YORUM | AHMET KURUCAN
(Gelecek Projeksiyonu Yazıları-14)
Çocuklarımıza hayatın anlamını ister dini ister felsefi argümanlara dayanarak anlatmada en önemli hususlardan birinin onların dünyasına vakıf olma olduğunu söylemiş ve bu anlatımda kullanacağımız malzeme ve metodoloji konusuna gelmiştik.
Amaç açık ve net ama ya araç veya araçlar? Araçlar yaşanılan dünya gerçeklerine göre değişmek zorunda değil midir? 14 asır önce 500 kilometre mesafede Mekke’den Medine’ye develerle yolculuk yapılıyordu. Ya bugün? Develer varlığını sürdürmesine rağmen sürekli ilerleme kaydeden ulaşım vasıtaları devenin yerini almış durumda. Uçak, otobüs, tren, araba vs. Böyle olması da doğal. Doğallığı bırakın zaruret. 2022 Suudi Arabistan’ında 1400 yıl öncesi şartlarına göre hayatı yaşamanın kime ne getirisi ve ne kazancı olacak ki zaman ve enerji kaybı ve kaynak israfından başka?
Çocukluğumu hatırladım şimdi. Babam Tavşanlı’ya uzaklığı 12 km olan Tunçbilek’te TKİ’ye bağlı kömür işletmelerinde çalışırdı. Bazen gün içinde telefon etme zorunluluğu olurdu babama. Evimizde telefon yok. Dükkân komşumuz Mustafa Amca’lara gider, onun manyetolu telefonundan postaneye telefon açar, ismimizi, numaramızı ve arayacağımız numarayı yazdırır ve beklerdik. Kimi zaman bir saat kimi zaman iki saat sonra Mustafa Amca seslenirdi bizim dükkâna. “Baban telefonda” diye. Pekâlâ ya şimdi? Mesele anlaşıldı. Hayatın tabii akışı içindeki gelişmelere ayak uydurmak hayatı insanca yaşayabilmek için şart ve elzem. Lüks değil, ihtiyaç ve zaruret.
Aynı türden bir düşünce eksersizini dini kimlik kazanımında ve dün bugün mukayesesi içinde ele alalım. Dün – aslında insanlığın ömrü nazara alınınca dün bile denilemeyecek ölçüde mazide kalmış zaman diliminden bahsediyoruz – anne babalarımız, cami ve Kur’an kurslarındaki hocalarımız, bize dini değerleri anlatırken, onların öğretimini verirken hangi araçları kullanıyor ve nasıl bir metodoloji izliyorlardı? Kendileri anlatıyordu. Kitap okuyor ve okutuyorlardı. Evde okumamız için ek kitaplar ve ev ödevleri veriyorlardı. Kur’an kurslarında Kur’an ezberletiyorlardı. Ezberlediğimiz yerlerin ne lafzi anlamlarını ne nüzul sebeplerini ne ortam bilgisini ne de bize ne tür mesajlar verdiğini biliyorduk ama okuyor ve ezberliyorduk. Yasin’i, Mülk ve Fetih surelerini, Amme cüzünü ezberliyorduk. Neden? Namazlarda ve bunun yanı sıra ölülerimizin arkasından okumak için.
Dövüyorlardı yeri geldiğinde devrin genel kabul görmüş terbiye anlayışına bağlı olarak. Tembellik yaptığımız, dersi günü gününe vermediğimiz için de dövüyorlardı, çocukluğumuzun gereği yaramazlık yaptığımız için de. Eve gidip durumu anne babamıza anlattığımızda “Hocanın vurduğu yerde gül biter” cevabını alıyorduk çoğu zaman. Hocalara çocuğunu teslim ederken “Eti senin kemiği benim hatta kemiği de senin Hocam!” diyen bir anne babadan daha öte ne tür tepki bekleyebilirdiniz ki zaten? Daha onlarca, yüzlerce şey söyleyebilirim.
