyal bilimlere karşıdırlar. Kızlı-erkekli karışık eğitime karşıdırlar. Bu tür İslami gruplar nerede gücü ele geçirirlerse geçirsinler, tutumları hep aynı oluyor. Kitapları yakıyorlar, kızların eğitim haklarını engellemeye bakıyorlar, eğitimi dinileştiriyorlar, müfredatı pozitif bilimlerden, eleştirel ve sorgulayan kaynaklardan ayıklıyorlar. Bu hamleler, onların iktidarını konsolide etmelerine yarıyor. Toplumun sırtına binip onun seyisliğine (siyasete) başlıyorlar. Politika – kamuya açık olarak kamu meselelerin ortak akılla çözülmesi – bunlara tümüyle yabancıdır. Cehalete övgü üzerinden toplumu cahilleştirmek, bu korkunç kültün en önemli güç devşirme metodudur. AKP, işte budur. Bilinçaltlarında bu ideoloji var.
Türkiye tarihinin en zararlı, en habis, en kanserojen yapısıyla karşı karşıyayız.
Ülkenin kurtuluşu için öncelikle bu habis urun vücuttan sağlam bir neşter darbesiyle, bir daha geri gelmeyecek şekilde uzaklaştırılması gerekiyor. Erdoğan, bu urun bir insanda vücut bulmuş halidir. 100 yıllık Türkiye Cumhuriyeti’nin antitezi, Erdoğan ve AKP’dir. Türkiye için olumlu sürecin başlangıcı, Erdoğan’dan ve AKP’den kurtulmak olacak. Yerine kim gelirse gelsin – aynı rejim bilfiil devam dahi etse – yerine gelenler modernleştirmeci güçler olacak. Hiç kimse Türkiye’ye Erdoğan kadar zarar veremez.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***