Havaların ısınmasıyla birlikte orman yangınları da artmaya başladı ve muhtemelen önümüzdeki birkaç ay boyunca yangınların söndürülmemesinden sabotaj iddialarına kadar pek çok tartışmaya tanıklık edeceğiz. Türkiye’deki siyasi iklime uygun ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı söylemler orman yangınlarında da baskın geliyor ve söndürülmesi gereken yangınlara benzinle gidiliyor.
Oysa uzmanlara göre orman yangınlarının önemli bir bölümü, bütünlükçü tedbir stratejileriyle engellenebilir. Fakat esas mesele orman yangınları da değil. Zira her yıl orman yangınlarından dolayı kaybettiğimiz alanların üç katı, mevcut kanunlar kullanılarak yok ediliyor. Fakat kimse meselenin bu yönünü görmüyor…
İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Orman Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay’a kulak veriyoruz…
Önceki yıllara ve iklim krizine bakıldığında bu yıl orman yangınları konusunda bizi ne bekliyor?
2022 yılının bahar ayları 2020 ve 2021 yıllarına göre daha yağışlı geçti. Dolayısıyla yere düşmüş ağaç yapraklarının oluşturduğu yanıcı maddeler nemliydi ve aslında Haziran ayında Marmaris’tekine benzer bir yangın çıkmasını beklemiyorduk. Temmuz ayı itibariyle sıcaklıklar daha da yükselecek ve bahsettiğim nemli yanıcı maddeler kuruyacak. Son Marmaris yangınında gölgedeki sıcaklık 30-35 derece arasındaydı. Önümüzdeki günlerde bu sıcaklıklar 40 dereceyi aşabilir. Nitekim geçen seneki yangın döneminde sıcaklıklar Marmaris’te, Manavgat’ta 45 dereceyi aşmıştı. Benzer bir sıcak hava dalgası geldiğinde ve nemlenmiş olan yanıcı maddeler kuruduğunda risk daha da artacak. Dolayısıyla küçük bir kıvılcımla büyük yangınların çıkma olasılığı yükselecek.
İklim değişikliğinin yangın rejimi üzerindeki etkisi nedir?
Daha önce pek olmayan bir şey oluyor ve bu sene olduğu gibi artık Haziran ayında da büyük yangınlar çıkabiliyor. 2020 yılında Hatay’ta gördüğümüz üzere Eylül-Ekim aylarında da büyük yangınlar yaşanmıştı. Velhasıl eskisinden çok daha fazla önleyici tedbir almak zorundayız. Yoksa çıkmış bir yangına uçakla, helikopterle müdahale etmeye kalktığınızda geç kalmış oluyorsunuz. Çünkü iklim değişikliği yangınların kısa sürede büyüyüp yayılmasına neden oluyor.
ORMANA KIVILCIM DÜŞTÜĞÜ AN ARTIK GEÇ KALINMIŞTIR
O halde çıkmış bir yangınla nasıl baş edilebilir?
Yangın çıktığında kamuoyu uçak, helikopter ve yerden müdahale konusuna odaklanıyor ama öncelik, bu yangınların çıkış nedenlerine odaklanmak olmalı.
Yangınların çıkış nedenleri neler?
“Yangın üçgeni” dediğimiz unsurlar başta geliyor. Hava, yanıcı madde ve kıvılcım. Ormanlardan havayı, oksijeni uzaklaştıramayacağımıza göre, yanıcı maddeyi ve kıvılcım çıkmasına neden olan faaliyetleri azaltabiliriz. Oysa kıvılcım düşüyor, duman tütüyor, İHA’lar veya yangın kuleleri bunu görüp alarm veriyor ve her şey başladıktan sonra müdahaleye yöneliniyor. Dolayısıyla ormana kıvılcım düştüğü an artık geç kalınmıştır. Yangında alınacak esas önlem, kıvılcımın düşmesini engellemektir.
Orman yangınları hep bu kadar fazla mıydı, yoksa görünürlüğü mü arttı?
