YORUM | M. NEDİM HAZAR
Alman gazeteci Laura Bertermann şöyle yazmış: “Bu sadece bir yarışma değil, kültürleri, eşitsizlikleri, benzerlikleri, eşitliği, sevgiyi, dostluğu ve eğitimi kutlamakla ilgili bir şölen…”
Sadece bir kez şahit olduğu kültürel bir aktiviteyi daha güzel tanımlayamazdı sanırım.
Kim ne derse desin yurtdışında açılan Türk eğitim kurumları yeşerdiği toprakların tarih boyunca üretebildiği en kıymetli hazinedir. Ve Türkçe Olimpiyatları da bu hazinenin en değerli markası.
Gördünüz işte, örgütlü cehalet el birliği içerisinde dümdüz ettikten sonra yerine değil aynısını benzerini bile koyamadı.
Milyonlar, milyarlar döktüler ama beceremediler.
Çünkü bu mefkûrenin içindeki samimiyet yoktu.
Zamanla kültür festivaline dönüşen dil olimpiyatları şartlar ne kadar olumsuz ve çetin olursa olsun bir şekilde devam etti.
Sevgi Kervanı kara kışın tüm şiddetine rağmen koyulduğu yolda usulca ilerliyor.
Dile kolay bu yıl yirmincisi düzenlendi dil ve kültür şenliğinin.
Araya giren pandemi ile seyircili ve katılımlı organizasyonlara ara verilmişti ve belli ki, seyircisi de özlemişti bu dırahşan çehreleri.
İmkan varken, bir şey üretmek çok önemli değildir.
Büyük organizasyonlara, çok önemli zatlar katılırlar.
Çünkü imkan vardır, çünkü esen her rüzgar yelkeninizi doldurur.
İmkan yokken böylesi bir organizasyonu devam ettirebilmek, inanılan mefkûrenin gücünü gösteriyor.
Eminim çok zor şartlarda ve kısıtlı imkanları sonuna kadar zorlayarak düzenlendi 20. Dil ve Kültür Festivali.
Aslında pek çok şey değişti ülkede ve dünyada.
Çok sular aktı barış köprülerinin altından. Çok fenalık yapılmaya çalışıldı yıkmak için.
Ancak değişmeyen şeyler de vardı.
Çocukların yüzlerindeki coşku, seyircinin yüreğindeki umut.
Şu ifadeler yine Alman meslektaşımdan:
“Seslerin Renkleri Şarkı Yarışması müthiş sözlerle başladı. Ve ismine yakışır şekilde; renkli kostümler, ateş gibi sesler ve yaşama sevinciyle parlayan dansçılar Eringerfeld okul oditoryumu sahnesini titrettiler. Gecenin tüm katılımcılarının seslendirdiği ‘Yeni Bir Dünya’ şarkısı, gecenin ilk performansı başlamadan önce yine ortalığı ısıttı…”
Hangi birinden bahsedeyim şaşırdım…
Misal, Kentucky’den Ameera, kendi yazdığı Falling isimli şarkısını güçlü bir sahne kullanımı ve bir şekilde Tina Turner tizlerini anımsatan büyük bir sesle söylerken seyirci adeta böylesi güçlü bir ses ile rahatladı… Ameera büyüledi adeta…
Bu kadar mı?
Değil elbette…
Endonezya’dan profesyonel bir opera sanatçısı edasıyla sahneye gelen Franziska ve geleneksel olarak şarkı söyleyen Arnavutluk’tan Arseldi seyirciyi melodinin kanatlarına iliştirip bambaşka vadilere taşıdılar.
İlle de Fransa’dan Clémentine Chanson… La Fou’yu öylesine muazzam bir sahne hakimiyetiyle ve hareketleriyle seslendirdi ki, Edith Piaf’a taş çıkardı.
Çok tutkulu bir performans da Romanya’dan idi. Magda Maria, derin sesi ve ana dilinde söylediği Seni Sevene Kadar şarkısıyla ilham verdi. Yarışmanın sunucusu Tobias Witton çocuklarının sesi karşısında defalarca temenna durdu.
