İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, “Sayın Erdoğan’a bir tavsiyem, bir çağrım var. Alsın seçim kararını, diyelim ki yarın aldı, üç ay sonra seçim var. Yarın kararı alsın öbür gün adayımızı açıklayalım” dedi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, iki gün önce ‘cumhur ittifakı’nın adayının kendisi olduğunu söyleyerek, “Seçim önümüzdeki yıl haziranda yapılacak” demişti. Aynı konuşmada Erdoğan, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na da seslenmişti: “Ya adaylığını açıkla ya da adayını açıkla.”
Habertürk’te konuşan Akşener, “Sayın Erdoğan’ın adaylığını ilan etmesi için kendisine ‘hayırlı olsun’ diyorum. Çünkü aday olup olmayacağı konusunda epey bir dedikodu vardı. Hukuki tartışma ayrı. Bir dedikodu vardı… Onun için hayırlı olsun” dedi.
Erdoğan’a çağrıda bulunan Akşener şunları söyledi: “Erdoğan’a bir tavsiyem, bir çağrım var. Alsın seçim kararını, diyelim ki yarın aldı, üç ay sonra seçim var. Yarın (seçim kararı) alsın, öbür gün adayımızı açıklayalım. 2023 Haziran’ında dediğinde o zaman biraz bekleyecek. Bekleyecek ve meraklanacak. Bu sistemi tartışmadıkça o yün yumağına düşmeyeceğiz”.
Akşener’in konuşmalarından öne çıkan başlıklar şöyle:
“AK PARTİLİ ESNAF KULAĞIMA ‘ABLA DURUM KÖTÜ’ DİYOR”
20 Ocak 2020’de Antalya’dan başlamıştık. Daha pandemi yoktu. Esnaf dükkanlarının içine giriyordum. Çok özel bir organizasyon yapmıyoruz. Benim görmek istediğim kendiliğinden olan. Teşkilatlarımız da orada oluyor tabii. Asıl mevzu şuydu; ben o dükkanların içinde bugüne kadar asla herhangi bir partiyi yermedim, kendi partimi övmedim. Özne karşımdaki kişi, soru sordum. Mesela AK Partili esnafımıza gittim. Bizim insanımız asla bir kadına kötü davranmaz. İşler nasıl diye sorduğumda AK Partili esnafımıza ‘Abla Allaha çok şükür iyiyiz, reis sağolsun’ diyor. Ama kimse olmadığında, sosyal medyaya yansımayacağını gördüğü için kulağıma ‘abla bu sorunlarımızı ilet’ diyor.
“2002’DE AK PARTİ’YE TAVIR NEYSE ŞU ANDA BİZE AYNI”
Bu hafta Sakarya’da bir esnafımız ‘Başkanım ben ülkeyi satıyorum’ dedi. Şaşırdım. İnsanlar vatandaşlık alabilmek için Kocaeli’den, Sakarya’dan ev aldıklarını söyledi. Biz pandemiyi beraber yaşadık. Sabrettiler, şükrettiler. Onların dilini grup konuşmamızda ilettim. Alın kullanın diye. Bizim sistemimiz şudur; seçmen karar verir. Bir veya birkaç partiye sen iktidar olacaksın, muhalefete de sen denetleyeceksin, der… Seçmen dövüş kavga istemezdi. 28 Şubat geçmişti. Kutuplaştırmanın üzerinden bir sürü kavga oldu. 2002’de AK Parti’ye yönelik tavır ve davranış neyse şu anda bana ve partime aynısı. AK Partili milletvekili, bakanlar, siyasiler, il, ilçe başkanlarının ortada olamadığı bir dönem. Kocaeli milletvekiliydim 2002’de. Seçimlerde dağ köylerinde eşim ve arkadaşlar geziyor. Orman köyünde kahvede pantolonu iple bağlı vatandaş eşime şunu diyor, “Oğlum senin karını biliyok! Ama çok acı çektik, bu defa Tayyip”.
“KİMSENİN HAKKINI SORAMADIĞI, KORKTUĞU BİR DÖNEM”
Saray, tek adamlığa geçiş, ucube sistem, atamalı siyaset gibi sebeplerle ekonomi itibarıyla aynı 2002’deki dönemi görüyorum. 28 Şubat olmuştu, sonrasında ANASOL-M iktidar olmuştu. 2001 krizleri gelmişti. Vatandaş ekonomik manada canı yanmıştı. Pantolonunu iple bağlayan orman köylüsünün konuştuğu o dönemi bugün yaşıyoruz. Bu çok ucube sistem. Kimsenin hakkını soramadığı, korktuğu bir dönem. Ben aynı zamanda bu görünür ziyaretlerin dışında İstanbul’da başladım, diğer illerde de devam ettireceğim. Derin yoksulluk denilen ailelerin yanına gidiyorum. Kocaeli’nde orta karar bir ailenin kızıyım. Hiç zengin hiç de fakir olmadık. Kocaeli Devlet Hastanesi’nin yakınında evler var. Evlerin bodrum katları olur. Onlar iki odalıdır. Sofadan girersiniz tam karşınızda mutfak tezgahı olur. O evler artık İstanbul. O evlere girersiniz, ayak basar basmaz ayağınız ıslanır. Değişik bir koku vardır o evlerde. Anneler çamaşır suyundan ölürler. Ben o evlere giriyorum.