Hayır, orman yangınları giderek artıyor. 1990’larda Türkiye’de yılda ortalama 1500-2000 orman yangını çıkarken, son on yılda bu sayı yılda 2700’e çıktı. Geçen sene 2800 orman yangını çıktı. Bunların hepsini kontrol altına alamazsınız ama çiftçiyi eğiterek, elektrik nakil hatlarının ormanlardan geçirilişini engelleyerek veya var olanların denetimini, kontrolünü yaptırarak bu yangınları ciddi oranda azaltabilirsiniz.
DOĞAL SEBEPLİ ORMAN YANGINLARININ ORANI YÜZDE 10-12 CİVARINDA
Anız yakma gibi bilinçsiz, otel yapma amaçlı veya sabotaj gibi bilinçli orman yangınlarından çok söz ediliyor. Türkiye’de yangınların ana ve baskın sebebi nedir?
Yıllara göre değişse de her yıl yüzde 10-12 civarında doğal sebepli orman yangınından söz edebiliriz. Orman yangınlarında yüzde doksan oranında insan etkisi var. İnsan etkisi derken illa kasıtlı yangından söz etmiyorum. Bazen ihmal, bazen ormanın içinden geçerken arabanın camından dışarıya atılan bir izmarit, piknik yaparken yakılan ateşin tamamen söndürülmemesi, hasat sonrası anız yakılması gibi nedenler var. Ayrıca orman içinde yapılmış çeşitli tesisler, baz istasyonları var. En önemlisi de elektrik nakil hatları. Son Marmaris yangınında olduğu gibi kasıt unsurları da var tabii. Ailesine kızan biri gidip ormanı ateşe veriyor. İstisnai olsa da, orman işçisi alımları devam etsin diye çıkartılmış yangın olduğunu da biliyoruz. Tarla, yerleşim yeri açmak için yakılan yerler de var. Bazen terör örgütleri de kasti yangınlar çıkartabiliyor.
Twitter hesabınızdan yayınladığınız ve Orman Genel Müdürlüğü’ne ait 2021 yılı istatistiklerine göre orman yangınlarının yüzde 33’ünün sebebi bilinmiyor, yüzde 27’sinin sebebi enerji, yüzde 33’ünün nedeni ise “diğer kasıt”. Oysa geçen sene orman yangınları hep sabotaj, terörist saldırı olarak kodlanmıştı. Aktardığınız istatistiklere göreyse orman yangınlarında “terör etkisi” yüzde 0!
Aslında bahsettiğiniz veriler hektar olarak yanmış olan alanlara dair bir istatistik. Çıkan yangın sayısına baktığınızda ise “sebebi bilinmeyen” yangınların oranı yüzde 48 civarında. Geçen sene 140 bin hektarlık alanın yüzde 27’si enerji hatlarından, enerji tesislerinden yanmış. Ama geçen seneki 2800 kadar yangından 124 tanesi enerji nakil hatlarından dolayı çıkmış. Yani çıkan yangın sayısıyla yanan alan oranını karıştırmamak gerekiyor. 2021 yılında enerji nakil hatları 124 yangına sebep olmuş ama yanan alanın yüzde 27’sini bu oluşturuyor.
Neden böyle?
Çünkü enerji nakil hatları genellikle dağ başlarından, yolların olmadığı bölgelerden geçtiği için, oralarda çıkan yangınlara müdahale etmek zor oluyor. Bu da yangının daha da büyümesine sebebiyet veriyor.
Peki sebebi bilinmeyen yangınların sebebi ne olabilir?
Kasıtlı yakılmış olabilir, kaza olabilir. Ama bu konuya odaklanmak gerekiyor. Çünkü sebebi bilinmeyen bu yangınlar insan eliyle, kazara yahut kasten çıkartılmış ise, sorumlularının bulunup cezalandırılması caydırıcı sonuçlar yaratabilir.
DENETİM YAPILMADIKTAN SONRA ORMANA GİRİŞ-ÇIKIŞ YASAKLARININ ANLAMI YOK
Sebebi bilinmeyen yangınların sebebi nasıl ortaya çıkartılabilir ki?
