20 Temmuz birçoklarının ‘Bay yüzde 5’ olarak bildiği Calouste Gülbenkian’ın ölüm yıldönümüydü.
Aynı gün önüme düşen haberler arasında AB’nin Azerbaycan’dan aldığı gazı iki katına çıkarma kararı, Avrupa’daki orman yangınları ve sıcaklık artışları sebebiyle ekili alanları zarar gören ve önümüzdeki aylarda gıdaya sıkışabilecek Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya’nın Odessa limanındaki tahıla diktiği göz, bana Gülbenkian’ın hayatı boyunca sürdürdüğü yatırımlarını korumak ve hayatta kalmak için yaptıklarının uluslar arası bir versiyonunu hatırlattı.
Bilmeyenler için ‘Bay yüzde 5‘ petrol baronu, Üsküdar doğumlu Osmanlı Ermenisi Calouste (Kalust) Sarkis Gülbenkian, 1955 yılında öldüğünde dünyanın en zengin insanı olduğu söyleniyor. Osmanlı topraklarında bulunan petrol yatakları (o dönem için Musul, Kerkük vs) için imzalanan kontratlardan aldığı komisyonlar nedeniyle ‘Bay yüzde 5’ lakabıyla biliniyor. Çeşitli zamanlarda vatandaşlık haklarını kaybetmiş ve sonra geri almış, olsa da bir Osmanlı, İngiliz Krallığı, İran ve Portekiz vatandaşı.
Bunlardan üçünden diplomatik pasaportu var.
Neyse konumuz Gülbenkian değil. Onun hikayesinin sadece zenginliği kısmı ile ilgilenir insanlar genelde ama Jonathan Conlin’in “Bay Yüzde Beş: Dünyanın en zengin adamı Kalust Gülbenkiyan’ın pek çok hayatı” kitabında Gülbenkian’ın anılarından ve siyasi deneyimlerinden de hala bugün yararlanmak mümkün.
Gülbenkian anılarında hayattan üç ders aldığını anlatır.
İlki, “şu ya da bu şirketle bağlanmaktan tamamen uzak durmak”. Ki herhalde bu sayede herkesle iş yapabiliyordu.
İkincisi, “Petrol gruplarının hükümetleri etkilemek için kontrol ettikleri ipler aracılığıyla yapabileceklerinin bir sınırı yok”.
Üçüncüsü de, “Petrol şirketlerinin daha yüce bir amaç uğruna hizmet etme isteklerini ifade etmeleri konusunda , bir İskoç deyişi gibi ‘şüphe ederim’” (Orijinali: I haw me doots about it.) sözleriydi.
İskoç atasözleriyle aram yok ama ilk iki dersi bugünün petrolü / gaz üzerinden okunduğunda siyasette olan biteni gayet net görmenizi sağlayabilir.
Öncelikle AB’nin Azerbaycan ile yaptığı gaz anlaşmasına bakalım.
AB, Rusya’ya enerji bağlılığını mümkün olduğunca azaltmak istiyor. Özellikle 2023 kışında Fransa ve Almanya’nın gaz krizi yaşaması gündemde. Kuzey Avrupa ülkeleri her ne kadar gaz onusunda rahat olsalar da (ki onlar Norveç’ten alıyorlar), genel anlamda Avrupa’da bir ülkede fiyat arası açıldıkça diğerleri de ortak pazar dolayısı ile fiyat yükseltmek zorunda kalıyorlar.
Bu da vatandaşın üzerine ek yük bindiriyor.
Yani aslında AB’nin kurucu ve büyük oyuncularının Rusya’ya bağımlılığı Belçika ve Hollanda gibi diğer küçük ülkelerdeki enerji fiyatlarını da oynatıyor.
Örneğin Fransa Fransa, elektrik şirketi EDF’yi kamulaştırmak için 9,7 milyar euroyu gözden çıkardı. Bunun sebebi devletin piyasaya doğrudan müdahale etme isteği.