“BANA ‘TATİL DİYE BİR ŞEY BİLMİYORUM’ DİYE KONUŞTU”
Ev kadınlarıyla buluşuyorum o evlerde. Başka aileler de katılıyorlar. Dün Üsküdar’daydım. Genç bir kadın ‘Meral abla makarna pişirmekten, yemekten bıktık’ dedi. Küçük çocuklar, 3 yaşına kadar olanların sarıldığınızda kemikleri sayılıyor. 14 yaştan sonrakiler kilolu. Bir başka evde, kocası işsizmiş. İş arıyor. Dedim ki, ‘kardeşim ne kadar et alıyorsunuz, ayda mı, yılda mı’. ‘Başkanım ben Doğu Anadolu şehrindenim. Kurbanda annemin yanındaydım. Anne etraftan da toplayarak 5 kilo kıyma, 5 kilo et verdi’ dedi. 10 kilo etle 1 yıl geçirmiş. Bu şanslılardan. 1200 TL’lik evler şimdi 2000 TL olmuş. Bir başka ev; Batman’dan taşınmışlar. İnanılmaz mutlu aile. 3 çocuk. Birbirini seven bir aile. O aşkı görüyorsunuz, mutlu, mesut. Kıza dedim ki, ‘ne istersin benden’. ‘Tatil diye bir şeyi bilmiyorum’ dedi. Tek maaşlı bir ev, kirada bir ev.
“BEN ÇARELERİ SAKLAMIYORUM ‘ALIN KULLANIN’ DİYORUM”
Bugüne kadar şunu yapmadım, insanların hangi partili olduğuna, hiçbir aidiyetlerini öğrenmeden konuşuyorum. Önyargıyla bakmayalım birbirimize diye. Etrafta gazeteci de yoktu. Beni görünce çok şaşırmış. Oralara telefonsuz gidiyorum çünkü. Bizim açımızdan bakıldığında aynı 2002 dönemini yaşıyoruz. Uzun zamandır derdi dinliyoruz, o çareyi ben grup konuşmama koyuyorum. Çareyi söylüyorum ‘alın kardeşim kullanın’ diyorum.
“KARAR ALINSIN PAZARTESİ ADAYIMIZI AÇIKLAYALIM”
Sayın Erdoğan’a öncelikle aday olduğu için ‘hayırlısı olsun’ diyorum. Kulis bilgisi vardı, ‘aday olmayacağı’ yönünde. Sayın Bahçeli’nin dışında kimse telaffuz etmemişti. Hayırlı olsun, başarılar dilerim. Ama 6’lı masadan bakıldığında, biz genel başkanlar Cumhurbaşkanlığı adaylığını konuşmama kararını aldık. Bunu da diğer arkadaşlarımız hep söyledi. Şöyle bir durum var, biz Cumhurbaşkanı adaylığının ötesinde bu ucube sistemin ortadan kalkması, halkoyuyla, demokrasiyle, insanların tercihiyle değişmesi. Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçilmesinin iddiasının sahibiyiz. Bu iddiada birleştik. Asıl olması gereken konunun tartışılmadığı, gözden kaçırıldığı, perdelendiği tartışma biçimi. Biz bunu reddediyoruz. Sayın Erdoğan’a bir tavsiyem, çağrım var; alsın seçim kararını. Diyelim ki yarın aldı, üç ay sonra seçim var. Biz de Pazartesi adayımızı açıklayalım. 2023 Haziran’ında dediğine göre o zaman biraz bekleyecek ve meraklanacak. Bu sistemi tartışmadıkça. O yün yumağının üstüne düşmeyeceğiz, kapılmayacağız biz. Adaylarını açıklamadı demek hep yün yumağı. Kedilerin önüne atarlar ya.
“BU SİSTEMİN NE ABD İLE NE FRANSA İLE İLGİSİ VAR”
Bizim samimi bir biçimde, tekrar söylüyorum, 6 genel başkanın içinde ben Cumhurbaşkanı adayı olmayacağımı Eylül ayında söyledim. Burada hiçbir değişiklik yok. Biz seçimde birinci parti olacağız. Parlamenter sistem konusu çok önemli. Bu ucube sistemin değişmesi behemahal oylarla, demokrasiyle, sandıkta, hür irade tercihiyle değişmesi şart. Aksi takdirde bizim partili Cumhurbaşkanı sistemi ne ABD ne Finlandiya ne de Fransa ile alakası yok. Burada özne sayın Erdoğan değil. Bir Bakanlığın bölge müdürlerinden tutun il müdürlerine kadar tayin sistemi içinde söz sahibi. Bu ülkenin bütün kurumları gitti. Müsteşarlık makamı bu ülkenin hafızasıydı, gitti. Bakanlar gelir Meclis’te hesap verirdi. Biraz evvel gelirken gördüm, Sabri Uzun’un rütbeleri geri alınmış. Emekli bir polis müdürü bir mesaj yazmış. Bu mesajı beğenmeyebilirsin. Canan Kaftancıoğlu ile ilgili. Bu tweete gıcık olursunuz, uyuz olursunuz, anlarım. Mahkemeye de verebilirsiniz, bunları anlarım. Yazılan doğruysa kararname ile rütbeler, polis müdürü olduğu için aldığı emekli maaşının polis müdürlüğü kısmı gitti, silah verirlerdi, o gitti, emekli müdürlük gitti. Biz eğer Cumhurbaşkanı adaylığı üzerine odaklanırsak, bu sistemin ne büyük zarar verdiğini gözden kaçırırız.