Orman yangını riskinin artmaya başladığı Mayıs ayından itibaren sıkı denetim mekanizmalarının devreye sokulması gerekiyor. Örneğin geçen sene İzmir’de, kısmen Muğla’da, Hatay’da ormana giriş-çıkışlar yasaklandı ama denetim yapmadıktan sonra konan yasağın anlamı kalmıyor. Dolayısıyla Orman Genel Müdürlüğü’nün orman muhafaza memuru sayısının artırılması gerekiyor. Yetersiz kalınan yerlerde İçişleri Bakanlığı’na bağlı Jandarma, Emniyet gibi kurumların personelinin denetim yapması önleyici tedbir açısından etkili olur.
Sokaklarda ne işe yaradıkları meçhul olan bekçileri alıp ormanda görevlendirmek de mümkün, değil mi?
Bu da bir alternatif tabii ama onların konaklamasından yiyip içmesine, devriyesine kadar, her şey bir organizasyon gerektiriyor. Fakat her durumda yangının esas önleyici unsurunun uçak, helikopter olmadığını, ilk kıvılcımı engellemek gerektiği unutulmamalı.
RESMİ VERİLER, TERÖR ÖRGÜTLERİ TARAFINDAN YAKILAN ORMANLARIN ÇOK OLMADIĞINI GÖSTERİYOR
Hemen her yaz korkunç orman yangınları yaşanıyor ve binlerce hektarlık alan küle dönüyor. Peki yangından sonra buralarda ne oluyor?
Türkiye’de orman yangınları da maalesef siyasileşmiş durumda. Kamuoyunun bir kısmı ormanların otel yapmak için, bir kısmı ise terör örgütleri tarafından yakıldığı düşüncesinde. Oysa resmi veriler, terör örgütleri tarafından yakılan alanların çok da olmadığını gösteriyor. Öte yandan birkaç kötü örnek dışında, yanan alanlara bırakın otel yapmayı madencilik izni bile verilmiyor. Geçen yıl 140 bin hektar ormanlık alan yandı ve buralara herhangi bir otel, tesis veya maden izni verilmediğini söyleyebiliriz. Ama buna rağmen yangınlardan sonra kamuoyunun bir bölümü “otel için yakıyorlar”, bir bölümü de “vatan hainleri ormanları yakıyor” diyor.
“Birkaç kötü örnek” dediniz. Hangi örnekler?
Örneğin Bodrum-Güvercinlik’teki bir otel böyle bir alana yapıldı. Fakat bundan çok daha tehlikeli bir olayımız var.
OTEL İÇİN ORMAN YAKMAYA GEREK YOK, TURİZMİ TEŞVİK KANUNU VAR!
Nedir o?
Türkiye’de ormanlık alanlara otel yapmak için oraları yakmaya gerek yok. Turizmi Teşvik Kanunu gereğince deniz kenarındaki herhangi bir yer “turizm gelişim bölgesi” ilan edilip oteller yapılabiliyor. Dolayısıyla böyle bir kanun varken orman yakmakla uğraşmalarına gerek bile yok. Bir yeri “turizm gelişim bölgesi” ilan ettirir, ağaçları keser, otelinizi yaparsınız! Ege ve Akdeniz’de bu şekilde yapılmış onlarca otel var. Özellikle Güvercinlik’teki hadisenin kamuoyunda büyük tepki yaratması üzerine de yanan ormanların yerine otel veya tesis yapılması pek söz konusu olmuyor. Hatta böyle yerlerde önceden kurulmuş tesisler varsa da, bunların lisansları iptal ediliyor. Fakat ormanlık alanlarda, oralar yanmamış olsa da elektrik tesisleri, dini tesisler, çöplükler vs, için tahsis edilen onlarca yer var. Kamuoyu orman yangınlarına çok odaklanıyor ama bu şekilde kaybettiğimiz orman alanları, yangınlardan kaybettiğimiz alanlardan çok daha fazla!
Yani yanmamış ama Turizmi Teşvik Kanunu kapsamında işletmelere tahsis edilmiş alanlar, yanan orman alanlarından daha mı fazla?
2021 yılını hariç tutarsak, aynen öyle! 2021 yılında 140 bin hektar ormanlık alan yandı ama 2020 yılına kadar yıllık ortalama 9-10 bin hektar alan yanıyordu. Buna mukabil ormanlık alanda, ormancılık dışı uygulamalar için verilen izinler yıllık 30-35 bin hektar civarındaydı. Yani yanan alanların üç katı, ormancılık dışı uygulamalara, madencilik, enerji tesisleri, yollar, köprüler, üniversite kampüsleri, oteller vs, için tahsis ediliyor. Fakat bunlar hep “kamu yararı var” denilerek sunulduğu için toplum tepki göstermiyor.
