HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY
Türkiye’nin kurucu lideri Atatürk, bu topraklarda yaşayan insanları “kul” konumundan “vatandaş” seviyesine çıkardı. Bugün Atatürk’ün koltuğunda oturan şahıs ise toplumun yarısını “sürtük” olmakla itham etti.
Osmanlı padişahları, hakimiyetleri altına yaşayanları “kullarım” diye nitelendiriyordu. Bu hitap şekline bütün fermanlarda rastlıyoruz. “Esir”, “köle” anlamına gelen “kul” kelimesi, II. Mehmed’ten (Fatih) itibaren “tebaa”, “hizmetkâr”, “sadık” manalarında kullanıldı. (İslam Ansiklopedisi “kul” maddesi)
Osmanlı’da, bu kelime topluma o kadar benimsetildi ki bu ifadenin serpintileri günümüze kadar geldi. Soy isimlerinde geçen “Kuloğlu” bu anlamda kullanılıyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından itibaren insanlar, kula kulluk etmekten kurtarıldı. Kulluktan vatandaşlığa geçiş yapıldı.
Kurucu lider Atatürk, bütün konuşmalarında topluma hitap ederken, “Efendiler” derdi. Bu kullanımla ilgili en bilinen sözü, “Efendiler, yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz” ifadeleri hatırlanır. Ancak, “Efendiler, bilirsiniz ki hayat demek, mücadele ve müsademe demektir. Hayatta muvaffakiyet, mutlaka mücadele muvaffakiyetiyle mümkündür” gibi vecizelerinde ve başka pek çok konuşmasında da yer alır.
Konumuz kul ve efendi kelimelerinin etimolojisini paylaşmak değil. “Atı alan Üsküdar’ı geçti” diyerek, kendini Atatürk’ün koltuğunda Tek Adamlığa atan zat, topluma yıllardır çirkin sıfatlar yakıştırmayı kendine görev edindi;
👉 Anamız ağladı diye yakınana “Ananı al da git”,
👉 Şehit babasına “Ahlaksız”,
👉 Şehit askerlere “Kelle”,
👉 Ölüyoruz diyene “İsrail dölü”,
👉 Muhaliflere “Terörist”,
👉 Toplumun yarıdan fazlasını temsil eden Millet İttifakına “Zillet”;
👉 Protestoculara “Çapulcu” ve şimdi de
👉 Gezi eylemlerine katılanlara “Sürtük” diyen bir cumhurbaşkanı var bu ülkede.
Erdoğan’ın Gezi eylemlerine yönelik özel bir kininin olduğu muhakkak. Eylemlerin ülke geneline yayılıp iktidarı sarsmaya başladığı günlerde planlı Kuzey Afrika ülkeleri gezisini iptal gündeme geldiğinde, danışmanları, “Farklı bir durum olursa” diye kendisini ikna etmeye çalışmışlardı.
Erdoğan, “bir durum olursa” muhtemelen İslamcı Nahda Hareketi Partisinin iktidarda olduğu Tunus’a geçecek ve bir süre burada kalacaktı.
O günler tartışmalı sayılan Kuzey Afrika gezisine 3 Haziran’da çıktı ve 6 Haziran 2013’te gece geç vakit de Türkiye’ye dönmüştü. Çıkarken Reuters muhabiri Birsen Altaylı’nın sorusu üzerine çok sinirlenmiş ve dönüşte de toplumu kutuplaştıran yaklaşımına hız vermişti.
VALİ HÜSEYİN AVNİ MUTLU’NUN ‘EYVAH’ DİYEREK SÖYLEDİKLERİ
11 Haziran 2013’teki açıklamalarıysa toplumu kutuplaştırma yolunda çok önemli bir adım attı. Başbakan Erdoğan, Gezi eylemlerinde polisin elinden canlarını zor kurtaran gençlerin sığındıkları camide içki içtikleri iddiasını ortaya attı.
“Elimizde görüntüleri var” diye iddialı konuşan Erdoğan, aradan 9 yıl geçmesine rağmen bu görüntülerin varlığını ispatlamak için bir kare bile paylaşılmadı.
“İçki içildi” denilen Beşiktaş Bezmialem Camii’nin müezzini Fuat Yıldırım, o malum gece gençlerin sığındığı sırada yatsı namazı sonrasında camiyi kilitlemek üzereyken eylemcilerin bütün hareketlerini gözlemlemek durumunda kaldı.
Camiin müezzini Yıldırım, “Ben din adamıyım. Yalan söyleyemem. Görseydim müdahale ederdim ve içilmişse de bunu söylerdim” açıklamasını yaptı.