“SARAYA GİRDİĞİNDEN BU YANA ÖNGÖRÜ YAPAMIYORUM”
Dışarıdan 6’lı masadaki genel başkanlara akıl fikir veren insan grubu var. Hiçbir konuda mutlu olmuyorlar. Kaş göz oynayarak akıl fikir veren. O fikirlerin hiçbiri de gerçekçi değil. Gazeteciler görevlerini yapıyor. Siz soracaksınız, ittireceksiniz, manşet çıkaracaksınız. Söylenen, bugünden bizden bir koalisyon isteniyor. Metnini koyacak, bakanlıkları paylaşacak. Onlar üzerinden konuşulacak. 2023 Haziran’ı ise bu seçim, konuşulacak. Ben hep açık konuşurum, sayın Erdoğan’ın hareket tarzıyla ilgili öngörülerimde başarılıydım ama saraya girdiğinden beri gerçekten öngöremiyorum. AK Parti çok değişik katmanlardan oy alan bir siyasi parti. İç Anadolu’nun daha dindar seçmeni orada. Batı’da kendini Türk milliyetçisi olarak tarifleyen seçmen de orada. Şimdi bunlar bize geliyor. Buna karşılık çelik çekirdek diyebileceğimiz milli görüş geleneğinden gelen seçmen kitlesi var. Bu seçmenlere hitap edebilecek o masada pekçok parti var. Bizler yeni partileriz, seçmene ulaşmak konusunda zamana ihtiyacımız var. Kendi partilerimizin görüşlerini, iddialarını, hayallerini ortaya koyarak yol yürümemiz lazım.
“SANDIKLAR HER SİYASİ PARTİNİN NAMUSUDUR”
Seçim kararı alındı diyelim ki. Yarın alındı, öbür gün bu işler hale yola girer. Uzun uzun konuşmaya gerek yok. Aday ortaya çıkar. Biz Cumhurbaşkanı adayı üzerinden tartışmıyoruz, tartışmayacağız, n kolayı o. Asıl mesele 13. Cumhurbaşkanı, bizim deyimimizle Millet İttifakı’nın adayı olacak. Ama bizim yaptığımız iş genişletilmiş parlamenter sistemi, adalet, demokrasi, eğitimde ayrıntılarını konuşmak. Siyasi partiler insan güçlerini birleştirip seçim sandıklarını koruma konusunda inanılmaz ciddiyette bir çalışma yapıyor. Şimdi en korkulan nedir; sandıkta oyların çalınması. Sandıklar partilerin namusudur. O namusa el uzatmak kadar korkunç bir şey olamaz. El uzatılmasına bigana kalmak kadar daha korkunç bir şey olamaz.
“UMUDU TÜKENEN SEÇMENİ NASIL AYAĞA KALDIRABİLİRİZ?”
Benim iddiam, bunu rahatlıkla söyleyebiliyorum, ben aday değilimi ta Eylül ayında açıklama nedenim benim şuydu; o masada ya da sizlerle, seçmenle olan iletişimimde söylediklerimin samimi olduğunu anlatabilmek. Bir şey talep ettiğiniz zaman o sizin söylediklerinize çıkar, menfaat, nokta koyuyor. Ben o masada Temel Bey’le ikimiz Cumhurbaşkanı adayıydık 24 Haziran’da. Başka bir tecrübenin sahibiyim ben. O zaman Millet İttifakı’nı kurduk. Üç aday çıktı. Biri sayın Karamollaoğlu, sayın İnce ve ben. Rekabeti dikkatli bir dille yapıyorsunuz. Biz ne sayın Karamollaoğlu ne de sayın İnce ile birbirimizi incitecek tek laf etmedik. Muhalif seçmen matematiği unuttu 24 Haziran’da. O kadar emin oldu ki, birinci turda hallolmadı, tam tersine sayın İnce ile ikimizin aldığı oy, sayın Ekmeleddin İhsanoğlu’nun aldığı oy kadardı. Seçmen müthiş bir hayal kırıklığına uğradı. 31 Mart seçimlerine giderken CHP’ye İYİ Parti olarak biz bu ittifakı teklif ettik. Biz 1,5-2 ay çalıştık. İl başkanları, GİK, milletvekilleri. Yerel seçimde ittifak için çalıştık. Buradaki amacımız şuydu; biz düşen seçmenin, umudu kaybolan seçmeni nasıl ayağa kaldırabiliriz? CHP’ye biz teklif ettiğimiz için, arkadaşlar şahittir, ‘Burada Türkiye’nin menfaati, burada Türkiye’nin menfaati, Türkiye’yi öne koyacaksınız, biz çırak çıkabiliriz’ dedim. Ankara’da Mansur Bey’in olması gerektiğini ben ve arkadaşlarımız defalarca sayın Kılıçdaroğlu’na söyledik.
“SAYIN İMAMOĞLU SEÇMENE DOKUNAN BİR KAMPANYA YAPTI”
Sayın İmamoğlu’nun adaylığında dahlimiz yok, o sayın Kılıçdaroğlu’nun feraseti. Ama Mansur Bey konusunda ille de ille yaptık cümbür cemaat olarak. Esasında 2014’de kazandı ama elinden aldılar. Biz bu sefer elinden aldırmayacağız diye hissiyatımız vardı. İstanbul benim kişisel hedefimdi. Sayın İmamoğlu’nun şahsından ayrı biçimde. Birçok büyükşehiri, illeri kazanmak önemli ama İstanbul’un çok ilginçtir; gazetecilerle iddiaya girmiştim. Pekçok siyasetçiyle iddiaya girdim, alınacak diye. Şöyle bir kanaat vardı, İstanbul alınamaz, alınsa da verilemez. Mecazi olarak söylüyorum Tayyip Erdoğan ölür de vermez. Sayın İmamoğlu da şahididir. Ben burada kişisel olarak gövdemi koyarak bu çalışmanın içinde oldu. Sayın İmamoğlu da 24 Haziran’daki sistemden, umutsuz seçmenin buna ihtiyacı olduğuna inandığı için seçmene dokunan kampanya yaptı. O kampanyayı yapan arkadaşları tebrik ediyorum. Buradan sayın Kaftancıoğlu ile sayın Kavuncu’ya teşekkür ediyorum. Sayın Erdoğan’a bu iptali kim yaptırdıysa derhal görevinden uzaklaştırması lazım. İstanbul’da o hata yapıldı. Hepimizin birer oyu var. 805 bin oy farkıyla alındı. Orası İstanbullu’nun başarısı.
