Bugün size David Demirciyan’ın hikayesini anlatacağım.
Sasunlu David’in.
5 ay önce ailesiyle birlikte Batman Sason’dan Avrupa’ya kaçmak zorunda kalan bir ailenin hikayesi bu.
Bizim tanışmamız da Muş’tan bir Ermeni’nin bana David’in kurşunlanmış fotoğraflarını göndermesiyle başladı. Nasıl yardım edeyim diye aradığımda: “Ahparik yurtdışına çıkacağız bize burada hayat yok” dedi.
Ben de onun, çevresindekilerin ve ailesinin güvenliği için bu yazıyı ve video röportajımızı erteledim. 6 aydır iletişimimiz kopmadan devam etti.
Şimdi bir kampta.
Zamanı geldi. Onca şiddet ve tehdit sarmalında ‘artık konuşalım, sustukça bir şey geçmiyor elimize’ dedik. İşte, Sasunlu David’in çektikleri ve onun ailesinin diaspora olma öyküsü.
David’in ailesi şu anda Batman Sason ile Diyarbakır Kulp ilçe sınırındaki derenin Batman tarafından. Kulp tarafı zaten artık güvenlik bölgesi.
Köyden çıkışları ayrı bir makaleye konu olsun zira 90’larda orada kalan Ermenilerin neler yaşadığı çok daha büyük bir çalışma gerektiriyor.
Bölge halkının baskıları sonrasında İstanbul’a gelen aile burada kendine bir yaşam kuruyor yıllarca çalışarak.
David, köye dönmek istiyor. Çevre illerde yaşayan Ermeni akrabalarını yalnız bırakmamak için de eski köylerine gidip hakkını aramak istiyor. 500 dönümlük arazi komşuları ve bölge halkı arasında pay edilmiş. Kitlesel olarak çökmüşler üzerine.
Elinde belgeleri olmasına karşın bir yandan köydeki aşiret, bir yandan korucu aileler “Burada Ermeniler hiç yaşamadı” diyerek onu duymazdan ve görmezden geliyorlar.
Bir yandan da kendilerine bu yalanı tekrarlayarak geçmişi unutmaya.
Sasunlu, Muşlu ve Vanlı Ermeniler inatları ile meşhurdurlar. Bilirsiniz 1915’te bu bölgelerde sağlam bir direniş olmuştur. Bizim Sasunlu David de inat ediyor, resmî makamlara başvuruyor.
Sonunda köylüler de baş edemiyorlar ve ona ‘sus payı‘ dedikleri 8-9 dönümlük bir arazi veriyorlar para almadan.
Tam da dere kenarında iki ilçenin kesiştiği yerde.
Bu devirde kim kime bir karış toprak verir. Para almadan bu toprağı vermelerinden anlayacağınız gibi David’in ‘komşuları’ biliyor aslında oranın Ermenilerin köyü olduğunu.
Gaspçılar, David’in gelip o toprağa yerleşebilecek cesareti göstereceğini hiç düşünmüyorlar. Ama Sasunlu David derenin kıyısına üç katıl evini yapmak için müteahhit tutuyor ve ilk kazmayı vuruyor.
Her şey o kazmadan sonra başlıyor.
Yılar içerisinde inşaat ilerledikçe, köylüler, korucular David’le ilgili şikayet üstüne şikayette bulunuyorlar.
“Örgüt’e yardım ediyor!”
“Onları besleyecek!”
“Çocuklarımızı alkole ve uyuşturucuya itiyor!” ve daha niceleri.
Gece gündüz demeden yıllar içerisinde evi basılıyor, jandarma aramalar yapıyor, her şehirler arası yola çıktığında otobüste yapılan güvenlik kontrollerinde kimliği alınıp otobüsten indiriliyor.
Psikolojik harp ilan ediyorlar anlayacağınız.
Köylüler bazen evinin önünde bağrışıp küfürler ediyorlar, burada edebimizin izin vermeyeceği sözler ve hakaretler hatta eylemler yapıyorlar.
