Bektaşi’ye sormuşlar aptessiz namaz kılmak olur mu diye, ben kıldım oldu, demiş. Bu fıkra veya paradoks geçen yazımda anlatmaya çalıştığım “insanlar kelimelere farklı anlamlar verir” anlayışının bir örneği. “Olur mu?” iki anlama geliyor, bunu yapmak “mümkün mü”; veya, bunu yapmak “mubah mı”, yani bir kurala uygun mu?
Bu kelime oyunu ile bir fıkra oluşturulmuş ve insanlar bu paradoksla gülmüşler. Kimi zaman dilin kemiği yok deriz, kimi zaman da “özgürlük var, demokrasi var istediğimi söylerim” deriz. Evet, öyle! Ancak kelimelerin serbest veya keyfi kullanımının bazı sonuçları da oluyor. İnsanların anlaşmaları zorlaşıyor. Kelimelerin farklı anlamlarından ortaya yalnız zararsız fıkralar çıkmıyor, gerilimler de çıkıyor. Belki en kötüsü bazı insanların ötekileştirmelerine ve hasım ve düşman görünmelerine neden bile olabiliyor.
Başımdan hiç unutamadığım bir olay geçti. 11 nolu yazımda 2003 yılında yazmış olduğum milliyetçilik karşıtı bir yazımdan söz etmiştim. O zaman bir okurumdan bir e-mail almıştım, aynen aktarıyorum (olayı Zamandan Bir Ses başlıklı kitabımda ayrıntılı anlatıyorum):
“Sayın H.M. Ben E. G. Anadolu Üniversitesinde İngilizce öğretmenliği ikinci sınıf öğrencisiyim. Aynı zamanda Zaman Gazetesi’ne aboneyim. Babam N.G. marangozluk yapıyor ve hizmet adına çalışıyor. Bugün sabah gazetenizi okuduğumda gözlerime ilk çarpan sizin yazınız oldu. Sizin böyle bir yazı yazmış olmanıza çok şaşırdım ve yazıyı babama gösterdim. Haliyle o da şaşırdı. Çünkü biz koyu milliyetçi olmamıza rağmen Zaman gazetesinde çıkanları ve diğer yayınlarınızı ilgiyle okuyor ve çok beğeniyorduk.
Sayın M. milliyetçilik bu değil. Hele hele milliyetçilik yazınızda bahsettiğiniz gibi hastalık hiç değil. Biz milliyetçiler Fethullah Hocamı ve sevenlerini hiç ama hiç karalamadık ve saygımızı bozmadık. Sayın M., siz milliyetçilere karşı saygınızı bozdunuz. Siz ve Zaman gazetesine yakışmayan cümleler kullandınız. Sizi şiddetle kınıyor ve saygıya davet ediyorum… Lütfen sayın M’a ve Zaman gazetesine yakışır yazılar yazın. Saygılarımla. E.G.”
Belli ki “milliyetçilik” kelimesine farklı anlamlar vermişiz. Tam bir kaos! Birinin ak dediğine öteki kara diyor. Hangi tanım kullanılmalı? Sanırım tanım seçerken aslında “grup” – ve taraf – seçiyoruz. Belli grupların belli “dilleri” var; yani kelimelere farklı anlamlar veriyorlar. O anlamlar da artık mesaja dönüşüyor.
Milliyetçilik kelimesi tipiktir. Türkiye’de genellikle olumlu bir anlam taşır. Çünkü Türkiye’de millilik, milli bağımsızlık mücadelesi, milli devletin kuruluşu çok yenidir. Milliyetçilik olumlu gelişmelerle ilişkilendirilir.
Batı dünyasında milliyetçilik en sonunda büyük felaketlere neden olmuştur: Milli kavgalar iki Dünya Savaşı’na ve milyonlarca insanın hayatına neden olmuştur. Aslında milliyetçilik Türk dünyasında da felaketlere neden olmuştu – Balkan Savaşları, kıyımlar, sürgünler, vb – ama sonunda bir “zafer” elde edildiğinden milliyetçiliğin “iyi” yanı anımsatılır. Ve Türkiye’deki “milliyetçilik” anlayışı kendine özgüdür.
