“Kendini başka bir adamın mevkisine koyabilen ve kafasının nasıl işlediğini kavrayan bir kimse, geleceğin kendisi için ne sakladığını merak etmekten kurtulur.”
Dale Carnegie
Bu haftaki yazım hafta içi düşüncelerimi ve en önemlisi hissettiklerimi paylaştığım bir tweet sonrası yaşadığım sosyal medyada tehdit ve linç neden olan konu üzerine olacak.
Bildiğiniz gibi ülkenin sinema tarihinde önemli bir yer tutan ve bana göre dünyanın neresine giderse gitsin iyi bir oyuncu olabilecek yetenekte olan CÜNEYT ARKIN’ın vefat haberini aldık. Vefatını öğrendikten sonra çektiği filmlerin gençlik yıllarımda hayatım üzerindeki yansımasını anlatan bir paylaşım yaptım. Desteklenip paylaşılması sonrası aldığım tehditler nedeniyle paylaşımımı kaldırmak zorunda kaldım. Bu yazıma vesile olan tweeti yazının en başında paylaşayım:
“Cüneyt Arkın’ın oyunculuğu üzerine kelam edemem ama oynadığı sinemaların Hristiyanlara ve en önemlisi Rum kadınlara dair nefret söylemleri yüzünden, özellikle genç neslin bizlere bakışındaki olumsuz görüşlerinde payı olduğunu düşünüyorum.’’
Tabii ki bu paylaşım geçmişte yaşamış olduğum veya içinde bulunduğumuz durumlardan kaynaklı bir hissin dillendirilmesiydi. Belki de çokça güzelleme yapılan bir insanın bir başkasında yarattığı tahribata empati yapılmasına vesile olmasını sağlar diye umdum.
Kendi sosyal medyam incelediğimde sol duyulu olduğunu düşündüğüm veya sağda siyaset yapan arkadaşlarımla benim görüşümün çok az örtüştüğünü fark ettim. Ağırlıklı olarak sağ siyaseti benimseyen veya sol siyasete yakın arkadaşların, Arkın’ı över paylaşımlarda bulunmuşlardı. Diğer yandan kadın hakları çalışmalarında yer alan arkadaşlarımın, Arkın sinemasındaki Bizanslı Hristiyan kadın figürüne verilen rollere dair tepkisi yok denecek kadar azdı.
Gördüğüm cılız tepkiler, sadece az kalmış ben yaşlarda zaten az sayıda Hristiyan kadınlardan geldi. Benim paylaşımım sonrası anlattıkları geçmişte yaşanmışlıkların, hissiyatımın, duygumun ne kadar doğru olduğunu gösterdi.
Genel olarak paylaşımıma binlerce destek mesajı geldi fakat tehditlerin özellikle trol hesaplardan artması nedeniyle tweetimi kaldırdım. Bunu geri bir adım olarak görenler olduysa beni destekleyen dostlardan özür dilerim. Daha sonra paylaşımımda ifade ettiğim gibi sözümün arkasındayım. Bu durumu, kendimi ve neden böyle bir paylaşım yaptığımı daha uzun bir yazıyla bu sayfada daha iyi anlatabilirim diye düşünüyorum.
Tek kanallı dönemde onlarca Arkın sineması izleyen nesilden gelen biriyim. Ülkede az bırakılmış Rum, Ermeni ve dolayısıyla Hristiyanların zihinlerde tanımlanmasının özellikle o dönem gazete ve televizyon üzerinden olduğunu görürdük.
Darbelerden sonra zaten özgür kitap kıtlığının olduğu ve mahallelerdeki Hristiyan nüfusun da çok azaldığı dönemdi. Kendimiz dışımızdaki halklarla aynı ortamda bulunduğumuzda bu tarz sinemalar üzerinden bizlere o gözle bakan nesille defalarca temas kurmuş biriyim.
Örneğin bir Arkın filminde ve benzerinde papazın Haç çıkarması (İstavroz) ile dalga geçilmesi bir şaka konusu olarak görülür, dalga geçilirdi. Ergen olduğunuz bu dönemlerde böyle bir durumun nasıl hissettireceğine empati yapmanızı öneriyorum. Sınıfınızda tek Hristiyan sizsiniz ve sizi bir önceki gün izlediği filmin etkisiyle tanımlayan sınıf arkadaşlarınızı düşünün. En can alıcısı reel tarihi o izlediği sinemalardaki haliyle sanmaları en acayibi olurdu.
