YORUM | AHMET KURUCAN
“Evlilik sözleşmesinde boşanma” başlıklı yazım elimde olmayan sebeplerle yarım kalmıştı. Bu yazı ile tamamlamayı düşünüyorum. Yazdığım ilk yazıda evlilik sözleşmesi ve boşanma konusu üzerinde kısa bir tarihsel yolculuk yapmış, sonra meseleyi bana sorulan İslam’a göre noktasına getirmiş ve son cümlelerimi şöyle bağlamıştım: “İslam’a gelince. Bu iki ayrı çerçevede ele almak gerektiğini düşünüyorum. Bir, Müslüman tarihsel tecrübesine, örf-adet, gelenek ve göreneklerine göre. İki, İslami değerlere göre.”
Müslümanların bağımsızlık savaşları sonrası kurdukları ulus devletlerde çoğunluğu Batı dünyasından olmak üzere devşirdiği hukuki norm ve formlar bir kenara bırakılacak olursa Efendimiz dönemine kadar uzanan tarihsel tecrübelerinde evlilik sözleşmesi veya evlilik sözleşmesinde boşanmayı düzenleyen anlaşma türü bir uygulama yok. Var olan tek şey belki “muhalea” adı verilen ve kökeni İslam öncesi Arap toplumuna uzanan kocanın boşanma hakkını karısına devri veya onun da kocasını boşama hakkına sahip olması gibi bir düzenleme. Bizim üzerinde durduğumuz anlamda çocukların velayetinden mal paylaşım oranlarına kadar uzanan detayları içine alan bir sözleşme anlamında değil bu muhalea. Bu detaylar boşanma esnasında veya eşler arasında anlaşma olmadığı takdirde hakem ve hakimlerin devreye girmesi ile detaylandırılıp hükme bağlanıyor. Günümüzde ise Müslüman çoğunluklu bazı ülkelerin kanunlarında bu tür uygulamalar var. Bu eksende detaylı malumat almak isteyenler “sözleşmeye dayalı mal birlikteliği ve mal ayrılığı rejimi” cümlesi ile internet taraması yapabilir ve istedikleri kadar malumat edinebilirler.
İslami değerlere göre dediğim kısma gelince: Aslında bana sorulan sorunun direkt cevabını teşkil edecek değerlendirmeler burada yer alacak.
Bir: İlk yazımda da belirttiğim gibi bu uygulamanın dün olmaması, Müslümanların örf-adet, gelenek-görenekleri içinde yer almaması, kanun maddelerine yansımaması bugün olmamasına engel teşkil etmez. Adına ister hukuki ve kanuni düzenlemeler deyin isterseniz gelenek deyin her ikisi de Müslümanların yaşamış olduğu zaman ve mekanın şekline göre ve tabii ki temel değerlere aykırı olmamak şartıyla sürekli yenilenebilen ve yenilenmesi gerekli olan uygulamaların adıdır.
İki: Evlilik herkesin bildiği gibi karşılıklı bağımlılık ilişkisinin söz konusu olduğu bir kurumdur. Burada eşlerin birbirlerine karşı hakları olduğu gibi ödevleri de vardır. Bu dengenin korunması evlilik kurumu içinde eşlerin en çok dikkat etmesi gereken sorumluluklarından biridir. Yuvanın huzurla dolması, saygı, şefkat, sevgi, muhabbetle tüllenmesinin asgari şartıdır bu. İster erkek isterse kadın adına bu denge bozulduğu an o yuvada güvenden ve huzurdan bahsetmek imkansız hale gelir ve koca karısının karı da kocasının kurdu haline gelebilir. Ve ne yazık ki özellikle günümüz dünyasında maddi meseleler bu ortamın oluşmasının hakim sebeplerinden biridir.
İşte düne nispetle bugün değişen bu gerçeği nazara alarak çiftin şeytanın avukatlığını yaparak akla gelebilecek detayları da içine alan ve gerek evlilik hayatının bir düzen içinde devam etmesi gerekse boşanma gerçekleştiği takdirde anlaşmazlık olmaması ve bir boşluk oluşmaması için başlangıçta hayatın ekonomik veçhesini düzenleyen bir anlaşma yapılmasının İslami değerlere göre hiçbir mahsuru olmadığı gibi hakların karşılıklı temini adına teşvik de gören bir uygulama olsa gerektir.