Peki her yıl yangınlardan kaybedilen orman alanlarının üç katını bu şekilde imara açmaya kim karar veriyor?
Madencilikle, enerjiyle ilgili kanunlarda bunun yolu var. Dahası, Orman Kanunu’nun 16, 17 ve 18’inci maddeleri de belirleyici. Orman Kanunu’nun 16. Maddesi, ormanlık alanların madenciliğe açılmasına dair izinleri düzenliyor. Enerji Bakanlığı bu kanun kapsamında önce maden arama, sonra işletme ruhsatı dağıtıyor. Şirketler bu ruhsatı aldıktan sonra Orman Bakanlığı’na başvuruyor. Bakanlık da incelemeyi yapıp söz konusu yerlerde madencilik izni verip vermeme kararı alıyor.
Bu başvuruların yüzde kaçı şirketlerin lehine sonuçlanıyor?
Neredeyse tamamı.
Yani orman yönetiminde tam bir “orman kanunu” işliyor, öyle mi?
Evet, bir bakıma öyle. Maden ve turizm kanunları, hatta Yenilenebilir Enerji Kanunu da buna Orman Kanunu’na dayanıyor. Orman Kanunu’nun 17. Maddesi “kamu yararı ve zaruret olması halinde ormanlıklıklardan izin verilebilecek” tesisleri düzenliyor. Bunlar her yıl güncellenir ve sürekli artar. Yollar, kampüsler, dini tesisler, havalimanları, havadan oksjien-hidrojen-azot ayrıştıracak tesisler, patlayıcı depolama alanları, köprüler… Bunların toplamı, yanan orman alanlarından üç katı kadar.
YANAN ORMANIN GERİ DÖNÜŞÜ VAR AMA ORMANLIK ALANLARIN TESİSLERE AÇILMASININ GERİ DÖNÜŞÜ YOK
Yanan orman alanlarına ne oluyor peki?
Anayasanın 169. Maddesi’nde yanan orman alanlarının yeniden ormanlaştırılması hükmü var. Yanan orman alanlarının çoğunu yeniden ağaçlandırmak, yangından zarar görmemiş tohumlardan yararlanarak vs, gençleştirmek mümkün. Ama az önce bahsettiğim tesisler, maden alanları vs, için tahsis edilen bölgeler bir daha ormanlaşmayacak. Dolayısıyla orman yangının geri dönüşü var ama ormanlık alanların şirketlere tahsis edilmesinin geri dönüşü yok.
Neden?
Örneğin İstanbul’daki mega projeler kapsamında ormanlık alanlar şirketlere 49 yıllığına kiralanıyor, sonra 99 yıla uzatılabiliyor. İstanbul Havalimanı, bağlantı yolları, otel gibi tesislerin bu açıdan bir daha orman olma ihtimali yok. Dolayısıyla kamuoyunun orman yangınlarına uçak müdahalesinden çok önce duyarlılık göstermesi gereken hususlar var.
MUHALEFET KAMUOYU YARATMAKTAN ZİYADE KAMUOYUNUN PEŞİNDEN GİDİYOR
Muhalefetin meselenin bu boyutuna eğilip kamuoyunu bu bağlamda duyarlı kılmaya çalıştığını düşünüyor musunuz?
Genelde muhalefet kamuoyu yaratmaktan ziyade kamuoyunun peşinden gidiyor. Örneğin köylüler taş ocağına tepki gösterdiğinde ve bir kamuoyu oluştuğunda, muhalefet onlara destek amaçlı ziyaretler yapıyor. Şu anda kamuoyunda, ormanlık alanlardan verilen izinler konusunda çok büyük bir tepki oluşmadığı için muhalefet de bunun üzerine gitmiyor. Fakat 2019’da İzmir, 2020’de Hatay ve Mersin yangınları, 2021’de büyük travmalara neden olan yangınlar nedeniyle kamuoyunda yükselen bir hassasiyet var. Muhalefet de bunun farkında ve ama daha ziyade uçak, helikopter eksikliği üzerinden siyaset üretiyor. İktidar ise ormanların başkaları tarafından kasıtlı olarak yakıldığına dair iddialara, iklim değişikliği gibi gerekçelere sığınıp “elimizden geleni yaptık, yapacak başka bir şey yok” diyor. Oysa ne muhalefetin ne de iktidarın söylemi doğru.