Arkın filmlerinde ve benzerlerinde özellikle Hristiyan (kafir) kadın rolü genelde erkek meraklısı olurdu. Bu erkek meraklısı olma halinin aslında ülkede yaşayan Hristiyan kadınlarda da benzer olacağı görüşünün erkeklerin kafasında nasıl algıladığına şahitlik ettim. Bugün konuya başka türlü bakabiliriz. Toplumun bilgi kaynakları daha fazla. O günlerdeki algı çalışması ne yazık ki çok daha etkiliydi. Başarısını da Hrant Dink Vakfı’nın yaptığı medyada nefret söylemleri çalışmasının sonucunda görüyoruz.
Hristiyan dini mekanlarındaki çekimler ve din insanlarının o filmlerdeki tasvir ediliş şekli zaten bugün bile genel toplumun bakışından belli oluyor. Düşünün Gezi döneminde camiye ayakkabı ile girilmesi ne kadar büyük bir infial yaratmıştı. Fakat diğer dini bir mabede bakışı sizin yorumunuza bırakayım.
Hristiyan toplumlara kafir, kahpe, sahtekâr, entrikacı gibi daha fazla örneğini sayabileceğimiz nefret diliyle hitap ederek toplumun çoğu kesiminde yaratılan bu algı aslında tek kanallı dönemde hayata geçirilen sistematik bir planlamanın parçasıydı.
Bu bakış sayesinde zaten netice olarak tahmini 2.000 civarında Rum, 40 bin civarı Ermeni, 10 bin civarı Yahudi ve diğer Hıristiyan halklardan 10 bin civarı bir toplum haline dönüştük. Özellikle 1950’lerden sonra her şeye rağmen kalan insanlar da 80’lerde göç etmek zorunda kaldı. Bu algı çalışmalarının bir parçasında ne yazık ki büyük oyuncu Cüneyt Arkın da yer aldı.
Arkın’ın Tarık Akan’ın yanında rol aldığı Maden filmi (1978) yadsınamaz. Yılmaz Güney’e verilen ödülü Güney alamadığı için kendisine verilmesini kabul etmeyişinin değerli bir duruş olduğunu asla inkâr edilemez. Dönemindeki oyunculuk başarısı takdir edilecek bir durumdur. Fakat çokça oynadığı rollerle sistematik algı çalışmasının parçası olması kendisini eleştirmeme vesile oldu. Kendisinin sadece oyuncu olduğu ve esas senaryo yazanın önem arz ettiği eleştirime anti-tez olarak söylenebilir. Tabii ki bu bir cevap olabilir ama büyük bir oyuncu olarak bu rolleri siyasi görüşleri nedeniyle de kabul ettiği ortada. Bu rolleri kendisine kimse zorla oynatmadığını tahmin etmek güç olmamalı.
Yakın zamanda NETFLIX’de benim de takdirle izlediğim bir Türkiye yapımı olan KULÜP dizisi yayınlandı. Dizide Rum kadın rolü yine ne acıdır ki Yeşilçam geleneğini bozmayan benzer bir roldeydi. Gariptir ki bu yafta hali sanırım geçmişten günümüze gelip şimdiyi bile besliyor.
Benzer olumsuz algı çalışmasının bugün özellikle Kürt ve Roman toplumu için televizyonda yapıldığını söylemem gerekiyor.
Medyadaki paylaşımımdan dolayı gelen eleştiriler sonrası benim de arafta kaldığım bir durum oldu. Bazı arkadaşlar zamanlaması üzerine eleştiri yaptılar. “Keşke bugün yazmasaydın” diyen insanların sözlerini tekrar düşündüm.
Buna cevabımı camide saf tutulduğunda hocanın sorduğu soruyu cevaplayarak vereceğim.
– Rahmetliyi nasıl bilirdiniz?
– Büyük oyuncuydu fakat bizleri üzdü. Belki dünyayı kurtaran adam oldu ama mahallesinde yaşayan Tasula’yı, Sofi’yi, Veta’yı, Elena’yı ve Papaz Yorgo’yu çok kırdı.
Yazım yeni tartışmalara vesile olabilir, bilemiyorum. Kimseyi kırmak ya da üzmek değil amacım. Sadece bende bıraktığı duyguyu anlatmak istedim. Yazımı okuyanların empati yapmalarını istiyorum sadece. Ya siz Rum Hristiyan bir kadın olarak bu coğrafyada doğsaydınız?…
Yazımın sonunda birlikte çalışma onuruna eriştiğim ve annesi Hatun ana, Ermeni olduğu iddiasıyla mezarında saldırılara maruz kaldıktan sonra sağlığını kaybeden siyasetçi AYSEL TUĞLUK’a özgürlük çağrısı yaparak bitirmek istiyorum. AYSEL Başkan, elbet sözleştiğimiz gibi bir gün Dersim üzerine sohbetimizi uzun uzun mutlaka yapacağız.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***