Üç: Günümüz dünyasında böyle bir anlaşma yapılmasını adeta mecburi hale getiren bir başka unsur da tarım veya göçebe toplumu şartlarından çok daha farklı hayat şartlarında yaşıyor oluşumuz ve kadının toplum içinde değişen statüsü ve konumudur. Sanayi devrimi ile birlikte başlayan bir dalgadan söz ediyorum. Herkesin bildiği gibi sanayi ve sanayi ötesi toplumlarda kadın sadece ev hanımı olarak evinde çocuklarına bakan bir başka tabirle sadece anne kimliği ile hayatta kendine yer bulan bir varlık değildir. Aksine almış olduğu eğitime bağlı olarak sosyal, ekonomik, kültürel vb. hayatın hemen her alanında hep aileye ve topluma katkıları değişmiş hem de toplumsal kabulde konum ve statüleri.
Kocası ölçüsünde hatta ondan daha fazla gelire sahip olup hane geçimine katkı sağlayan bir kadın düşünün lütfen. Tıpkı kocası gibi sabah akşam mesai yapan, almış olduğu eğitimin hakkını vererek alnının teri ile para kazanan, geleceğe ait beklentileri, hedefleri ve planları olan bir kadın. Tarım toplumu şartları ile mukayese edilemeyecek ölçüde büyük bir fark yok mu ortada? Ve bu farkın aile reisliğinden ortak bütçeye, muhtemel bir boşanma durumunda mal varlıklarının adil bir şekilde dağıtılmasına kadar uzanan hukuki değişiklikleri beraberinde getirmesi gerekmez mi? Tabii ki gerekir. İşte evlilik öncesi anlaşmada bu durumların tamamının göz önünde tutularak bir anlaşma yapılmasının ne mahsuru olabilir ki? Ölüm veya ayrılık durumlarında mal taksiminin en azından oranlarının belli edilerek bir anlaşmaya konu olması neden İslami değerlere aykırı olsun ki? Bu değişen şartlara rağmen hala mal ayrılığı rejimi kaidelerini işletilmesi kadının aleyhine işlemeyecek midir? Nitekim mer’i hukuklar bunu ileri sürerek mal ayrılığı yerine mal ortaklığı, kazanç ortaklığı veya mal birlikteliği rejimine geçilmesi ve bu eksende kanuni düzenlemelerin yapılması gerektiği üzerinde durmakta, durmakla kalmayıp parlamentolarından geçirdikleri kanunlarla bunları yürürlüğe koymaktadır.
“Neden İslami değerlere aykırı olsun?” dediğimiz noktaya geri dönerek şunu da ilave edebilirim: Mehrin, çeyizin, nafakanın ve mirasçı olarak edinmiş olduğu malların tamamında kadının yegane tasarruf sahibi olması gerçeğini de unutmamak lazım. Bakmış olduğunuz açıya göre farklı değerlendirmelere konu olabilir ama üzerinde durduğumuz mevzu açısından bakılacak olduğunda sözünü ettiğimiz türden bir anlaşmanın evlilik öncesi yapılmasına en azından bir mani olmadığının göstergesi olarak ele alınabilir bu hükümler.
Hasılı, evlilik ticari bir kazanç kapısı değildir. Kadın veya erkek birbirlerinin vaki ya da muhtemel zenginliğini nazara alarak evlenmemelidir. İdeal olan budur. Bu niyet evlilik kurumunun asli temeller üzerinde inşasına mani olur. Böyle bir bakış açısı yuvanın olmazsa olmazları olan sevgi, saygı, şefkat, merhamet, aşk, sadakat, güveni er veya geç bitirir. Çiftin birbirlerinin hak ve hukukuna riayet etmesi İslami bir emir, ahlaki bir erdem, insani bir değer ve vicdani bir olgudur. Hak ve hukuka riayet, adaleti gözetmek insanı sadece insan yapar. Aksi bir yaklaşım onu insanlıktan eder. İşte bu gayeye hizmet etme şartıyla evlilik öncesi sözleşme yapılmasının bir mahzuru olmaması bir yana yaşanan bazı gerçekler böyle bir düzenlemeye gidilmesinin zaruretini ortaya koymaya başlamıştır.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***