Batı dünyasının ve özellikle akademik dünyada milliyetçilik, yazılarımda anlattığım gibi ele alınır. (Yanlış anlama olmasın; milliyetçilik konusunda sonsuz denecek kadar kitap ve tez vardır, ama akademik cemaat içinde bazı temel ilkelerde uyum da vardır.)
Bir fikir vermek için Batı’nın tanınmış sözcüklerinden bir iki “tanım” sunuyorum.
Britanica sözlüğüne göre milliyetçillik bir millete veya milli-devlete sadakatle bağlı olmayı vurgulayan bir ideolojidir; aynı zamanda başka kişilere ve gruplara karşı böyle bir görevi gerekli görmemektir. Merriam Wesbster tanımı şöyle: Bir millete sadakat; bütün ötekilere karşı kendi milletini yüceltmek … milliyetçilik savaşların nedenlerinden biridir. Oxford sözlüğüne göre milliyetçilik aynı ırk, kültür, dil vb. paylaşan kimselerin bağımsız bir devlet kurma isteğidir. (Ve olumsuz olarak) Kendi ülkelerinin ötekilere göre daha üstün olduğu duygusu.
Wikipedia tanımdan başka milliyetçiliğinin özelliklerini de sıralar: “Akademisyenler arasında … milliyetçiliğin 18inci yüzyılda ortaya çıkmış bir ideoloji olduğu konusunda konsensüs vardır… Milliyetçiliğin olumlu (özgürlüğü ve kültürel gelişmeyi sağlamıştır) ve olumsuz yanları vardır (ırkçı, dinî temellere dayanarak azınlıkta kalanları ezmiş, insan haklarını ihlal etmiştir).
Oysa Türkiye’de milliyetçilik derken ülkeyi ve insanlarını sevmek, toplum için çalışmak gibi duygular anlaşılır; ve milliyetçiliğin ötekileştirici yanı kabul edilmez. Bir de “milletimizin” çok eski ve üstün olduğu söylenir; milli ideolojinin yeni bir görüş olduğu dolayısıyla zamanla aşılacağı da hiç söylenmez. Tabii “öteki milliyetçilikler” bol bol kötülenir; “bizimki” vatanperverliktir, ötekiler ırkçıdır.
Milliyetçilerin temel özellikleri bütün milliyetçilerde ortaktır: Kendi milletlerini üstün, haklı ve çok eskilere uzanan şanlı bir geçmişe sahip olduğuna inanırlar. Milliyetçilik “biz” duygusunu besler ve toplumsal birliği pekiştirir. Ancak “biz” algısı aynı zamanda “bizden olmayan ötekiler” algısını da yaratır.
Bu iki farklı milliyetçilik tanımından hangisi doğru, hangisini seçeceğiz? Bu sorunun iki ekseni var. Birinci eksen, farklı tanımların belli “gruplar” tarafından savunuluyor olması.
Seçimimizin sonunda kendimizi bir grupta buluruz: a) Ya Türkiye içinde ve özellikle kendilerine milliyetçi diyen grupta; ki bu durumda Batı’dan da “uzak” kalırız ve Dünya içinde yalnızlığımızla baş başa; veya b) Batı dünyasında ve özellikle akademik çevrelerde. Artık seçtiğimiz grubun içinde kendi “gerçekliğimizle” yaşarız, birbirimizi doğruluğumuz konusunda ikna ederek- ve güven içinde. (3 nolu yazım)
İkinci eksen, seçtiğimiz tanımla uyumumuz ve tutarlılığımızdır. Seçimimiz bizim böyle olduğumuzun kanıtı değildir. Akademik milliyetçilik tanımını seçmiş biri pratikte sapına kadar bağnaz milliyetçi olabilir; veya tersinden “koyu milliyetçiyim” diyen bir Türk farklı olanı hiç ötekileştirmeyen, insanlığı biz-ötekiler diye ayırmayan biri olabilir.
Sık sık aklıma bana o e-maili atmış olan o ikinci sınıf öğrencisi ve marangoz babası gelir ve “koyu milliyetçiyiz” demelerine karşın hiç de öyle olmamış olabileceklerini düşünürüm.
Bence anlaşmazlık, farklı davranış ve olaylara aynı ismi takmamız, yani bunlar için aynı kelimeyi kullanmamızdan; veya tersinden, aynı olaylar için farklı kelimeler kullanmamızdan doğuyor. Bu da bir sonraki “milliyetçilik” yazım olacak.
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***