“TEK ADAYLA GİDİLMESİ GEREKTİĞİNİ SÖYLÜYORUM”
Ben Cumhurbaşkanlığı meselesini kendimle ilgili konuşabilirim ancak. 6 kişinin adına nasıl konuşurum? Onu saygısızlık sayarım. Sonuçta Millet İttifakı’nın adayları olarak girdiler. Hepimiz gayret gösterdik. Sonuçta CHP’nin belediye başkanları. Onlar günün sonunda CHP’nin listesinden girmiş belediye başkanları. Başarıya özlem önemli. Asıl mesele imparatorluk bakiyesi olmanın getirdiği başarıya özlem. Dolayısıyla iki arkadaşımızın seçimi kazanmış olmaları elbette büyük mutluluk verdi seçmene. Benim en önemli hassasiyetim şu oldu; bu iki belediye başkanından hangisi aday gösterilirse elbette İYİ Parti olarak kabul ederiz dedim. Ama o iki belediye başkanın da çatısı CHP. Bu iki arkadaşımızın etrafında taraftar olma hali oldu, buna dikkat edilmesi gerektiğini her yerde söyledim. Sayın Kılıçdaroğlu’nun söylediği kriterler var. Ben ona kişisel olarak katılıyorum. Ama en kolay iş o. Tek adayla gidilmesi gerektiğini ben söylüyorum. Çünkü 24 Haziran’dan bir tecrübem var. Tek adayla gidilmesi gerektiğinin samimiyetini ifade etmek için ‘Ben aday değilim’ de duruyorum. Ama bizim partimiz birinci olacak.
“SAYIN ERDOĞAN ANA MUHALEFET PARTİSİ BAŞKANI OLACAK”
Biz birinci parti olacağız. 6’lı masa iktidar olacak. 13. Cumhurbaşkanı Millet İttifakı’ndan çıkacak. Sayın Erdoğan ana muhalefet partisi genel başkanı olacak. Şu bizim 4,5-5 yılda çektiğimizi, hele bu 2018’den beri yaşadıklarımız noktada sayın Erdoğan’ın hiç alışık olmadığı durumda, parlamenter sistemin ne kadar güzel iyi bir iş olduğunu söyleyeceğine her türlü iddiaya varım. Sayın Erdoğan’ın ana muhalefet lideri olarak bunu teklif edeceği iddiasına varım her türlü.
“İSTİSMARA AÇIK BU SÖZÜN ARKASINDA DURMAK MÜMKÜN DEĞİL”
Şimdi bu benim nüfus cüzdanım. Partiyi kurduğumuzda yaptığım konuşmada, Türkiye’ye bakışımız şudur, bu nüfus cüzdanı sahibi her bir kişi bu ülkenin sahibidir. Buna sahip olan herkes bu ülkenin sahibidir. Ağa da budur, paşa da budur. Sayın Oral’ın hangi niyetle söylerse söylesin, istismara açık olan bir sözü bunun arkasında bir genel başkanın, yöneticilerin kabul etmesi mümkün değildir. Sayın Abdullah Gül’ün eşinin başının kapalı olması sebebiyle sayın Gül’ün cumhurbaşkanı olmasını istemeyenler vardı. O gün sayın Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığının olmamasını, Hayrünisa hanımın başıın örtüsüne bağlayanlar neyse benim gözümde bu cümle de aynıdır. Şiddetle reddettiğim bir durum. Sayın Gül’ün kabiliyetleri, siyasi vasıfları, bu ülkeyi yönetmekle ilgili tutumu konuşulmuş olsaydı başka bir şeydi, belki dahil olurdum. Ama Hayrünisa hanımın başının örtüsünden dolayı Cumhurbaşkanı olamaz cümlesinin ima edilmesini dahi doğru bulmuyorum. O nedenle de ben bizatihi İYİ Parti Genel Başkanı olarak özellikle Kocaeli’de, orada sayın Erdoğan’ın oyu yüzde 70. Alevi vatandaşlarımızın yaşamadığı bir yer. İzmit’i avucumun içi gibi bilirim. Hemen orada net bir şekilde, içtenlikle özür diledim. Bir daha bizim partimizde böyle bir cümlenin kurulmasına asla müsaade etmem. Türkiye’de herkesin bu konuda dilinine, tutumuna hakim olmaya davet ediyorum.
“HER SÜNNİ DARA DÜŞTÜĞÜNDE ‘MEDET YA ALİ’ DER”
Gece kendisini aradım. Kendisi de üzgündü. Doğru bulmadığımı söyledim. Biz şuculuktan, buculuktan çok çektik. Artık bunların olmaması gerekiyor. Meral Akşener’in vasıfları önemli olmalı. Benim için Kürşad ismi olunca, Kürşad ve 40 çerisinden bahsederim. Ama bir başkası için uzaklaşma sebebidir. Burada saygı kavramını ortaya koymamız lazım. Ben kimim ki, sizi yargılayacağım, o kim ki bizi yargılayacak. Benim dedemin babasının adı Ali. Benim sülalemde çok Hüseyin vardır. Ben sünniyim. Siyasi görüş farklılığı üzerinden yürümek başka bir şey, etnik, dini, mezhepsel aidiyetler üzerinden farklılaştırmayı kabul etmemiz mümkün değil. Her evde Ali, Hüseyin, Hasan vardır. Ali’ye hayranız biz. Cesaretliğine, mertliğine. Bu işleri bilen her sünni dara düştüğünde ‘Medet ya Ali’ der. Bizim bu fay hatları yarılmalarını ortadan kaldırmamız gerekiyor. 21. yüzyılın yeni değer setlerine bakmamız gerekiyor. 1947’yi yaşayan Türkiye’yi 21. yüzyıla getirmemiz gerekiyor. 1946 seçimleri, açık oy gizli tasnif. Bu millet öyle bir millet ki, DP’yi Meclis’e sokuyor. 1947’de Hürriyet Misakı var, gençlere tavsiye ederim. Rahmetli İnönü ile rahmetli Bayar biraraya geliyor. Sonuçta Cumhurbaşkanının partili olmadan çıkması 1947. O günden bugüne Ce Ha Pe zihniyeti denildi gelindi, şimdi aynısı.
