YORUM | ALPER ENDER FIRAT
Prof. Dr. Üstün Dökmen’in Armağan Çağlayan’ın YouTube kanalında yaptığı konuşma toplumdaki eski bir travmayı yeniden tetikledi. Dökmen’e göre başörtülü psikolog, başörtülü psikiyatrist, başörtülü PDR uzmanı meslek etiğine aykırı imiş. Yani daha net ifadeyle diyor ki başörtülü olanlar bu meslekleri yapamaz.
Üstün Dökmen, insanı kendi doğrularına göre standardize ediyor ve uymayanların terapist olmasının yanlışlığını savunuyor. Onun standart insan anlayışında başörtülü olmayı atipik bir şey olarak görüyor.
Psikiyatrist Ayşe Güzin Altunbay, Dökmen’in sözlerini değerlendirirken “Bir terapistin engelli, siyahi ya da hamile olması da bu bakış açısıyla sorun olabilir. Bu mantığa göre sadece kendinizle aynı insanlarla psikoterapist olarak çalışabilirsiniz,” tespitinde bulunuyor.
Altunbay, Dökmen’in söylediklerini analiz ederken şu sözleri sarf ediyor: “Meslek etiği hem kendinin hem de kendiyle beraber terapi odasına getirdiği aidiyetlerinin farkında olup, bunun hasta ile terapi ilişkisine zarar vermediğinden emin olmaktır. Yine meslek etiği, terapistin bundan emin olamadığı durumlarda hastayı başkasına yönlendirmesini gerektirir. Ancak bu etik, sadece başörtülü terapistler için değil, başörtüsüz, makyajlı, kilolu, zayıf, uzun, kısa, gözlüklü, engelli, koltuk değnekli, siyahi, … tüm terapistler için geçerlidir.”
İşte Üstün Dökmen’in sözlerindeki sorun burada başlıyor. Altunbay’ın dediği gibi terapistin terapi odasına getirdiği aidiyet sadece dindar olması değildir. Bir psikiyatrist ya da psikoloğun binlerce farklı aidiyetlere, kişisel özelliklere, farklı inançlara sahip olması mümkündür ve hepsinin de terapi odasına taşınması muhtemeldir.
Bu kadar farklı inanç ve aidiyetlerin değil de sadece başörtülü bir terapistin aidiyetinin sorun olarak algılanması bilimsel dogmatikliğin bir yansımasıdır. Dini dogmatik bir kurum olarak kabul edenlerin, din karşıtlığına aynı, hatta çok daha sıkı bir dogmatiklikle yaklaşmaları, bilim olarak kabul ettiği şeyin kendisini tartışılmaz bir nas olarak kabul etmeleri, Türkiye’deki bilim ve akademisyenler için çok temel bir sorundur.
Altunbay’ın Batı’da çalışma şansı bulduğu kliniklerin birinde, bölüm başkanı Üstün Dökmen’in endişelerinin aynısı dile getiriyor ve diyor ki: “Biz nötrallik ve ‘absence’ prensipleri konusunda örtünüz nedeniyle endişeler taşıyoruz, ancak siz de bizi bu konudaki farkındalığınız konusunda ikna ettiniz. Bir sene boyunca denemek istiyoruz, sorun olmazsa kontratınızı uzatırız. Siz de bu riski göze almaya hazırsanız başlayalım.” Altunbay şöyle devam ediyor: “Risk aldım, risk aldık. Ama hocalarımın dürüst ifadeleri ve ‘ezberleri’ sorgulama cesaretleri sayesinde eşsiz bir deneyim yaşadık. Sene sonunda hocalarımın birisi dedi ki: Başörtülü olmanızın ne terapi süreçlerine ne de takım çalışmasına en ufak olumsuz bir etkisini gözlemlemedik. Sizinle çalışmaya devam etmek istiyoruz!”
Bilimi bir ‘nas’ gibi dinin tam karşısında konumlandıran ve ona din gibi inanan akademik anlayış Türkiye’de bir duvar gibi varlığını sürdürüyor. Bu duvar uygulamaya da ‘yasak’ olarak yansıyor. İnsanı, toplumu, yaşadığı coğrafyayı anlamayan ve bilimi bunlarla bir mücadele biçimi olarak değerlendiren bu zihin yapısı, Türkiye’nin çok önemli bir kesimi için travmadan başka bir anlam ifade etmiyor.
AKP’nin yıllardır iktidar olmasının en önemli sebebi işte bu dogmatik akademik anlayışın, toplumun ekser çoğunluğuna yaşattıklarıdır. Yasaklayan, yaklaştırmayan, toplumun inandıklarına, mücadele edilmesi gereken bir şey olarak bakan bu yaklaşım, AKP’nin motoruna yakıt taşımaktan başka bir şey yapmıyor.
Sorun başörtülü bir terapistin hasta üzerine olumsuz şeylere sebep olacağına inanmak değil, sorun bu düşüncenin asla ve asla değişmez olmasıdır. Aynı sorun, Batı’da yaşandığında çözüme bir şans veriyorlar ve nasıl sonuçlanacağını gözlemliyorlar; buradaki akademisyenler ise çözümün kesinlikle yasaklamaktan geçtiğine inanıyor.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***