Belçika’da üç farklı enerji şirketi var. Gaz fiyatları ikiye katlandığında, aslında Belçika’nın maliyeti artmamıştı, rakip şirketler bir diğerinin abonelerine “bize gelin eski fiyattan kontratınızı yaparız” dedi. Pazarın büyüklüğü belli. Herkes birbirinin müşterisini çaldı. Şirketlerin sesi bile çıkmadı.
Olaya sessiz kalan devlet de arada kazandığı vergiyle kaldı.
Aynı şekilde İspanya son dönem artan petrol fiyatlarını artık vatandaşına açıklayamaz hale gelince geçen hafta, ülke içerisindeki şehirlerarası ve şehir içi trenlerin yıl sonuna kadar ücretsiz olacağını açıkladı.
Vatandaşın kullanacağı bu trenlerin seferlerinin masraflarının da ülkede yüksek kar eden enerji şirketlerinden alınacağı açıklandı.
Bu arada normalde, İspanya AB’de benzinin en ucuz olduğu ülkelerden biri.
Peki, bayram değil seyran değil amcam beni niye öptü.
Çünkü artık insanların sesleri çıkmaya başladı. Covid’le hepimizi evlerimize kapatıp, sonrasında Ukrayna’dan gelen hiçbir mülteciye ne Corona aşısı uygulandı, ne de test. Bu da AB vatandaşlarında “madem aşımız var, testimiz var, niye ücretsiz bu hizmeti sunmadık” sorusunu sordurttu. Ve hatta mülteci karşıtlığını kışkırttı.
Bu arada diğer ülkelerden gelen mültecilere hala covid test ve aşı pasaportu zorunluluğu var.
Bir başka konu da Odessa ambarlarındaki, dünyanın tahıl ihtiyacının %10’una karşılık geldiği söylenen 20 milyon tonluk ürünler.
12 Temmuz’da İstanbul’da yapılan dörtlü görüşmelerden sonra Twitter’dan açıklama yapan Rusya’nın Türkiye Büyükelçiliği “Heyetimiz, mümkün olan en hızlı pratik çözüm için bir teklif paketi hazırlayıp sunmuştur.” dedi.
Ortak bir koordinasyon merkezinden tahıllar tarafsız bir şekilde dünyaya açılacak belki ama bu konuda son yangınlarla zarar gören Fransa en hararetli müşterilerden biri.
Fransa bu tahıllar olmadan zor durumda kalma kaygısı yaşıyor. Bu yüzden de AB’yi zorluyor. Daha fazla yaptırım daha fazla… Tahılların Türkiye’de kurulacak bir komisyondan ve boğazlardan dağılmasından ise Odessa’dan Fransa’ya doğru gitmesi daha işine gelir.
Enerji gruplarının hükümetleri etkilemek için kontrol ettikleri ipler aracılığıyla yapabileceklerinin bir sınırı yok.
Gerçekten de yok. Değil mi?
Gaz için iki üç ay önce ‘diktatör’ dedikleri Aliyev ile ‘başarılı’ anlaşmalar yapılabilir.
İç piyasada enflasyon oranları yüksek tutulup halktan kasaya para aktarılsın diye Odessa ambarlarındaki tahılla milletin gözü boyanabilir.
Oysa ki bu ürünlerin birçoğunu AB kendi içerisinde karşılayabiliyor. Fransa ve Almanya hariç.
Statista verilerine göre, tüm krizlere rağmen, kuraklık da işin içine katıldığında hala AB kendi kendine yeterliliğini koruyabildiği raporlandı.
Aslına bakarsanız AB’nin ithal sektörünün ilk 5’ine bile girmiyor.
AB’nin en çok ithal ettiği ürünler:
- yazılım lisansları
- bilgisayar ürünleri
- makine teknolojileri
- elektronik
- kimyasal ürünler / ecza
Her şey bir göz boyama. Her şey bir oyun bu aralar.
Gülbenkian’ın çözdüğü dünya düzeni hala enerji şirketlerinin etrafında dönüyor.
Daha ulvi bir amaç için yapılmayacak anlaşma, verilmeyecek özgürlük, verilemeyecek zayiat yok.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***