“KADINLARIN YÜZDE 56’SI BU SİSTEMİ İSTEMİYOR”
Şu anda hangi seçim kanunuyla gideceğiz. Vaktinden önce olursa eski seçim kanunu ile gideceğiz. Yeni yasayla gittiğinizde oylar çöp oluyor. Bu çöp olma haline göre başka kombinasyonlar düşünülebilir. Henüz onu konuşmadık. Sayın Kılıçdaroğlu ve partisi ana muhalefet. Biz grubu olan partiyiz. Temel Bey’in, Demokrat Parti’nin, DEVA’nın milletvekili var. Herkese güzel görevler yapmışlar. Çok büyük saygıyla birbirimize davranıyoruz. İki koalisyonun liderler arasındaki haber getiren götüreniydim ben. Koalisyon konusunda uzmanım ben. Biz 7 araştırma şirketine aboneyiz. Özel bir şirkete şehir anketleri yaptırıyoruz. Ben o şehre gitmeden önce yaptırıyoruz, sonra döndükten sonra yaptırıyoruz. Oradan öğrendim ki, Türkiye’de kadınların yüzde 56’sı bu sistemi istemiyor artık acı çektikleri için. Bizim bu ay ortalamamız yüzde 20.
“2010’DAN BU YANA GÖÇMEN KONUSUNDA KONUŞUYORUM”
Göçmen meselesi çok rahatsız olmaya başlandı. Bilgiler çok flu. Aslında bir plan, program yok. Kamp yok. Bu insanlar nerelere gittiği, geldiği konusunda doğru dürüst bilgi yok. Hatay Valisi, her 100 Hataylı’nın 18’i Suriye kökenli sığınmacı diye açıklaması var. Ben 2010’dan beri göçmen konusunda konuşan politikacıyım. Yekpare bir insan grubu geldi. Haldır haldır göçler olacak bu dünyada. Isınma ve iklim sebebiyle, kıtlık sebebiyle, iç savaşlar, kavgalar sebebiyle olacak. Türkiye bir geçiş yeriydi. Ben bunu ne zaman öğrendim. 1996’da İçişleri Bakanı oldum. 2 gün sonra MİT, Dışişleri, Emniyet, Jandarma’dan üst düzey yönetici geldi brifing verdi. O zaman sığınmacı diye bir kavram yok. En ince teferruatıyla anlattılar. Merakım devam etti, bunu sürdürdüm. O zaman dediler ki, aman batılılarla görüşeceksiniz, her seferinde AB’nin bizi hendek yapma gibi bir planı var’. Şimdi parayı verelim burada kalsın diye bir şey, aman bunu kabul etmeyin sayın bakanım’ dediler.
“ESKİDEN İSTİŞARE YAPILIRDI ŞİMDİ İSTİAREYE YATILIYOR”
Rahmetli Özal döneminde Irak’tan göç geldi, içeri alınmadı. Türkiye her türlü yardımı yaptı, Batı’yı da yardım konusunda dürttü. O insanlar memleketlerine geri döndüler. Şimdi İçişleri 3,5, valilere göre 5,5 milyon başkasına göre 6 milyon denen bir Suriyeli var. Beşar Esad’la anlaşmak zorundasınız. Bu gelen insanların geldikleri yere gitmek mecburiyetleri var. Batı, Amerika, Rusyası bu işe dahil olmak zorunda. Adam gibi bir dış politikayla bunu çözmek lazım. Vatandaşlı ne kadar verildi, ne yapıldı onu bilmiyorum. Eskiden istişare yapılırdı, şimdi arkadaşlar istiareye yatılırdı. İngilizce okumam var konuşmam yok. Dışişleri müsteşarı aradı. ‘Sizi Avrupa’ya gönderme istiyüoruz bu konuda gider misiniz’ diye. Giderim dedim. O kararı geçirtmedik biz. Bunu bana söyleyen Dışişleri Müsteşarlığı. 2008’de Beşar Esad ve eşi Esma Esat Ankara’da. Hayrünisa Hanım Cumhurbaşanı eşi, ben Meclis Başkan vekiliyim. Kadınlarla yemek için davet edildim. O konuşma esnasında o bana iptal ettirilen kararın imzalandığını öğrendim. Beşar Esad’la konuşmadan olmaz. Hani beka meselesi, yerli milli konuşuluyor ya bol bol. Orada nüfus homojenleştirilmesi yapıldı, onun da önüne geçilmesi gerekir.