Peki yeterli düzeyde uçak veya helikopter tahsis edilse, yangınların kısa sürede söndürülmesi mümkün değil mi?
Bu araçlar yangın çıktığı anda etkili olur. Oysa yangın çıktığında uçak ve helikopterlerin olay mahalline intikali en erken 30 ila 45 dakikada oluyor. Çünkü kıvılcım düşmüştür, duman çıkmıştır, ihbar gelmiştir, alarm çalmıştır ve ancak o zaman havaalanındaki uçak ve helikopterin motorları çalıştırılmış, havalanmış, su almış, yangın bölgesine gitmiştir. Bu ciddi bir zaman kaybıdır. Oysa iklim değişikliğinin de etkisiyle, çıkan bir yangın çok kısa sürede büyüyüp her yere yayılıyor. Örneğin geçen seneki Manavgat yangını bir saat içinde 10 kilometrelik yol aldı. Bu yılki Marmaris yangınında da gördüğümüz gibi, ilk gün evet, yeterince uçak yoktu. İkinci gün yirmi helikopter ve on dört uçak tahsis edildi, sonrasında bu sayı arttı. Ama yangın ancak dördüncü gün kontrol altına alınabildi. Uçak sayısının artırılması da çözüm değil. Çünkü orada da bir hava trafiği var, herhangi bir kaza olmasın diye uçaklar sıraya giriyor. Yangın büyüdükten sonra yer ekipleri devreye giriyor ve uçaklar, helikopterler yangını söndürmek değil, ancak yangın hızını azaltmak, kritik yerleşim bölgelerinin çevresini nemlendirmek, yani süre kazanmak için işlevselleştirilebiliyor. Öte yandan kamuoyunun uçak-helikopter yönündeki baskısı, sorumlu kurumları paniğe sevk ediyor. Bu da çeşitli hatalara neden oluyor.
Ne gibi hatalar?
Mesela geçen seneki Manavgat yangını büyüdükten sonra, yakın illerdeki uçak-helikopterler Antalya’ya çekilmiş ve bu araçların getirildiği illerdeki savunma gücü azalmıştı. Oysa aynı anda oralarda da yangınlar çıkabilir. Nitekim geçen sene 28 Temmuz’da Manavgat’ta yangın çıkınca Antalya, Adana, Mersin, Muğla’dan ekipler oraya getirilmişti. Fakat ertesi gün, 29 Temmuz’da Marmaris yangını çıktığında, müdahale edecek yeterli personel yoktu. Bu seneki yangında da herkes uçak-helikopter meselesine odaklandı. Yangın büyüdüğünde yerden müdahale çok daha kritikken, kimse yerde çalışan personel sayısının yeterliliğini sorgulamadı bile. Halbuki geçen sene, orman yangın işçisinin az olduğunu görmüştük. Bunun üzerine 10 bin personel alınacağı açıklandı, sonra bu sayı 5 bine indirildi ve alım süreci de bu senenin Haziran ayına kadar uzadı. Oysa daha Mart ayında bu alım sürecinin tamamlanmış ve personelin hazırlanmış olması gerekiyordu. Bu seneki Marmaris yangınının çok büyümesinin bir nedeni de bölgenin engebeli olması, rüzgarın şiddeti ve yol ağının yeterli olmamasıydı. Uçağınız, helikopteriniz ve yer personeliniz yeterli olsa bile, yol ağınız iyi değilse veya onların bakımını yeterince yapmamışsanız, kara ekiplerini oraya yollayamazsınız. Uzun lafın kısası, bu meseleyi dar bir başlığa sokup oyalanmak, kamuoyunun gözünü boyamaya çalışmak yerine bütüncül, gerçekçi bir önleyici tedbir stratejisi geliştirmek zorundasınız.
Yarın: İdam cezası orman yangınlarını önler mi?
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***