O günlerde önemli bir medya kuruluşunun başındaydım. İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu ile farklı vesilelerle sık sık bir araya geldiğimiz olurdu. Erdoğan’ın bu açıklamayı yaptığı günün ertesinde başka bir vesileyle görüşmüştük.
Konu ister istemez “camideki içki görüntüleri” iddialarına geldi. Böyle bir görüntü olsa, bundan ilk bilgisi olacak kişi Vali Mutlu idi. Böyle bir bilgi de ülkenin başbakanına bu kanalla ulaştırılmış olacaktı.
Başbakan’ın aslı olmayan bir bilgiyi paylaşacağını hiç düşünmediğimden, “Bu görüntülerde neler var?” diye sorduğumda Vali Mutlu, önce iç geçirmiş ardından da şunları söylemişti:
“Bu bilgi Sayın Başbakan’a nasıl ulaştı bilmiyorum. Bizim elimizde camide içki içildiğine dair hiçbir görüntü yok. Bu iddianın içi nasıl doldurulacak bilmiyorum.”
İçki içildiğine ilişkin tek bir kare görüntü yok. Ama camide yaralı insanlara nasıl müdahale edilmeye çalışıldığını anlatan bir doktorun feryadı kulaklardan hiç gitmedi.
👉Türkiye, İngiltere ve Güney Afrika’da pek çok hastanenin acil servisinde genel cerrah olarak çalıştım.
👉Böylesine profesyonel, koordineli ve bilgece planlanan bir kriz yönetimi görmedim.
👉Medeni bir ülkede, bu insani çabanın karşılığı madalya olurdu. pic.twitter.com/XOzEz8coQj
— Op Dr Turhan Comez (@ComezTurhan) June 1, 2022
Başka bir ülkede olsa, yokluk içinde hastalara müdahale eden bu doktora madalya verilirdi. Başına neler geldiğine ilişkin bir bilgiye sahip değilim. Ama onurlandırıldığına dair hiçbir bilgiye rastlamadım.
İçki içilmediğini söyleyen Fuat Yıldırım’ın başına gelenleri yıllar içinde hep okuyup öğrendik. Camiden camiye sürüldü.
ERDOĞAN’IN ÖDÜLLENDİRDİĞİ TARTIŞMALI HAKİM GÜRLEK
Doğruları söyleyen müezzine yapılanlar unutulacak gibi değil. Ancak muhaliflere verdiği tartışmalı kararlarla adı duyulan hakim Akın Gürlek, Adalet Bakan Yardımcılığına atandı. Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) verdiği kararı tanımama pervasızlığında bulundu.
Ana muhalefet partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na linç girişimi sırasında yumruk atatan Osman Sarıgün’e hapis cezası vermeye eli varmayan hakimlerin olduğu Türkiye’de, hakim Akın Gürlek’in verdiği kararlar şöyle;
👉 Selahattin Demirtaş‘a 4 yıl 8 ay
👉 Canan Kaftancıoğlu‘na 9 yıl 8 ay
👉 Şebnem Korur Fincancı‘ya 2,5 yıl
👉 ÇHD’li 18 avukata 159 yıl
👉 Sözcü’den 7 kişiye 20 yıl,
👉 AYM’nin Enis Berberoğlu kararını tanımama
👉 Can Dündar‘ın gayrimenkullerine el koyma kararı.
Şimdi bu şaibeli hakim, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kararıyla Adalet Bakan Yardımcısı olarak atandı.
Şimdi kendi halkına son olarak “sürtük” ifadesini yakıştıran bir Cumhurbaşkanımız ve AYM kararlarını tanımadığı için ödüllendirilen bir Adalet Bakan Yardımcımız var.
Denizin bittiği, ekonomide düzelme umutlarının yok olup gittiği bir ortamda ülkenin haline yanacağımıza oturup “sürtüğü” tartışıyoruz.
Halkına bu sıfatları yakıştıran ve tarafsızlık namına ortada hiçbir şey bırakmayan bir cumhurbaşkanına “hakaret davası” açan bir hakim görevini kötüye kullanmış bir hukukçu olmaktan öteye gidemez.
Şimdi muhalefete düşen, Erdoğan’a karşı on binlerce “hakaret davası açmak”.
Kendi halkına bunları söyleyen Erdoğan’dan bugüne kadar tarikat ve cemaatlerin kontrolü altındaki yurtlarda yaşanan taciz ve tecavüzlerle ilgili tek bir cümle duyulmadı.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***