Eski Yunanistan Başbakanı George Papandreau’nun başkanlığında düzenlenen geleneksel Simi Konferansı’nın açılış konuşmasını sanatçı-yazar Zülfü Livaneli gerçekleştirdi. Konuşmasında “İnsanlık ileri mi gidiyor” sorusunu soran Livaneli, gerileme dönemleri olsa da umutsuzluğa kapılınmaması gerektiğini söyleyerek “Şüphesiz bir şekilde söyleyeyim ki, ciddi gerileme dönemleri geçirse de insanlık geriye gitmeyecek, bu nedenle iyimserliğimizi kaybetmemeliyiz” dedi.
Yunanistan’ın başkenti Atina’da düzenleneni Simi Konferansı’na birçok ülke liderinin yanı sıra Almanya Tarım Bakanı Cem Özdemir, Almanya Kültür Bakanı Claduia Roth da katıldı.
Livaneli’nin Simi Konferansı’ndaki açılış konuşması şu şekilde:
“Tecrübelerime göre, tüm entelektüel toplantılar şu üç konuda ortan anlayışa ulaşmayı hedefler:
-Barış idealine hizmet etmek ve anlaşmazlıkların çözümünde şiddetin bir araç olarak kullanılmasına karşı çıkmak.
-Farklı kültürler arasında ortak anlayış ve işbirliğini artırmak.
-Dünyayı ve toplumları, otokrata dönüşen demagoglar milliyetçilik ve din konseptlerini ideolojik araç olarak kullandığında, toplumların varolan dengesini bozduğunda yaşanabilecek felaketlere karşı daha etkili bir şekilde uyarmak.
Bu meseleleri, tanık olduğumuz gelişmeler açısından tartıştığımızda, ortaya çıkan temel soru “İnsanlık ileri mi gidiyor?”, ve eğer öyleyse eski hatalar bu denli tekrar edilirken ve geriye gidilirken “Bu nasıl yaşanıyor?”
En başta şüphesiz bir şekilde söyleyeyim ki, ciddi gerileme dönemleri geçirse de insanlık geriye gitmeyecek, bu nedenle iyimserliğimizi ve doğru yönde ilerleme için mücadele kararlılığımızı asla kaybetmemeliyiz.
İnsan gelişiminin doğrusal bir düzlemde gerçekleşmemesi ve her dönem daha iyi yönde gelişmemesi talihsizdir. Kalkınma bölgeler, kültürler ve tarih arasında zikzaklar çizerken bazen insan belirli dönemlerde geriler.
Bireysel yaşam sürelerinin kısalığı ile tarihin gelişmek ve kendi rotalarından geçmek için aldığı zaman arasındaki orantısızlık, bizi savaşlara, yıkıma ve insan zulmüne, ekonomik ve politik gerileme dönemlerine tanık kılıyor, dünyanın gerçekten böyle olmadığına inanmaya devam etmek zorlaşıyor. daha da kötüye gidiyor. Ufukta bir yükseliş görülmesi ise kaçınılmaz.
15’inci yüzyıldan harika bir filozof ve sosyolog olan İbn-Haldun, “Mukaddime” isimli kitabında, “Coğrafya kaderdir” der.
Bu cümle, kendimizi yaşarken bulduğumuz ülke, ırk, din, ve kültür dahil olmak üzere yer, değerlerimizi şekillendirir anlamına geliyor.
İnsanlar birbirini vatani görevleri olduğuna inandırıldıkları ve kutsal olarak öğretilen değerleri için öldürüyor.
Öte yandan insanlar aynı coğrafyayı paylaştıklarında, birbirlerine bağlayan benzer eğilimleri olduğunda bile işler farklı şekilde gelişebiliyor.
Örneğin şans eseri Ayvalık’ta doğmuş bir kişi ve Midilli’de doğmuş bir kişi, yalnızca iki kilometre mesafede hayatta benzer eğilimleri olan kişiler. Eğer kendi gelişimlerine bırakılırsa, onlara empoze edilen ideolojiler nedeniyle birbirlerine karşı düşmanca güdüler besleyebilirler ve çünkü farklı zamanlarda meseleler ,çok farklı görünebilir.
