YORUM | MAHMUT AKPINAR
Panikleyen elbette sadece Ruşen çakır değil. Münhasıran Kemalistler ve sol kesimden bazıları, “Ya Cemaat bu kumpaslardan kurtulursa… Ya atılan iftiralardan aklanır ve masumiyeti ortaya çıkarsa…” diye endişeliler. Bu kadar karalama ve itibarsızlaştırmadan sonra halk nezdinde tekrar muteber olurlar mı diye kaygılılar. TBMM tarafından hazırlanan 15 Temmuz Raporu’nun yayımlanmamasının temel nedeni de benzer endişelerdi. Rapora yansıyan 15 Temmuz hikayesi çelişkilerle ve karanlık noktalarla doluydu. Hakan Fidan ve Hulusi Akar gibi olayın en önemli aktörleri milletin şahsı manevisini temsil eden TBMM’ye ifade vermeye dahi tenezzül etmemişti. Raporun yayınlanmasını engellediler, zira “bunu yayınlarsak Cemaatin eline koz vermiş oluruz” diye düşündüler. Bu aslında 15 Temmuz’un kof, boş ve çelişkilerle dolu olduğunun itirafıydı. TBMM 15 Temmuz’u araştırma komisyonu da bunu kabulleniyordu. Ama 15 Temmuz bahanesiyle Cemaat’in bitirilmesi, kadrolarının tasfiyesi, insanların mülklerine çökülüp masumların hapislere doldurulması, MHP, CHP dahil bütün partilerin işine geldi. 15 Temmuz, bin yıl sürecek denilen 28 Şubat’ta yapılamayanların, Erdoğan’ın taşeronluğunda hayata geçirilmesine imkan verdi.
17/25 Aralık’tan sonra laikçi, sol ve seküler kesimlerden oluşan “yesinler birbirini” korosunun yaklaşımı, benzer ilkesizlik, kolaycılık, pragmatizm barındırıyordu. Herkes 17/25 dosyalarının kapı gibi sağlam olduğunu ve AKP’nin boğazına kadar pisliğe battığını biliyordu. Nitekim aradan geçen zaman polislerin ve savcıların iddialarının tamamını doğruladı. “Bütçe açığını kapatan” “hayırsever” Reza Zarrab, AKP’nin iddialarının tamamının yalan olduğunu Amerikan mahkemesinde tek tek anlattı. Yığınla olay ve şahit, hatta bizzat AKP’liler Erdoğan’ın iddialarını yalanladı. Ama maksat adaleti sağlamak, hakkı ikame etmek değildi. Herkes olaya ideolojik yaklaştı. Sol ve Kemalist kesimler “Erdoğan Cemaati yesin sonra Erdoğan’ı bir şekilde hallederiz!” hesabına girdiler. Hatta buna yönelik orduda, yargıda, bürokraside Erdoğan ile ittifak kurup, iş birliği yaptılar. Ergenekoncu, Ulusalcı bürokratlarla Erdoğan’ın kirli ekipleri, hukuku, adaleti ve demokrasiyi beraber öldürdüler.
Muhalefetin derdi de hukuk-adalet değildi. Onlar AKP’nin yıpranacağını, kendilerinin iktidar olacağını umuyordu. Katı seküler kemalist kesimler ise hem AKP’den hem de Cemaatten kurtulmanın fırsatını yakalamışlık içinde oportünist davranıyordu. Polislerin ve savcıların haklı olmasıyla ya da iddiaların doğru olup olmadığıyla pek de ilgilenen olmadı. Herkes mahallesinin çıkarına göre baktı konuya. Böyle olduğu için de 17/25’le başlayan süreç ülkenin her alanda çöküşüyle, muhalefet dahil siyasetin çürümesiyle, ilkesizliğin, çifte standardın, pragmatizmin her yeri işgal etmesiyle sonuçlandı.
17 Temmuz Pazar günü Ruşen Çakır’ın kaleme aldığı “Fethullahçılığın küllerinden yeniden doğmasının mümkün olmamasının on nedeni” başlıklı yazı, gerçekleri değil Çakır’ın endişelerini ve temennilerini dile getiriyor. Ruşen Çakır kaygısını açık etmiş, ama pek çokları nefretini, hıncını ve endişelerini saklıyor. Ruşen Çakırgiller, Cemaat ya yeniden ayağa kalkar ve benim gibi her devrin yalakalarından, sol libas giydirilmiş derin gazetecilerinden hesap sorarsa diye korkularını açık ediyorlar. Ruşen Çakır kendisini “sol” olarak tanıtmasına rağmen en başta solcuların güvenmediği ve “MİT elemanı”, “derin devletin medyadaki kalemi” olarak gördüğü, ilkesiz, omurgasız bir kişilik. Ama memlekette gerçek gazeteciler hapse atıldığı, sindirildiği veya yurt dışına çıkmak zorunda kaldığı için Ruşen Çakır her zamankinden daha önemli hale geldi. Kendisine verilen sol bekte statükonun çıkarlarını koruma ve sufle edilen konuları yayma misyonunu daha güçlü yapabiliyor. Ruşen Çakır’ı okurken, dinlerken devletin derin cenahlarıyla, istihbari kurumlarla ilişkisini her daim göz önünde tutmakta fayda var.
