YORUM | AHMET KURUCAN
“Çok insan anlayamaz eski mûsıkîmizden. Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden.” Yahya Kemal
Anne babasına kendisine göre haklı nedenlerle küsmüş bir gencin hikayesini yazacağım bu yazımda. Yeni duydum. Kız kardeşim anlattı. Yıllar öncesine ait bir mesele. Alabildiğine ciddi konuları ele aldığımız, can sıkıcı gündemlerle yoğun bir şekilde meşgul olduğumuz bir zaman diliminde dinlendirici olur diye düşündüm. Kaldı ki sadece bu değil, işin bir de pratik hayata bakan yanı var. İnsanların birlikte yaşadıkları her toplumda karşılığı olan bir hadiseden bahsetmiş olacağım aynı zamanda.
Dediğim gibi bizim oraların tabiriyle “bir evin bir oğlu” olan gencimiz küsmüş anne babasına. Dargınlık nedeni adına bir şey bilmiyorum. Araya bir çok insan girmiş tarafları barıştırmak için. Kültürel kodlarımıza da uygun bir biçimde oğula yüklenmişler ağırlıklı olarak. “Sen küçüksün, annen babandır, git ellerini öp bitsin bu küslük ve dargınlık,” demişler. Hayatının baharında bu gencimiz ayak diretmiş, hayır demiş başka bir şey dememiş. Bu defa dini argümanları kullanmışlar. Kur’an anne babana “öf” bile demeyeceksin diyor, ne kadar haklı da olsan… Cümlenin gerisini getirmeye gerek yok. Netice değişmemiş.
Günlerden bir gün bütün bu gelişmelerden birisinin yeni haberi olmuş. Bu kişi aynı zamanda o ailenin neredeyse bir ferdi sayılacak ölçüde onlara yakın akrabalıkları da olan birisiymiş. Önce ne olup bittiğini anlamaya çalışmış. Etraflıca o güne kadarki gelişmeleri öğrenmiş ve o genci dükkanına çağırmış. Gelmiş o gencimiz çağırıldığı dükkana. Nasıl gelmesin ki bebekliğinden beri kendisini tanıyan, akrabalığın ötesinde çok sık dokulu ailevi münasebetlerinin de olduğu bir büyüğü çağırmış ayağına. Genç neden çağırıldığı konusunda sahici bir tahminde bulunmuş bulunmasına ama muhatabının ağzından duymak istemiş. O büyüğü ne derse desin anne babası ile barışmama konusundaki kararlı duruşunu da değiştirmeyeceği azmini yenilemiş o buluşmaya gitmeden önce.
Ne mi olmuş? O büyük, genç dükkana girer girmez hoş geldin dedikten sonra tezgahtaki işini bırakmış ve bir türkü okumaya başlamış. İlginç değil mi? Hayalinizde canlandırın manzarayı. Ailenin büyüğü bir mesele konuşmak için yanına çağırdığı gence dükkanında türkü söylüyor. Söylenen türkünün yazılış ve yakılış gerekçesi birbirlerine kavuşmayan kara sevdaya tutulmuş iki gencin hikayesi olsa da orada geçen bir cümle tam da o büyüğün vermek istediği mesajı ihtiva ediyormuş. Öyle düşünmüş. Gencin bamteline dokunur bu cümle diye tahayyül etmiş. Onun için o türküyü seçmiş zaten.
Ben çocukluğumun efsane sesi Bedia Akartürk’ten dinlemeyi çok severim bu türküyü. Cengiz Özkan da çok güzel söylüyor. Kırıkkale Keskin yöresine ait bir türkü bu. Sizin de dinlemenizi tavsiye ederim. Hüzün var, gam var, keder var, söz-saz-ses bütünlüğü içinde türkünün içine dalabilirseniz sizi elinizden tutup bulunduğunuz dünyadan kopartarak başka mecralara çekebilecek bir türkü o. Tüketilmek için üretilmemiş aksine yaşanmış, sevgilisine kavuşamadan vefat etmiş bir gencin hazin hikayesini anlatıyor.
Zaten bizim türkülerin en önemli özelliği bu değil midir? Masa başında tüketilmek için üretilmiş değil aksine feleğin çemberinden geçmiş insanların gerçek hikayelerini anlatmaz mı bizim türkülerimiz? Muzaffer Sarısözen’i hatırladım şimdi. Kurduğu bir ekip ile Anadolu’nun dört bir yanını dolaşıp yaşanmış hikayelerin ürünü olan ettiği on binlerce türküyü, bozlağı, ağıtı ve oyun havalarını derleyen sonra bunların notaya dökülmesine vesile olan Sarısözen’i. Mekanı cennet olsun. Ne güzel bir miras bırakmış bizlere.
Daha fazla merak ettirmeyim. O büyüğün söylediği türkünün sözleri şöyle:
“Yüce dağ başına yağan kar idim
Yağdı yağmur güneş vurdu eridim
Evvel yârin sevdiği de ben idim
Şimdi uzaklardan bakan ben oldum
Yüce dağ başına yatmış uyumuş
Ela gözlerini uyku bürümüş
Evvel güccüg idi şimdi büyümüş
Şimdi uzaklardan bakan ben oldum.”
Anladınız sanırım. Mesaj “Şimdi uzaklardan bakan ben oldum” cümlesi içinde saklı. Mesajı almış gencimiz ve ağlamaya başlamış. O ortamda bir tek cümle söylemiş o büyük: “Sen o evin bir tek gülüsün. Uzaklardan bakan el olamazsın. Düş önüme. Öp ananın babanın elini, bitsin bu dargınlık.” Her ne kadar barışmama konusunda çok kararlı gözükse de içten içe barışmak ile barışmamak arasında gelgitler yaşayan gencimiz bu cümlelerle sükunete ermiş, kendini saldığı öfke nehrinin akıntısından kendini kurtarmış ve hissiyatın alabildiğine tavan yaptığı o atmosferde yaşlı gözlerle sarılmış büyüğünün boynuna, “Haydi gidelim” demiş.
Ben yazının başlığına “Türkülerin gücü” dedim ama başlık ile muhteva arasındaki uyum konusunda şüphelerim var. Var ama bu neticeyi değiştirmiyor. Velev ki dile getiriliş amacı çok farklı olsa da o “Şimdi uzaklardan bakan ben oldum” cümlesi anne babasına dargın olan gencin kalbine tedavi edici bir ok gibi saplanmış ve olması gereken ile olan arasındaki boşluk kapanmış, hayat normale dönmüş.
O büyüğü merak ettiniz mi bilmiyorum ama ben Fatih Kısaparmak’tan ödünç alarak söyleyeyim: “Bu adam benim babam.”
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***