Kenyalı dansçıların horon ve yerel dansları, Gürcü dansçıların Kafkas ritmi ile adeta sahneyi bir uçuş pisti gibi kullanmaları seyirciyi coştururken, bir ara sahnenin sağlamlığını aklıma getirdim. Zira zemin zangır zangır titriyordu.
Brezilyalı sevimli kız, Sahra Stamm öylesine pozitif bir hissiyat yaydı ki, Özgür Irkların Şarkısı’nı, ülkenin tipik sesleriyle eşleştirilmiş İspanyolca olarak söyledi.
Sahra’nın enerjisi ve tutkulu seslendirmesi yarışmanın adının ne kadar doğru olduğunun kanıtıydı.
Moldovalı gençlerden oluşan orkestra ile şaşırtıcı bir senkronizasyon ile söylenen tüm şarkılar jürilerin işini her geçen dakika daha da güçleştirdi. Söz gelimi Almanya’dan Sofia Wolf ve onun Nerede Kimse Yoktu yorumu, “Almanya’nın popüler müziği iyi değil” algısını yerle bir etti.
Gelelim Moldova’dan Madalina’ya, bir taşra özgürlük şarkısını öylesine içten seslendirirken, Papua Yeni Gine’den Divine, pop kraliçesi Adele ve Easy On Me şarkısını ustaca seslendirerek yüreğindeki cesareti sahnenin ortasına döküverdi.
Kırgızistan’dan Saikal, yerel kostümü ve Rock esintileri taşıyan tarzıyla izleyicileri etkilerken, Florida’nın enerjik Alexis’i ortalığı adeta kırıp geçirdi!
Ertesi gün sanki bir gizil ses ortalıkta dolanmış ve bir gece önce yaşananları anlatmış gibi, kalabalık birkaç misli artmıştı.
Bu kez Türkçe Şarkı Finali vardı.
Tecrübeli ve usta sunucu Reha Yeprem, heyecanını gizleyemeyenlerdendi.
O da özlemişti yüz yüze sunum yapmayı belki de.
Son derece samimi olarak söylüyorum, ekranlarda belki yüzlerce kez “O Ses” türü yetenek yarışması izlemişizdir.
Öylesine yetenekler finale kalmıştı ki, çoğu profesyonel yorumculara taş çıkarır türdendi.
Kosova’dan Vese, Lal’i Sertab Erener’in tonunda rahatlıkla seslendirdi.
Tayland’dan yarışmaya katılan, Siriwat Wittaya Cambridge okulunda lise 12. sınıf öğrencisi Natnicha Madsaid’in ismini telaffuz etmek çok zordu belki ama kendisi Hoş Gör Sen isimli parçayı pek çok Türk sanatçıdan daha düzgün okudu.
Tanzanya’dan Ebubekir, Özdemir Erdoğan’ın dillere destan Gurbet’ini seslendirdi.
Makedonya’dan Kanita bizi bahçe duvarından aşırırken, Arnavutluk’tan İsea, can kırıklarımıza dokundu.
Şüphesiz gecenin en büyük sürprizi Kenya’dan Mark Stanford’du. Tarkan’ın son şarkısı Geççek’i adeta seyirci ile beraber dillendiren Mark, belki de bu empatisi ile geceyi üçüncü olarak noktalamayı başardı.
Kazakistan’dan Eva, çok az insana nasip olan bir sese sahip Soprano gibiydi. Sezen Aksu’nun Geçer şarkısını söylerken, tabandan tavana salon adeta zangır zangır titredi…
Aslında birincilik ya da sonunculuğun hiç fark etmeyeceği yarışmalardan biriydi bu.
Bir umudun, bir hayalin hala nabzının attığının ispatı olan bir organizasyon her zaman olduğu gibi yine yüz akıyla başarılmıştı.
Mevsim kış, şartlar ağır, imkanlar kısıtlıydı ama tüm bunlar umudun ve azmin yanında hiçbir şeydi.
Az şey değil inanın…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***