YORUM | VEYSEL AYHAN
Önünüzde ses geçirmez bir cam ve ardında konuşmak istediğiniz bir insan olsa. Sesleniyorsunuz ama sesiniz ulaşmıyor. Telefon açmak zorunda kalıyorsunuz. Numarasını yazıp arama düğmesine basıyorsunuz. Muhatabınızın telefonunun çalması için ne gerekir? Bu aramamın baz istasyonunu ve uyduları dolaşması ve telefon hizmeti aldığım operatörden onaylanması gerekir. Ücretini ödememişsem telefonum aramaya kapatılmıştır ve ben ne yapsam sesim ahizeden size ulaşmaz.
Tebliğde insanların gönlüne girmek, kalplerinin aydınlanmasına vesile olmak bizim elimizde değildir. Sözle veya kitapla tebliğ yapmayı düşünüyorsak hüsnü kabul tamamen Allah’ın elindedir. “Sen dilediğin kimseyi doğru yola eriştiremezsin, lâkin ancak Allah dilediğini doğruya ulaştırır.” (Kasas: 56). Ben insanlara tesir edemem. İnsanların gönlüne giremem. İnsanların kalbine ‘iman nuru’ atamam. Yalnızca gerekli temsil ve tebliği yaparım. Ama bu tebliğ ve temsil “ilahi izin”den onay alırsa sesim muhatabıma ulaşır, “ilahi kabule” nail olur ve ancak o zaman karşı tarafın gönlüne girerim.
TEBLİĞ VE TEMSİLİN BAŞARISI
Hocaefendi’ye şu soru soruluyor: “Ben tebliğimden dolayı sizden ücret beklemiyorum.”(Yûnus: 72) ayetinin ifade ettiği neşri Hak için enbiyaya ittibaı ifade eden istiğna düsturu dolayısıyla tebliğ ve irşad vasıtaları olan şeylerden şahsi kazanç temini olabilir mi?”
Uzun bir cevabı var. Mutlaka okunmalı. Bir paragraf aktarayım:
“Neşr-i hak vazifesinde ne zaman olursa olsun, her devrin mürşitleri, enbiyayı izama iktida etmekle mükelleftirler. Hizmetini Allah için yapan hemen herkes; vaaz ve nasihat ederken, bir yerde sohbette bulunurken, gezerken, köy-köy, kasaba-kasaba dolaşırken, hak ve hakikatı neşretme karşılığında kat’iyyen bir şey almayacaktır. Evvela, sözün tesir etmesi, Allah’ın elindedir. Allah bu kimselerin sözlerinin tesirini, büyük bir ölçüde, onların hasbiliğine, diğerkâmlığına ve yaptıkları irşat vazifesi karşılığında hiçbir şey beklememelerine bağlamıştır. Enbiya-ı izâmın sözü tesirlidir, asfiyanın sözü tesirlidir. Günümüzde sözler tesir etmiyorsa, tesir için gerekli olan bir kısım şartları yerine getirmediğimizdendir. Evet, mükafatını dünyada almak isteyenlerin sözleri için Allah, sînelerde tesir yaratmamaktadır.”
Tekrar okuyalım. Muhteşem bir kriter: “Sözün tesir etmesi, Allah’ın elindedir. Allah bu kimselerin sözlerinin tesirini, büyük bir ölçüde, onların hasbiliğine, diğerkâmlığına ve yaptıkları irşat vazifesi karşılığında hiçbir şey beklememelerine bağlamıştır.”
Risale-i Nur 1953’te ilk basıldığı zaman Bediüzzaman hazretleri baskı parasını kendisi verir, “Bu parayı alın, kâğıt alıp matbaada bastırın” der. Talebeleri bulabildikleri başka paraları ekleyip güç bela bastırırlar.