“O ÇOCUKLARIN ÖFKESİNİ ORAYA YÖNLENDİRMEK ÇOK TEHLİKELİ”
Sayın Erdoğan’a 2019’da Antalya’da dedim ki, ‘Devlet olarak beni Suriye’ye gönderin, görüşeyim’ dedim. Şimdi kimsenin sayı konusunda haberleri yok. Müthiş bir öfke tetikleniyor. Önder mahallesinde Türk vatandaşları eylemde bulundular. O gün benim aklım çıktı. Mesele şu; gençlere sesleniyorum, bu işler büyüklerin hatasıdır, siz bu işi düzeltmeye kalkmayın. Bize ‘ey büyükler siz sebep oldunuz bunu düzeltin’ deyin. O çocukların öfkesini oraya yöneltmek çok büyük tehlike. Bu işin müsebbibi yaşlılar, sayın Erdoğan. Bunun çözümünü hep birlikte yapmalıyız. Erdoğan masa toplasa, çağırsa ‘görüşünüz ne’ dese. Biz görüşlerimizi bildirsek. Yine artısı ona yazsın. İstişare kültürü diye bir kavram gitti istiare geldi. 2053’de Suriye kökenli 35 milyon insan olacak bu ülkede, simülasyon yaptık. Arap nüfus demiyorum, yani Urfa’da doğmuş etnik aidiyeti Arap olan kardeşlerimiz de rahatsız. Bambaşka bir şey var şu anda. Bu kadar yüksek ve yekpare bir göç olamaz.
“TEŞVİKLERİN SONUÇLARI BİLİMSEL OLARAK ARAŞTIRILMALI”
Türkiye en fazla teşvik veren sanıyorum dünyada 4 ülkeden biri. Ama bu teşviklerin denetimi, veri toplama anlamında, yani faydası ne? Şimdi şunu üretene teşvik verdin, sonuçları ne oldu? Onun yerine acaba şuna mı verilmeli? Bilimsel araştırmalı veri tabanı oluşturulmuş değil. Sadece bugünden bahsetmiyorum. Tamamıyla AK Parti’nin üstüne yüklemiyorum. İkincisi en önemlisi hukukun üstünlüğü sağlanacak. Yargıçların korkusuz ve objektif ve tarafsız olmasını sağlayacak. Siyasetçinin arkadan, önden, buradan işin içinde yer almaması. Biz hep bürokratik vesayetten şikayet ettik. Ama bugünkü ucube sistemde yargının üstünde siyasi vesayet var. İki kişisiniz alacak verecek yüzünden anlaşmazlık çıktı. Yargıya gittiniz. Sizin avukatınız hakim tanıyor, partililik üzerinden. Diğerinki maalesef tanımıyor. Diğeri kazanıyor, haklıya haksıza bakmadan.
“OĞLUM VE KOCAM ELİNDE DOSYA İLE DOLAŞMAYACAK”
Ekonominin en önemli patronu güvendir. Güveni bunlarla sağlayacaksınız. Ölçme diye bir kavramyoük bu ülkede. Herşeyi ölçeceksiniz. Türkiye 2002’de bu arkadaşlar geldiğinde 2001’de o günkü iktidarın Kemal Derviş’in oluşturduğu istikrar üzerinden gidiyordu. Bu arkadaşlarımız o programı uyguladılar. Bir hata yaptılar, kalkınmayı öncelemediler. Bireysel kalkınmayı öncelemediler, sürdürebilir kalkınmayı öncelemediler, büyüme üzerinden gidildi. Ne oldu şimdi? Liyakat gitti, şeffaflık ortadan kalktı, kayırmacılık öne geçti. İkiniz bir devlet ihalesine girin. Devletin görevi nedir? Kuralları ilan eder, ona göre sizi yarıştırır. Burada kayırma, birinin korunması, birinin iteklenmesi, rüşvet şu bu olamaz. İlan edilmiş kurallar ihlal edildiği dakikada hepsi devreye girer. Biz iktidar olduğumuzda oğlum ve kocam, hiçbiri devlet, kamu ihalesinde ellerinde dosya ile gezmeyecek. Hiçbiri vakıf bile kurmayacak, ABD’de vs. çiftlikler almayacaklar. Bu kayırmanın önüne geçmediğiniz zaman bu işler olmaz. 24 milyar lira Hariri’lerin cebine kondu. Nisan ayında ikinci gübre atıldı. Ben bir köylü kızıyım. Buğday, ayçiçeği, tütün yetiştirirdik. Aynı şeyi Anadolu’da görüyorum. Gübreyi pahalılıktan dolayı atamadılar. Evet pandemi vs. tamam ama kemerleri sıkacaksın, 13 tane uçakla olmaz. Şimdi tarlalara gübre atılamadı, tarlaların yarısı ot. Bir de kuraklık oldu. Böyle sistemin içinde 24 milyarı Hariri’lerin cebine koymak yerine çiftçiye verilseydi olmaz mıydı? Yatırımcıya güven verince para da gelir, yatarımcı da gelir. Tercihinizi liyakat sahibi kişilerden yana koyun.
“HERŞEYİ BİLMİYORUM, HERŞEYİ BİLENLERDEN BIKTIK”
Ben şimdi ikinci turumda şöyle yapıyorum. Mesela Sakarya’ya gittim. Orada oda başkanlarını, herkesi davet ediyorum. Kamuoyuna kapalı, fotoğraf vs. Onları dinliyoruz. Bize soru sordukları takdirde ben siyasi soruları cevaplandırıyorum, Erhan Usta, Bilge Yılmaz, Ümit Özlale’de ekonomi ve kalkınmaya dair soruları yanıtlıyor. ‘Ben herşeyi bilmiyorum’ diye söze başlıyorum. Çünkü herşeyi bilenlerden bıktık. Türkiye’de uzman olmuş kişilerin öne çıkmasına ihtiyaç var. O toplantılarda kendimi orkestra şefi olarak tarif ediyorum.