Örneğin 1900’lerin başında doğmuş bir Alman, insanlığın geriye doğru gittiğini söylediğinde haklı bulunabilir. İki dünya savaşına, milyonlarca ölüme, bombalanan şehirlere ve insanın bir ömürde algılayamayacağı suçlara tanıklık etmek kolay değildir.
Öte yandan 1960’larda doğan bir Alman, gelişmiş ve zenginleşmiş medeni bir ülkenin vatandaşı olarak insanlık için daha umut dolu olacaktır.
Bu nedenle, insanların yaşadıkları dönemin ve coğrafyalarının tartışmalarından, çatışmalarından, savaşlarından nasıl etkilendiklerini ve şekillendiklerini, geçmişte yaşananlardan çok da farklı olmadığını unutmadan anlamaya çalışmalıyız. Bu, bizi Rusya-Ukrayna savaşının gölgesinde yeniden popülizm ve otokrasiye getiriyor.
Savaşların temelde ekonomik çıkarlara dayandığı gerçeğini gözden kaçırmadan, popülist liderlerin toplumu savaşa, fanatizme, yıkıma ve yok olmaya yönlendirmede kullandıkları iki ana aracın din ve milliyetçilik olduğunu anlamalıyız.
“Neo-liberal” ideolojinin içinde kalan bu iki kötülük, iki kutuplu dünyanın çökmesi ve 1990’lar itibariyle küreselleşmenin hızlanmasıyla daha da agresifleşti. Küreselleşme, olmazsa olmazları olan barış, demokrasi ve sosyal adaletle enternasyonalizme çevrilemedi. Bunun yerine küresel seviyede yok sayıldı.
Bu nedenle, Barış ve Demokrasi’nin uluslararası güçlerinin bir parçası olarak, bu Sempozyum’un katılımcıları, günümüzün küreselleşmenin yarattığı kutuplaşmalar dünyasında, bilinçli veya bilinçsiz milliyetçilik biçimlerine yönelik her türlü bilinçli veya bilinçsiz ideolojik kaymaya karşı enternasyonalizm bilincini geliştirmeye çalışmalıdır.
Çoğu zaman cömert din serpiştirmeleriyle tatlandırılan incelikli milliyetçilik biçimlerini içeren politikaların, günümüz dünyasında karşı karşıya olduğumuz kötülüklere karşı herhangi bir olumlu katkı yapabileceğine inanmak ölümcül bir hatadır.
Ancak asıl sorunu oluşturan şey, daha “demokratik” liderlerin de milliyetçi demagogların ekmeğine yağ süren politikalara kayarak küresel barış ve demokrasi mücadelesine içeriden zarar vermelerinin alışılmadık bir durum olmadığı gerçeğidir.
Bu nedenle bu Sempozyum’daki tartışmalarımızı kendi aramızda ve kendi ülkelerimizde milliyetçi ve dinsel duyguların nasıl daha etkin bir şekilde tespit edilip bunlarla mücadele edileceğine yoğunlaşmamız gerektiğine inanıyorum.”
Barış ödülü Maria Farantouri’ye
Maria Farantouri- Zülfü Livaneli
Simi Konferansı’nda her yıl verilen Papandreau-Cem Barış Ödülü, bu yıl Yunan barış savaşçısı ve yorumcu Maria Farantouri’ye verildi. Farantouri, teşekkür konuşmasında Mikis Theodorakis ve Livaneli’yle 40 yıldır sürdürdükleri barış etkiliklerini anlattı.
Toplantıya Türkiye’den katılımcılar arasında Ekonomist Prof. Dr. Hurşit Güneş, eski CHP Genel Sekreteri Şule Bucak, gazeteci yazar Zeynep Göğüş, siyaset bilimci akademisyen Soli Özel, siyasal iletişimci Necati Özkan da katıldı.
Papandreau, konferanstan fotoğrafları sosyal medya hesabından paylaştı:
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***