Amacım dünü tenkit etme değil. Belki de dünün doğruları idi bunlar. Dayak, eğitimde bir araç olarak kullanılıyordu ve belki sonuç alınıyordu. Ezber metodolojisi de hakeza. Ezberlediğimiz yerlerin mana ve muhtevasına ait tatmin edici açıklamaların yapılmaması onların anlayışına göre normaldi. Buralarda bir değişikliğe gitmeyi ihtimal hiç kimse düşünmedi. İhtiyaç duymadılar sanki. Düşünenler de oldu. Metodolojide yenilik yapmaya kalkanlar da. Bunlar ise mutaassıp ve muhafazakar taban tarafından pişmiş aşa su katmakla suçlandı. “Modernist” denildi, “Bid’at çıkarıyor” denildi, “Eski köye yeni adet getirmenin ne manası var?” denildi.
Gelelim bugünümüze. Şimdi aynı şeyleri siz çocuklarınıza yapabilir misiniz? Yapsanız kabul görür ve istediğiniz sonucu elde edebilir misiniz? Eleştirel düşünceyi merkeze koyan yaklaşıma sahip günümüz nesillerinin Kur’an’dan şunu ezberle dediğiniz zaman verdiği ilk tepki, “İyi ama neden?” olmuyor mu? Manası ne, ana dilimizde neden ibadet yapamıyoruz diye sormuyorlar mı?
Kitap okuma ve anlatmaya gelince. Varlığını ve etkisini kısmen sürdürüyor hala. Ama etki derecesi düne nispetle nerede duruyor kitap okumanın ve okutmanın? Kitlesel ve görsel kültürün hâkim olduğu günümüz dünyasında sesli ve görüntülü yayınlar kitabın yerini aldı diyemem ama kitap kadar etkisi yok mu bizim gündelik hayatımızda diye sorabilirim. YouTube, Facebook, Reddit, Twitter, TikIok, Instagram vb. nice sosyal medya platformları hayatımızın her saniye ve salisesinde hem bizim hem de çocuklarımızla birlikte değil mi? iPhone ile doğan çocuklar metaforunu kullanmıştım bir önceki yazımda bunu ifade etmek için. Ya kısa ve uzun metrajlı filmlere ne demeli? Exxen, Netflix, Hulu, HBO Max, Disney, Apple TV, Amazon Prime Video platformları evlerimizi değil avuçlarımızın içini sinema salonlarına çevirmedi mi? Geçenlerde oğlum söyledi, Baltimore’da çekilen The Wire adlı dizi okuduğu üniversitede ders olarak okutuluyormuş. Bütün bunların pabucunu dama atacak VR teknolojisi ve Metaverse gerçeği ile yüzleşmeye başlamadık mı?
Pekâlâ, herkesin yaşadığı bu gerçeklikleri uzun uzadıya gözler önüne sermemdeki gaye nedir? Yıllar öncesinin anlatım metotları ve araçları dini eğitim bağlamında da yenilenmek zorundadır. Eski anlatılarla, eski anlatım metotları ile ve eski öğretim araçları ile bir yere varmamız zordur ve imkansızdır. Yel değirmenlerine savaş açmanın bir manası yok. Eğer bu değişim ve gelişmeyi gerçekleştiremezsek kendimizi kendi ellerimizle yaşadığımız hayatın dışına atarız. Uçak, tren, otobüs, araba varken deve ile yolculuk yapmakta ısrar demektir bunun manası.
Yapılmıyor mu bunlar? Farkında değil mi günümüzün anne babaları, rehberleri, eğitimcileri? Elbette yapılıyor ve elbette farkında ama… Aması şu: Olan ile olması gereken arasında ciddi bir uçurum var. İşte bu uçurum aslında işin tam anlamıyla farkında olunmadığının da bir göstergesi ve delili.
Bu metodolojide farklılık ve farkındalık konusunda bir yazı daha yazacağım nasipse.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***