Çakır’a ilk itirazım başlığa. “Fethullahçılık” diye bir kavram yok. Cemaat kendisini asla “Fethullahçı” diye tanımlamaz. Hatta Gülen’in böyle adlandırmayı, Hizmet Hareketi’ni şahsına mal etmeyi ağır bir hakaret olarak gördüğünü ifade ettiği beyanları var. Sanırım Çakır objektif görünme kaygısıyla “FETÖ” kavramını da kullanmak istemiyor. Zira bu kavram dünyada hiç kabul görmedi. Son zamanlarda ise, hukuku bilen, insaf ve vicdan sahibi hiçbir kesim Cemaati “terör örgütü” olarak görmüyor. Sevmeseler de hakkaniyet sahipleri grubun “terör” tanımına girmediğini biliyorlar.
Yazıda “Çok kişi Fethullahçılığı nasıl bir geleceğin beklediğini merak ediyor” diyor ve kendi görüşünü ekliyor: “Cemaatin yeniden küllerinden doğacağını sanmıyorum” diyor. İşin doğrusu ben de Cemaat’in nereye evrileceğini, geleceğini merak edenlerdenim. Pek çok yazımda belirttiğim üzere cemaatin “seçilmiş ve her şeye rağmen Allah’ın korumasında” bir grup olduğu fikrine katılmıyorum. Kur’an’da seçilmiş, misyon verilmiş kesimler için bile: “Dilerse Allah sizi gönderir yepyeni, dinamik bir kesim getirir” (Fatır:16) buyruluyor. Çok defa ifade ettiğim üzere Cemaatin yüzleşmesi gereken noktaların, kendini yenilemesi gereken konuların olduğunu ifade ediyorum. Hareket’in eskisi gibi Türkiye’de ve dünyada etkin olup olamayacağını biraz da cemaatin tavırları, yeniden yapılanması, revizyonu gösterecek.
Ama kesin bildiğim bir şey var ki bir süre sonra ne Ruşen Çakır’ın adı sanı duyulacak ne de AKP’nin. AKP de mevta diğer siyasi hareketler gibi (ANAP, DYP, DSP) siyasetin mezarlığına yuvarlanacak. Ruşen Çakır en iyi ihtimalle basın tarihine “besleme gazeteci” olarak geçecek. Fakat Hizmet, kötü ihtimalle küçülse, güç kaybetse de devam edecek. Belki daha etkin ve verimli şekilde yoluna devam edecek. Ama sosyal bir grup olarak varlığını her durumda sürdürecek.
Bence Ruşen çakır ve benzerleri, artık AKP’nin ürettiği, kendilerinin destek verdiği 15 Temmuz hikayesi çöküyor, sorgulanıyor ve inandırıcı bulunmuyor diye paniklemişler. Zira bu sene 15 Temmuz konusunda inandırıcılık en alt düzeye indi, sorgulamalar zirveye çıktı. O geceye ve öncesine dair itiraflar artıyor, Erdoğan’ın baskıya dayalı Tek adam rejimi güç kaybettikçe çelişkiler daha cesaretle dile getiriliyor. Ayrıca resmi söylem haline getirilip herkese dayatılan senaryo gün be gün dökülüyor. Aksini iddia edenin “FETÖ’cü” ilan edilip hapse atıldığı korku iklimi dağılıyor, insanlar cesaret kazanıyor. Olayların içinde yer alan failler karanlık noktaları aydınlatıyor. Zaman geçtikçe çelişkiler daha görünür, gerçekler daha anlaşılır hale gelecek. 15 Temmuz daha da sorgulanacak ve inandırıcılığını bütünüyle yitirecek.
Ruşen Çakır’ın yazısında Cemaat’in neden eski günlerine dönemeyeceğini sorgulamaktan öte, “dönerse ne yaparız!” kaygısı, endişesi seziliyor. Ama Ruşen Çakır ve benzerlerinin endişe etmesine gerek yok. Bu insanlar düşmanlarına dahi zulmetmeyecek kadar asil, insaf ve vicdan sahibi kimseler. En kötü ihtimalle attığınız iftiralardan ve ürettiğiniz yalanlardan adil mahkemelerde yargılanırsınız. O kadar da korkmanıza gerek yok!
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***