Türkiye bin bir farklı dert, içinden çıkılması korkunç bir siyasi düzenle uğraşırken, kâbusun ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli, Topal Osman’ın hukuki itibarının iadesi için kanun teklifi verdi.
Topal Osman için ‘Giresun’un yiğit evladı’ ve ‘Millî mücadelenin yiğit ve kahraman evladı’ gibi ifadelere yer verilen teklif Bahçeli’nin 27. Yasama Dönemi’nde verdiği ilk yasa teklifi oldu. Topal Osman’ın kadim ve kıymetli hatırası Bahçeli’ye vekil olduğunu hatırlattı. Bu açıdan çok olumlu.
Bahçeli beyin tek derdi Topal Osman’ın olmayan itibarı bu günlerde… Öyle ya, memlekette dert yok, herşey çok iyi, dünyaya meydan okuyor, uzaya gidiyoruz. Tüm bunlar olurken kof bir ‘vatanseverlik’ ile ile dolup taşıyor siyasi ortam.
Topal Osman’ı gerçekten konuşmamız gerekiyor ve şimdi tam sırası çünkü bugün yaşanılanların Türkiye’deki cezasızlık ve cezasızlık kültürü ile büyük bir bağlantısı var.
Fiili veya yasal olarak bir hak ihlalinin, faillerinin var olan veya olması gereken yargı süreçlerine tabi tutulmaması veya uygun şekilde cezalandırılmaması ve mağdur edilenlerin onarım hakkına erişememesine — cezasızlık deniyor.
Uygulanmamazlık ve uygulamadaki yetersizliğin yanı sıra, Türkiye’de bazı suçlar konusunda mevzuat yokluğu, mevcut yasaların hak ihlallerini gidermeye uygun olmaması, mevcut yasaların hak ihlallerini gidermeyi engellemesi ve hukukun etkili şekilde uygulanmaması durumlarına da şahitlik ediyoruz.
Daha kısa ve net ifade etmek gerekirse, Türkiye’de cezasızlık “Vatan-millet uğruna işlenmesi gereken suçlardan dolayı suçlularının cezalandırılmaması” anlamına geliyor. “Devlet için plan yapmak, devlet üniforması ya da sivil olarak yapılan plana dahil olmak, her şey olup bittikten sonra gücünü kullanarak suçu aydınlatmamak” Türkiye devleti tarafından cezasızlık ile ödüllendiriliyor.
Türkiye’nin imzaladığı uluslararası sözleşmeler kapsamındaki yükümlülükler, insan hakları gibi evrensel değerler konu “vatan-millet” olunca hiçe sayılır. Hak ihlalleri, şiddet, işkenceler, tecavüzler, cinayetler, toplu katliamlar, yargı ve yürütme makamları tarafından tutarlı ve ayrımcı olmayan bir şekilde uygulanmaz.
Topal Osman “vakasını” konuşurken biraz geriye gitmek lazım. 2019’da AKP’li Nurettin Canikli ile başladı her şey. İmamoğlu’nu eleştirmek için anma gereği duydu katil Topal Osman’ı; o bölgede yaşayanların Türk kökenli olmadığını söylemekle yetinmedi, bölgeyi “gâvurlardan” temizleyen çeteci, işkenceci Topal Osman’ı da andı “Bölgeyi Pontuslaştırmak isteyenlere karşı verdiği mücadelenin bir benzerini şimdi biz veriyoruz” dedi.
İmamoğlu o günlerde “Övündüğünüz bir katil, sırasıyla, Rumları, Ermenileri, Kürtleri katleden bir cani, Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’i öldürebilecek kadar kontrol edilemeyen bir ölüm makinası. Mustafa Kemal’in yok ettiği bir çeteci. Utanmıyor musunuz!” diyemedi. Aksine sahiplendi. “Topal Osman’a bağlıyım” dedi.
Aldığı tepkileri bugüne kadar cevapsız bıraktı İmamoğlu. Hala aklımızı meşgul ediyor, bazılarının Türkiye’yi kurtaracak en önemli aday olarak gördükleri İmamoğlu, Topal Osman’ın işlediği insanlık suçlarını bilerek bunu sadece siyaseten söyledi ise, zordayız. Yok, eğer Trabzonlu olarak Osman’ın kim olduğunu “bilmiyorsa” daha da zordayız.
Canikli’nin ve akabinde İmamoğlu’nun çıkışları ne yazık ki Tansu Çiller’in yıllar önceki sözlerini hatırlattı. Çiller, meclis grubunda yaptığı konuşmada “Devlet uğruna kurşun atan da, kurşun yiyen de bizim için saygıyla anılır, onlar şereflidirler…” diyerek 1996’da, Balıkesir’in Susurluk ilçesinde meydana gelen trafik kazasıyla ete kemiğe bürünen derin devleti ve tetikçilerini savunmuştu.