David yılmıyor.
“Niyetim kötü değil ki, iyi insanlar da var aralarında eminim” diyordu bir telefon görüşmemizde. İnşaat ilerledikçe işler çirkefleşiyor.
BARAJIN SAHİBİ ERMENİ!
Bir gün Davidi sorguya çağırıyorlar karakola. Dere üzerine yapılacak bir baraj var. O barajda çalışanlar evi yakın olduğu için ona geliyorlar. Su istiyorlar. Su veriyor. Çay veriyor. Her Tanrı misafirine yapılacağı gibi, insanlık yapıyor.
Köylü şikayet ediyor. “Bu barajı bu Ermeni yaptırıyor, köye zarar verecek” diye. Anlayacağınız köyün başına gelecek her kötülüğün sebebi David. Daha doğrusu ‘Ermeni’.
Koca barajın sahibi yapıyorlar David’i.
Bitmiyor çile, ne de şikayetler.
“Burası sana göre değil git sen” diyorlar.
Bu sırada David kendine bir at alıyor.
Kapısına bir not bırakıyorlar: “At da almışsın, kalacağını mı sandın!” minvalinde bir tehdit.
Sasunlu David’in köklerini kurutanlar, yeniden kök salmasını da istemiyor anlayacağınız.
Bir buçuk yıl önce köyden bir arkadaşı arıyor:
“Evde kalma, anlaştılar akşama gelip seni öldürecekler” diyor.
“Camdan baktım karşıda korucuların orada hareketlilik var. Anladım bir şey olacak. Çıktım bir arkadaşın evine gittim. Sonradan öğrendim, ‘sarhoş oldu balkondan düştü’ deyip öldüreceklermiş beni el birliğiyle.”
O akşam David’i bulamıyorlar ama evi yakıp yıkıyorlar. Karakoldan arıyorlar David’i o sırada. “Evini yakmışlar biliyor musun?” diye.
Yok diyor. Gidip şikayette bulunuyor. Kim varsa o güne kadar kendisini tehdit eden ismini veriyor.
Polis: “Bu kadar insanı şikayet etmek istediğine emin misin? Biri girse kibrit çaksa yeter zaten evi yakmaya. Hepsini yazma” diyor.
David aklında kalan tüm tehditçileri yazıyor şikayetine.
O sırada polis “Zaten siz Ermeniler hepiniz yurt dışındasınız, sen de kalk git, şikayetini de çek ki köyden çıkabilesin” diyor.
Sonra İstanbul’a geldiğinde yenilemek üzere çekiyor şikayetini.
David, bu sözü sonrasında İstanbul’a kaçtığında orada Beylikdüzü’ndeki evinin önünde kendisine silahla saldıranları şikayet ettiğinde İstanbul’daki emniyet yetkililerinden de duyuyor.
İki polisin aynı şeyi söylemesi muhtemel değil. Biri diğerine atıfta bulunuyor aslında, ‘Biz aynı organizasyondanız’ der gibi.
Köyde yanında saklandığı arkadaşına da tehditler gelmeye başlayınca, birkaç gün bir başka tanıdığının ahırında saklanıyorlar eşiyle. Kimseye söylemeden. Sonrasında Urfa’ya gizlice gidiyor oradan da İstanbul’a.
Bir yıl geçmiyor ki yukarıda bahsettiğim kurşunlanma olayı yaşanıyor. Eşiyle Beylikdüzü’ndeki evlerine dönerken evinin kapısının önünde taranıyor. David yaralanıyor. Hastanede rapor aldıktan sonra polis ‘olur böyle şeyler’ der gibi şikayeti geri çektirmek istiyor ve o meşhur cümleyi tekrarlıyor:
“Zaten siz Ermeniler hepiniz yurt dışındasınız, sen de kalk git”
Kalkıp gitti işte David.
İşte koca bir millet böyle diasporalı oldu, diaspora edildi.
Edilmeye de devam ediyor.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***