Anayasanın en önemli maddesi değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen 2. Maddesi.
Bu madde Cumhuriyetin temel niteliklerini şöyle tanımlar: Demokrasi, laiklik, sosyal hukuk devleti (sosyal devlet artı hukuk devleti).
Bu dört temel nitelik arasında bir önem hiyerarşisi yapılmasına her zaman karşı çıkmışımdır, Cumhuriyet ancak bu dört temel niteliğin eşanlı olarak yaşama geçmesi ile anlamlı olabilecek, arzulanacak bir sistemdir.
2000’li yılların başlarında dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer ısrarla “Laik Cumhuriyet” ifadesini kullanırdı, ben de yanlış anlaşılma tehlikesi pahasına neden dört nitelikten sadece biri vurgulanıyor diye yazardım, bizim mahalleden de eleştiri alırdım.
Laiklik bir cumhuriyet için yaşamsaldır ama demokratik hukuk devleti olma niteliğini kaybetmiş bir laik Cumhuriyet de çok anlamlı olmayabilir.
Gelelim sosyal devlet meselesine.
Ben de dışa açık bir piyasa ekonomisinin, özel mülkiyetin (kamu yararı ile sınırlanabilir) başat kategoriler olduğu ama aynı zamanda da devletin (merkezi artı yerel) vergilerle (merkezi artı yerel) finanse edilen çok miktarda ve çok nitelikli kamu hizmeti ürettiği bir sistemden yanayım.
Burada önemli olan kamu hizmeti kavramı, ağırlığı Türkiye gibi bir ülke için nitelikli eğitim kamu hizmetine, nitelikli sağlık kamu hizmetine, nitelikli hukuk kamu hizmetine ve toplu konuta veriyorum.
Sosyal devlet kaynak gerektirir ve bu kaynak da vergidir.
Vergi ile finanse edilmeyen ya da ancak kısa vadede finanse edilen sosyal devlet hemen sosyal devlet olma niteliğini yitirir.
Bugünkü Cumhurbaşkanlığı kurumunun tek beğendiğim yanı Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı, iyi kamu maliyesi istatistikleri yayınlıyorlar, son olarak da düzgün bir kamu genel dengesi tablosu yayınladılar.
Bu tabloya bakıyorum, AKP’nin iktidara geldiği 2002 senesinde, ilk iktidar senesi olan 2003’de vergi gelirlerinin milli gelire oranı sırasıyla 16.50 ve 17.08.
2003 senesinde yüzde 17.08 olan vergi yükü içinde vasıtasız (dolaysız) vergiler yüzde 5.61, vasıtalı (dolaylı) vergiler yüzde 11.48.
AKP’nin en başarılı seneleri diyebileceğimiz 2006 ve 2007 senelerinde ise toplam vergi yükü sırasıyla yüzde 17.26 ve 17.05.
2007 senesinde vasıtasız vergilerin payı milli gelir içinde yüzde 5.45, vasıtalı vergilerin payı ise 11.60.
Gelelim 2021 senesine ve 2022 beklentisine.
2021 senesinde vergi yükü yüzde 15.61, 2022 senesi beklentisi 15.67.
2021 senesinde vasıtasız vergilerin milli gelir içindeki payı 5.31, vasıtalı vergilerin payı ise yüzde 10.30.
AKP yirmi senedir iktidarda ve görebileceğiniz gibi verginin makro yapısı yani milli gelir içindeki payı ve bu yükün vasıtasız-vasıtalı dağılımı adeta hiç değişmemiştir.
Vergi yükü değişmediğine göre nihai analizde sosyal güvenlik hizmetlerinde de bir iyileşme beklemek çok anlamlı değildir.
Türkiye’nin vergi yükü OECD üyesi ülkeler içinde de çok düşük bir seviyededir ve bu seviye ile de Türkiye’de nitelikli bir sosyal güvenlik hizmet sepeti üretilmesi mümkün değildir.
Türkiye gerçek bir sosyal devlet olmak istiyorsa mutlaka vergi yükünü yüzde yirminin epey üzerine çıkarmak zorundadır.
Kişi başına geliri on bin doların altında bir ülkenin vergi yükünü yüzde yirminin epey üzerine çekmesi kolay mıdır?
Değildir ama sosyal devlet kavramını da hem insan hakları açısından hem de sistemin, Cumhuriyetin yeniden üretimi için ciddiye almak zorundayız, sosyal devlet kömür, makarna, çuval çuval patates dağıtarak olmaz, nitelikli eğitim, sağlık ve adaletle, toplu konutla olur, bu da vergi gerektirir.
Vergi yükünü piyasa dengelerini çok da bozmadan, büyümeyi çok zedelemeden artırmanın yolunu mutlaka bulmak zorundayız.
“Piyasa dengelerini çok da bozmadan” ifadesini kullanıyorum çünkü her vergi, baş vergisi bile piyasa dengelerini çarpıtır, önemli olan bu çarpılmayı minimize edecek bir vergi yapısı kurmak ama aynı zamanda da çok vergi toplamak gerekmektedir.
Kolay bir iş değil ama yine de mutlaka yapmak lazım.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***