İlk nüsha kendisine ulaştığında o kadar sevinir ki ayağa kalkıp getirenlere sarılır, kitabı bağrına basar, odada sevinçle döner. Ve şöyle der:
“Kardeşim ben şimdi âhirete gitsem gözüm artık arkada kalmaz; çünkü şimdiki neslin okuyacağı, anlayacağı bir lisanla onların ellerine bu Kur’an hakikatleri geçti. Elhamdülillah ben vazifemi yaptım” Ve ilk nüshayı cebinden çıkardığı kendi parası ile satın alır.
Tek bir toz zerresinin bulaşmadığı peygamberâne bir hayat. Nurlar ancak böyle bir hayata hediye edilebilirdi – ki edilmiş. Menbaı böyle.
Tebliğ ve irşat hedefli eserlerin alıcısına ulaşması, telif edilişindeki ihlasa paralel bir hasbilik taşımıyorsa maksat hasıl olmaz. Şimdiden sonra söyleyeceklerim sadece Nurlar ve Pırlanta serisi ile ilgili. Ve tabi ki sübjektif ve tenkide açık.
ÜÇ FAKTÖR
Diyelim ki Efendimiz’in (sav) nübüvvetine dair bir eser yayınladım.
Üç faktör söz konusu:
1- Emsalsiz bir istiğna ve eşsiz bir hasbilik ile yaşanmış müstesna, ulu’l azm bir peygamber (sav) hayatı.
2- Ve bu hayatın tarihteki belki en içten, ihlasla, hassasiyetle, göz yaşları içinde kürsüden anlatımı.
3- Bu anlatımı kitap halinde yayınlamak ve satmak.
Eğer son faktörde ilk iki faktöre uygun bir tavır takınılmazsa vefasızlık yapılmış olur. Yayın merhalesinde az da olsa benzer saikler, benzer beklentiler ve benzer tehalük olmazsa doku uyuşmazlığı nedeniyle benzer bir tesir hasıl olmaz. “Melikin atıyyelerini ancak matiyyeleri taşır.” Bir çimento torbası gelişigüzel taşınabilir. Ama ustasının bin bir emek ve sanatla yaptığı bir avizeyi çimento torbası taşır gibi taşıyamazsınız. Ancak ustanın hassasiyetleriyle taşırsanız kırıp dökülmeden hedefine ulaşır.
Bu durum tebliğin tüm enstrümanlarında (kitap, dergi, sohbet, online ders) geçerlidir. Rayiç piyasa kârlarıyla bu kutsi eserleri insanlara ulaştırmayı hedefliyorsam o hizmet enstrümanının tesiri -keşke kaybolmasa ama- kaybolur. Matbaa masrafı 12 kron olan bir kitabı kitapçılarda ticari amaçla satılan kitaplar gibi 120 krona satıyorsam ben işi kitap ticareti olanlar kadar kâr ediyorum demektir. Bunun da temelde mahsuru yok. Ama niyetim gerçekten Allah Rasulü’nü (sav) tanıtmak ise ne yapar eder, aracıları çıkarır, işletme giderlerini düşürür, hatta dönüşüm kağıdına basar bu eşsiz eserleri insanlara minimum fiyatlarla, zaten binbir mağduriyet yaşayan okura ulaştırmaya çalışırım. Ve kitapların müellifleri benimle iftihar eder.
Kâr etmek, ana faktör kabul edildiğinde tebliğin ses ve soluğu camın ardına ulaşmaz ve ufukta şefkat tokatları belirir. Kâr bir maslahat olunca sınırlar kalkar ve önüme çıkan her ticarî kalemde kâr etme hedefleri gündeme gelir. Asli misyonla ilgisiz eserleri satmak zarureti ortaya çıkar. Sonunda Hizmet’in tüzel kişiliği asli işlerini bir kenara itip esnaflığa soyunmuş olur.
Her şeye yeniden başlarken “Hizmet Hareketi’nin Temel Değerleri” belgesini bir anayasa gibi kabul edip Hizmet Hareketi’nin misyonuyla ilgisiz iş kalemlerinden, tıpkı siyasetten kaçar gibi, şeytandan kaçar gibi kaçmak lazım.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***