“1 YIL İÇİNDE ENFLASYON VE FAİZLER TEK HANEYE DÜŞECEK”
Çözümlerimizi halka ulaştırmada bir eksikliğimiz varsa o kabahat bizim. 1 yıl içerisinde biz hem faizleri hem enflasyonu tek haneye düşüreceğiz. En başında faizi şak diye düşürürüz demiyorum. 1 yıllık sürede enflasyonla faizi birbirine bağlı olarak düşüreceğiz diyorum. Sayın Erdoğan ‘faiz sebep enflasyon sonuç’ diyor ya, böyle bir Nobel’lik iddia var ama herşey ters yüz oldu. Gerçeklikten kopmamak lazım. Türkiye’nin tercihlerini değiştirmek, kalkınmayı öne koymak öncelik. Bunların tamamının yapılması için bir zihniyeti değiştirmelisiniz. Tek adam olmayacak, kayırma yolsuzluk ortadan kalkacak. Özellikle birinci öncelik gıdaya erişim olacak. Mesela Japonya pirincin stratejik rolünü bildiği için pahalıya maletmesine rağmen onu yetiştiriyor. Amerika çiftçisini tutmak, yetiştirdiği mamülle geçinebilmesini sağlamak için destekliyor. Biz de bunu önceleyeceğiz.
“YUNANİSTAN KONUSUNDA YÜZDE YÜZ HAKLIYIZ”
Dış politika bu ülkenin çıkarları siyaset üstü durumdadır. Geçmişte bunların örneklerini gördük. Bunlara şahitlik ettim. Başbakan AB’ye gider, en sert muhalefet yapan parti liderleri ile arka kapıdan görüşür. Bugün de konuşulmalı. Mesela Yunanistan’la ilgili yüzde yüz haklıyız. Ama biz uzun zamandır, 12 adayı bir kenara koyduk, Lozan’la ilgili durum. Ortada kalan kayalık, adalar dediğimiz yerler silahlandırıldı. Şöyle şeyler yaşadık. Soru önergesi verin dediğim zaman arkadaşlara, o zaman dendi ki ‘usuletle suhuletle yapalım, gürültülü yapmayalım’ dendi. Biz parti olarak ona uyduk. Sayın Çavuşoğlu ile görüşmüşlüğüm var bu konuyla ilgili. Türkiye adına bu iktidarın Dışişleri Bakanı konuyla ilgili adım atmaya kalkıştığımızda ‘şöyle olsa daha iyi olur’ dendiğinde muhalefet arkasında duruyor. Arkada şöyle bir diplomasi yapılıyor. ‘Size şöyle durur musunuz’ deniyor ve öyle yapıyorsunuz. Haklı iken haksız duruma düşen Türkiye. Maalesef ben eşittir devlet, ben eşittir Türkiye anlayışıyla gelinen nokta çok kötü.
“BÜYÜK GÜRÜLTÜDEN SONRA GERİ ADIM ATMAK YANLIŞ”
Mursi’ye yapılan yanlış. Bunu söylemek başka bir şey ama Mursi’nin intikamını almak doğru değil. Mısır’la olan o güzel ilişkiler gitti, sonuç itibarıyla Mısır’la Yunanistan anlaşma imzalandı. Diğer taraftan mavi vatan konusunda aynı şey. Diğerleriyle de yapmalıydık. Tek taraflı, çok bağıran, büyük gürültü çıkarıp sonra geri adım atan tavırlar yanlış. Ana bilgileri bilmiyorum. İsterdik ki, biz zaten bu tür konularda destek veriyoruz. İsterdik ki, başta sayın Erdoğan olmak üzere muhalefeti ciddiye alıp, kendisi olmayabilir, Dışişleri Bakanı, Milli Savunma Bakanı’yla bilgilendirmek. Bunların yapılmaması Türkiye açısından çok büyük bir nakısa.
“KORKUM ŞU: HAKLI İKEN HAKSIZ DURUMA DÜŞMEK”
Biz Rusya’nın Ukrayna işgalini kınadık. Biz bir devletin, ülkenin toprak bütünlüğüne el uzatılmasını doğru bulmadığımızı İYİ Parti olarak kınadık. İHA, SİHA üzerinden Ukrayna’ya yardımcı olmaya çalışıldı, bir taraftan Putin’le ters düşmemeye çalışıldı. Rusya korkusuyla Norveç ve Finlandiya NATO’ya girmeye kalktı. Bizim veto etmek gibi durumumuz var. Burada biz haklıyız. Ama velakin bu kadar gürültüyle yapılmaz ki bu işler. Bunun daha sessiz diplomasiyle yapmanın faydalı olduğunu söylüyoruz. Esas İsveç’te bu PKK’nın çeşitli kadrosu mukim. Almanya, Fransa var. Bütün buradaki PKK unsurlarının Avrupa’dan dışarı çıkarılması açısından çok büyük bir fırsat var Türkiye’nin elinde. Korkum şu, haklı iken haksız duruma düşerek geri adım atmak gibi bir durumda kalmak.
“MUHALEFETİN BİLGİ SAHİBİ OLMASININ NE ZARARI VAR?”
Biz ülkelerin iç işlerine taraf olmayı doğru bulmuyoruz. 7 trilyon dolarlık bir hacim var burada. Biz Suriye ile niye bozduk ilişkimizi? AB, Mısır, Türk Dünyası 23 trilyon dolar. Biz tam ortasındayız. Çok üst düzey yetişmiş insan unsurumuz var. Gerçekten üretimimiz ona göre, toprağımız ona göre. Bulunduğumuz yer ona göre. Onun için dış politika ciddiye alınmalıdır. Muhalefetin bilgi sahibi olmasının ne zararı var, yanınızda olur.
