YORUM | M. NEDİM HAZAR
Konumuz yine kurban; her sene hacca denk gelen bayram! Bu konuda ilmi ve akademik anlamda söylenmedik söz kalmamıştır sanırım. Meselenin sosyal, psikolojik yönüyle ilgili yazılmış hatırı sayılı kitap ve araştırma mevcut.
Ne ki, ülkemiz beyaz insanının, kendi değerlerine koyduğu mesafeyi bir türlü kapatamamasından dolayı her yıl kurban mevsiminde benzeri tartışmalar da yapılmaya başlandı. Kurbanı bir tür ‘vahşet’ ve ‘kana susamışlık’ olarak görenler, görmek isteyenlerin duruşları değişmiyor. Bunda en büyük vebalin yine inançlı kesimde olduğunu da düşünmüyor değilim.
Hayata önem atfederken, başka şeyleri değersizleştirmek gibi bir huyu var modern çağ ideolojisinin. Bu itibarsızlaştırma budalalığı o kadar kendini kaybetmiş durumda ki, neredeyse Afrika çölündeki aslanları “Niye geyikleri yiyorsunuz?” diye kınayacak duruma gelmişiz!
Kainatın fıtratında olan şeyleri bir vahşet ve kıyım olarak görmeyi vicdan meselesi olarak algılatmaya çabalıyorlar.
Kıymak mesela, enteresan. Bebeğine kıyabilenler genelde kurbana ‘vahşet’ olarak yaklaşanlar. Uzaklaşmanın böylesi, gerçekten ibret verici. “Benim bedenim, benim kararım” diyenler, başkasının “Benim ibadetim, benim kurbanım” demesine tahammül edemiyor. “Kürtaja evet, kurbana hayır” mantığını, ünlü ve jüri üyesi bir düşünürümüzün dediği gibi “aklım almıyor!”
İnternette gezinmeyi bir tür özgürlük mücadelesi formuna çevirenlerin, ibadet özgürlüğüne karşı bu kadar sert ve anlayışsız olması başlı başına bir ‘ders’ değil de nedir. “İnternetime, pornografime, şuyuma, buyuma dokunma” ama ben senin kurbanına dokunayım… Ne âlâ!
Başka bir beylik klişe; dokunmak ve yanmak…
Aslında çok yakın kavramlar tartıştığımız şeylere. Zira kimlerin yanacağını söylüyor kutsal kitap. Nelere dokunulursa yanacağımızı, neye yaklaşırsak kurtulacağımızı. Mutlak özgürlüğün ‘ne’de olduğunu apaçık söylüyor üstelik.
Şöyle mesela: “De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir” (En’am:162).
Namazı insan kılar ama, namaz onu ‘kul’ yapar. Oruç, mümini tutmuyorsa, müminin orucu tutması pek anlamlı değildir. Ve kesmiyorsa bıçak, kirlenmişlikle, günahla ve kötü olan her şeyle aramızdaki bağı; akıtmıyorsa bir yıllık biriken tüm kirli kanları, kurban kesmenin anlamı da yok. Bıçak kurbana değil bizimle bunların arasına sürtülüyor aslında. Kesilen benliğimiz, kibrimiz, dünyeviliğimiz. Akıtılan da kendi günahlarımızın, veballerimizin bedeli.
Sevmek için kes, bedel ödemek için, sevindirmek için. O ki İbrahim’i sevindirmedi mi? İsmail’den daha büyük bir ödül mü olur?
Kaç İsmail’imiz var Allah aşkına? Bir bakın, feda edebileceğimiz şeyler ne kadar çok. Nelere sarılmıyoruz ki vazgeçmeyecek derecede?
Anladık, tüm bu çelişkilere rağmen kesmiyor bazıları kurban. Zordur çünkü biliyoruz. Bidayetinden beri zordu zaten. Diğerleri gibi. Sıcakta tutamadığımız oruç, kılamadığımız namaz, gidemediğimiz hac gibi. Bahanesi mi yok! Çok… Sırf bahaneye ikna etmek için yaratılmış mahlukat var. Meselenin sahibi öyle diyor bu işin rehberinde.
Tüm ibadetler Allah içindir. Hiçbir ibadet psikolojik veya toplumsal yarar için yapılamaz, bunu biliyoruz. Bununla birlikte her ibadetin psikolojik ve sosyolojik faydaları olduğunu da…
Kurban; şükür ve feragatin temsilidir. Tereddütsüzlüğün… Ve her sosyal ibadet gibi, toplum içindeki tüm katmanların yakınlaşması. Kurban; komşuya uzatılan el, fakirin tebessümü, yokluğa bile şükür!
Önce İbrahim (as) gibi ol, İsmail’ini bul. Sonra boynunu uzatacağın bir bıçak nasıl olsa bulunur!
Kimse kimseye zorla ‘kes’ diyemez zaten. Kesme ama hiç olmazsa sesini kes!
Kesemiyor musun?
Kıs bâri!
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***