Susurluk’un ardından, Abdullah Çatlı’nın cenazesi Türk bayrağına sarıldı. Cenazeye, İnterpol’ün kırmızı bültenle aradığı Haluk Kırcı katılabildi! Cenaze töreninde dağıtılan bildiride “Yıllar var ki ülkemiz örtülü bir savaş içinde. Çatlı bu savaşta yan tuttu. Yan tutmakla kalmadı, risk aldı, bedel verdi. Kılıç gibi savaştı, onurlu bir ömür sürdü. Hakka yürüdü” yazılıydı…
İçişleri Bakanı ve DYP Elazığ Milletvekili Mehmet Ağar kendisine yöneltilen suçlamalara karşılık “Bu mu olacaktı benim ödülüm?” dedi, istifa etti. Çiller sakindi. “Tak diye emrediyor şak diye yapıyorum” demesi üzerine adı “Tak-Şak Paşa”ya çıkan dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş ise gururluydu.
Özel timci Ayhan Çarkın’ın “Çillerli Yıllar” kitabında anlatıyordu: “Vur dediler vurduk, öldür dediler öldürdük”… Çillerin keyfi yerindeydi, vatanı kurtarıyorlardı. Operasyonlar, listeler, cinayetler, skandallarla dolu, kimsenin utanmadığı ama bir şekilde geçmiş ve günümüze da bağlanan yıllar… Mesut Yılmaz’ın koltuğu Çiller’den aldıktan sonra “’Örtülü ödeneği açıklarsam savaş çıkar, dünya birbirine girer!” dediği yıllar.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Milli Amele Hizmetleri, 50’lerde Özal Harp Dairesi, 80’lerde JİTEM, sonrasında Kontrgerilla, Derin Devlet, Ergenekon adlarına alan bu yapılanmaların atası Teşkilat-ı Mahsusa idi.
Ve Topal Osman, Teşkilat-ı Mahsusa üyesiydi!
Teşkilat-ı Mahsusa, İttihat ve Terakki’nin vurucu gücü, tetikçisi, Ermeni Soykırımı başta olmak üzere tüm katliamların muhatabı olan gizli devlet örgütüydü. Büyük sayıda nüfusun katli için paramiliter gruplarını örgütlemiş, çete liderlerini hapisten çıkarıp, çetelerinin basına yeniden geçirmekle kalmayıp, mühimmat sağladığı da belgelerle kanıtlanmıştı.
Jön Türklerle ortak kırım yapanlara, cellat ve katillerine yönelik Mustafa Kemal’in de tavrı devletçi idi. Divan-ı Harbi Örfi yargılamaları sırasında pek çoğu Mustafa Kemal’in önderliğindeki Anadolu harekâtına katılma ve korunma olanağı bulmuştu…
Ermeni Soykırımı, 6-7 Eylül, Dersim Harekâtı, Sivas, Çorum, Kahramanmaraş, Madımak katliamları, Hayata Dönüş Operasyonu, Uludere… Faili meçhul cinayetler, darbeler, darbe öncesi şartların olgunlaşması için operasyonlar, bombalanan Kürt köyleri JÖH/PÖH imzalı talan edilen yerleşim yerleri…
Cezasızlık durmadan yeni suçlar doğurdu. Bu suçları gerçekleştirenler de birey olma özelliğinden muaf tutuldu, dolayısı ile suç kurumsallaştı, devletleşti. “Katil devlet” sloganları tam da bu yüzden atıldı.
Devlet, halkın, ulusal iradenin yönettiği bir aygıt olmak ile derin devlet olmak arasında sallandı her zaman… Gladyo, JİTEM, Ergenekon ve daha birçok farklı isim ile işlenen cinayetler kutsandı. Katiller kahramanlaştırıldı.
“Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı derin devletinin ürünüdür” demişti bir konuşmasında Prof. Dr. Mahir Kaynak, salondakilerden biri “Türkiye Cumhuriyet’i ne zaman senarist olacaktır?” sorusuna cevaben. Kaynak, TC’nin bir Teşkilat-ı Mahsusa “ürünü” yani planı olduğunu anlatmaya çalışmıştı.
Bu sözler kuruluş felsefesini anlamak için çok önemli. “Beka” için, tüm yolların kutsanmasının ve derin devlet yapılanmasına saygı duyulmasının eski bir gelenek olmasının altınını çizilmesi çok önemli.
Topal Osman’ı hükümet ve muhalefetin birlikte kutsaması, unutmaması, torunu olabilmek için sıraya girmesi işte bu mirasın en güzel örneği.
Cemal Paşa’nın emrinde görev yapan Orgeneral Ali Fuat Erden, Çerkez Ahmet ve Halil’in idamları dolayısıyla kaleme aldığı “Çeteciler’de” şunları yazıyor: “Cellat ve katillere karşı minnet borcu ağırdır. Onlara kendilerine arz-ı ihtiyaç edenlere ve kullananlara tahakküm etmek isterler. Kirli işlerde kullanılan vasıtalar ihtiyaç ve istimal zamanında lüzumludurlar, fakat kullanıldıktan sonra baş üstünde taşınmayıp izale edilmeleri gerekir (tuvalet kâğıtları gibi).”
Topal Osman da onlardan biriydi. Yasal devlet yapısının dışında oluşturulmuş, devlet yetkisini kullananların meşruluk sınırlarının dışında giriştikleri şiddet eylemlerinin küçük bir figüranıydı ve Mustafa Kemal’in arzusu ile günü geldiğinde “izale” edildi.
Bugün altı çizilen bağlılık Topal Osman’a değil, derin devlete ve tetikçilerine duyulan saygıya ve minnete duyulan bağlılık aslında…
AKP’den kurtulunca bu saygı ve minnetten de kurtulacak mıyız?
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***