Geç kalmak iyi kararların kaderinde vardır.
Hep Bir Şeyi Unutmuş Gibi, Oscar Wilde (Aforizmalar)
Her şeyin “belli” olduğu bir belirsizlik var. Kader diyorlar adına.
Olacakların yazılmış olduğuna inananlar tam da bu sebeple yazgı koymuşlar adını.
Kaybettiğinde, başaramadığında, geri döndüremediğinde, olduramadığında — aslında hayatın akışı insanın elinde değil — demek, soluklanmak için kullanıyor insan bunu.
Kader diyor, kısmet değilmiş diye geçiriyor içinden.
Sinik bir kabullenme; ruhsuz, tembel bir kolaycılık. Belki de tevekkülle içselleştirilmiş bir eyvallahçılık, belki de tamamen kırılmamak için hayata esneyebilmek biraz; darbe gelirken kendini sıkmamak, gevşek bırakmak daha az acımak için, kim bilir…
Kasırganın, bataklığın, karanlığın içinde, çıkış yolunu bulmanın en doğru yolu önce sakin kalmak, sonra sabırlı olmak değilse nedir? Belki de her zaman bir çıkış olduğuna, her çıkmazın yeni bir kapıyı işaret ettiğine duyulan inançtır.
Kader varsa, tesadüf yok mudur? Olması gerekenler mi oluyor hep? Yoksa insan, hayatın karşısına çıkardıklarını görüp görmemeyi, peşinden gidip gitmemeyi, inanıp inanmamayı mı seçiyor?
Kader de var, tesadüf de, peki ya irade bunların neresinde? Teslim olmak ve mücadele etmek arasındaki fark hangisine bağlı? Baş kaldırmak, “olmaz öyle şey!” deyip masaları devirebilmek, devirdiklerinden sonra yenilerini hatta daha güzellerini kurabilmek Allah vergisi mi?
O masaları devirelim, yerine daha güzellerini kuralım mı istiyor birileri? Bizim sevdiğimiz ama başkasının devirdiği masalar yine bizim için mi yerle bir oluyor? Biz sınanalım diye Tanrı başkalarının nefesi ile fırtınalar mı üflüyor hayatımıza?
Mesela Sara Naeini’nin büyülü sesini dinleyebiliyor olmamız kaderin bir oyunu mu?
İranlı Sara Naeini’i tanımıyor musunuz? Spotify benim seveceğimi düşünmese büyük ihtimalle ben de tanımıyor olacaktım…
Jane Maryam, Yare Roozaye Roshan ya da Esharete Nazar performansı ile tanıyor insanlar bu müthiş sesli kadını ama “biz” Del Yar ile tanıştık.
İnsanı yaralayan değil tamir eden seslerden onunki; öyle derin, öyle narin, öyle sihirli ki…
Acıtmadan nüfuz ediyor ruhlara, hırpalamadan sarsıyor. Naeini sustuğunda acı değil, üstesinden gelebileceğinize emin olduğunuz bir hüzün kalıyor içinizde…
Vurulduğumuz insanları merak eder gibi merak ettim Sara’yı, onun sesinin ardındaki hikâyeyi…
Bu kadar derine işleyen bir ses, bazı şeyleri çok derinden, çok derinde yaşayan birine ait olabilir diye düşündüm sanırım…
İran’ın Şiraz şehrinde doğmuş Sara Naeini 1981 yılında. Sanat ve spora meraklı, yetenekli insanların olduğu bir ailede dünyaya gelmiş. İlkokula başlamadan spora başlamış, jimnastik dalındaki amatör ilgisi, başarısı ile perçinleşince ve onu kısa sürede profesyonel bir sporcu olarak yarışmalara götürmüş.
Profesyonel olarak ilgilendiği jimnastikte birçok ödül ve madalya alan Sara, zorlu basamakları tırmanarak İran’ın en önemli genç sporcularından biri olmuş.
O kazaya kadar.
15 yaşında geçirdiği talihsiz kaza, sadece kariyerini alt üst etmemiş, koltuk değnekleri ile ancak yürüyebilir olmuş Sara.
Hayatı saydığı jimnastik kariyeri ile ilgili hayalleri biten genç kız içine kapandığı dönemden müziğin yardımı ile çıkmış.
Kaza ile biten hayallerinin yenilerini müzik ile tekrar inşa etmiş, müziği kurtarıcısı olarak seçmiş.
18 yaşına geldiğinde dikkatleri çekmiş, birçok özel etkinlikte şarkı söylemesi için davetler almaya başlamış. Tanınan grup ve sanatçılar ile İran genelinde başlayan macera yurtdışına kadar uzanmış.
Klasik müzik eğitimi ve sıkı bir çalışma temposu ile sesini ve yorumunu güçlendiren Naeini, 2007 yılında bir kültürel değişim programı kapsamında ABD’ye davet edilmiş. Aynı yıl Avrupa’da verdiği çok başarılı iki konser ile tanınmaya başlayınca, kadınların kamusal alanda şarkı söylemesinin yasak olduğu ülkesindeki baskıları da göz önünde bulundurarak ABD’ye yerleşmiş.
İranlı besteci Rıza Rohani ile ABD’de üretmeye, yüreklere dokunmaya devam ediyor Naeini.
“Yalnız kalmaktan daha kötü bir şey var, o da geç kalmaktır,” diyorlar. Çok öfkeleniyorum.
Yalnız kalmak kendimize dönebilmek, kendimizi tanıyabilmek için elzem, zor olan tüm bu sürece tahammül edebilmek…
Geç kalmak diye bir şey var mı? Oradaki tartışma ise büyük ve derin. “Zamanın olmadığı yerde geç kalmak” mümkün mü? “Geç kalmak, hiç gelmemekten daha iyi” değil mi?
Nehrin karşı tarafına geçmek için akan suyun kesilmesini bekleyenler, o suyun hiç durmadan akacağı gerçeğini kaçırıyorlar.
Çok bilinçli, çok doğru, çok hesaplı hayatlar peşinden koşanlarda görüyorum dünyaya seyirci gelme duygusunu, bunu geç kalmak sanıyorlar.
Kötü yaşarım, hata yaparım korkusuyla hiç yaşamamak gibi…
Ahenk bir kere bozulunca, düğmeyi yanlış yerden iliklenince bir daha düzeltmem gibi…
Hayata neden geç kalınsın? İllaki bir yerinden yakalanır çünkü nefestir hayat, her alışında içine alır insanı, istesen de kaçıramazsın.
Önemli olan nefes alacak yeri bulmak özellike nefesin kesildiğinde. Naeini’nin yaptığı gibi.
İtiraz ve isyanı yönlendirmekte mesele, Naeini’nin yaptığı gibi. Var olabildiğimiz her alan bir soluk borusu; yazmak da öyle…
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***