“İSVEÇ VE FİNLANDİYA’YA KARŞI TUTUM YANLIŞ DEĞİL”
Benim söylediğim şey şahsilikten çıkarmak. Sayın Erdoğan ve arkadaşları ve de şürekası bu insanları da ciddiye alsın. Sayın Ahmet Erozan, sayın Ahmet Adnan Sezgin var. Ön planda olan arkadaşlarımız bunlar. Arka planda da var. İki kelam bu arkadaşlarımızla konuşulur. İktidarın yaptığı yolculuğa bizim destek olmamız niye sağlanmaz? Bu arkadaşlar sütten çıkmış ak kaşık, biz vatan hainiyiz! Biz başlarsak konuşmaya, o zaman ne olacak? Rahip Bronson ne oldu? BAE’ye ne kadar ağır laflar edildi? Kaşıkçı davası ne oldu? Ben çok utanıyorum biliyor musunuz? Korkum şu; haklı olduğumuz yerde haksız duruma düşüyoruz. Finlandiya ile İsveç’e takınılan tutum yanlış değil. Bu kadar gürültü yanlış. Sultancıl liderler diye bir kavram var. Bunlar popülist yapı. Sürekli bir dış düşman ilan ediliyor. O dış düşmanla kanka ötesi oluyorlar. Oval ofiste her işler iyi gidiyor, ama Amerika düşman kuvveet. Size inanılmaz hakaretler edildi, ne yaptınız? Adamdan randevu almak için öldünüz? Türkiye bunu hak etmiyor, Türkiye büyük ülke.
“BİZİM AB İLE EŞİT VE GERÇEKÇİ İLİŞKİ KURMAMIZ LAZIM”
Dış politikada Atatürk ve arkadaşlarının çizdiği vizyonun arkasındayız, batı medeniyeti muasır medeniyet çizgisi. Bunun anlamı eller havada geçmek değil. AB de şu anda Türkiye ile ilişkiler seçim kazanmak için özne yapılıyor. Bu son derece yanlış. Sonuçta AB’de değerler zinciri var, ne kadar uyuluyor, uyulmuyor o başka. Bizim AB ülkeleri ile yaptığımız ihracat ve ithalat herkesten fazla. Ben gerçekçilikten bahsediyorum. Bu AB için yerlere yatmak anlamına gelmiyor. Eşit ilişki kurma imkanınız var, siz büyük ülkesiniz. Olmuyorsa da olmuyordur. Elinizde bir fırsat var. Çok basit bir şey. Siz NATO üyesisiniz. Bu arada Almanya ve Fransa’yı da katın. PKK ile bütün meselenizi çözebilirsiniz. Ama bunun için gerçekçi tutum lazım. Bizim Batı ile ilgili itirazlarımız pek çok şey var. Ama netice itibarıyla AB bünyesinde yer almak konusunda süreci lehimize sonlandırmak gibi bir hedefimiz var.
“BAŞI AÇIĞA DA BAŞÖRTÜLÜYE DE KARIŞMAYA HAKKIMIZ YOK”
Birçok konuda vatandaş nezdinde uzlaşmalar var. 28 Şubat dönemini yaşamış bir insanım. O dönemde ilginçtir başı açık kadınla başı kapalı kadın dövüşmedi. Ne zaman adamlar devreye girdi, çıkar çatışmasına çevirdi, herşey gümbürtüye gitti. Türkiye’de korkular var, bunu aşmamız gerekiyor. Başörtülü kadın başının örtüsünün çekileceğinden korktu, başı açık kadın saçının çekileceğinden korktu. Benimle ilgili fezleke gelmişti. ‘Başı açık kadının saçına el ile başörtülü kadının eşarpına uzanan eli kıralım’ demiştim. Bu söz üzerine hakkımda fezleke geldi. Herkes bizi rahat bıraksın. Ben 7 yaşından beri 5 vakit namaz kılıyorum, hacıyım. Hanımefendin kıyafetine, sizin gündelik hayatına karışmak gibi bir hakka sahip değilim. Örtülüye de, içkisini içene de saygı duymak zorundayız. Birbirimize bir şey dayatmak gibi hadsizliği yapamayız. Bunların sokakta karşılığı yok. İnsanlar arasında bu yok.
“BEN TÜRKİYE’NİN BİLİRKİŞİSİYİM”
Dün gittiğim evlerden birisi Alevi yurttaşın eviydi. Türkmen Alevisi yurttaşın eviydi. Şafi Kürt bir aileden kadınlar geldi, beraber oturduk. Vatandaş açısından bir şey yok. Bu ülkede insanlar nefes almaya çalışıyor. Bu tür şeyi yapan yönetici kitle. Bunların amacı seçmen konsolidasyonu. Seküler hisseden kadın veya erkeğe parmak sallayan, kendini dindar hisseden kişiyle arasında bir fark yok. Hayrünisa Hanım’ın başörtüsüyle sayın Kılıçdaroğlu’nun Alevi olması aynı. Allah diyor ki, “Bana karşı işlediğiniz suçları samimi tövbeyle affederim, ama size karşı suçları affetmem”. Ben AK Parti’nin kurucusuyum. Siyasete MHP’de başladım. DYP’de bulundum, Türkiye’nin bilirkişisiyim ben.
“ÖZÜR DİLEDİĞİM HİÇBİR HATAYI TEKRAR ETMEDİM”
Ben her hatada aleni özür dileşimdir. Hiçbir hatamı anladıktan sonra tekrar etmemişimdir. Siz beni kişisel olarak bir insana hakaret ederek hiç görmemişsinizdir. Cinsiyetim üzerine çok pis hakaretlere uğramama rağmen. Cesur bir insanımdır. Erkekler ilkel zamanda toplayıcı avc ı, biz kadınlar aileyi koruyandı. Her bir kadın panterdir. Ben cesur bir insanım, bunu bir kabiliyet gibi söylemiyorum. Benden hiç kimse özür dilemedi, ama ben özür dilediğim zaman bilerek bir daha o hatayı yapmadım.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***