HABER ANALİZ | CUMALİ ÖNAL
İskandinav ülkeleri İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelik başvurusuna en sert tepkinin Rusya yerine Türkiye’den gelmesi dünyayı şaşkına çevirdi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan iki ülkenin NATO üyeliğini veto edeceklerini açıkladı.
Partisinin TBMM grup toplantısında konuşan Erdoğan, “Siz bize teröristleri vermeyeceksiniz, sonra bizden NATO’ya girmek için destek bekleyeceksiniz. PKK’ya destek verip üyelik için destek istemek tutarsızlıktır. Bize teröristleri iade etmeyen ülkelerin NATO üyeliğine ‘evet’ diyemeyiz,” dedi.
İsveçli ve Finlandiyalı diplomatların Türk yetkililerle görüşmek için Ankara’ya gelme planları hakkında da, “Pazartesi günü gelmek istiyorlarmış, boşuna yorulmasınlar dedim” söyleminde bulundu.
Devamında tıpkı faiz kararını nassa dayandırması gibi bu ülkelerin NATO üyeliğine karşı çıkmasına da dini bir kılıf da buluyor, “Bu yanlış Yunanistan’la bir kez yapıldı. Müslüman biri sokulduğu bir yerden bir daha sokulmaz” diyor.
Diplomatik dil ve nezaketten uzak bu açıklamalarla Erdoğan, iki ülkenin üyeliğine karşı çıkmasının en temel sebebinin PKK olduğunu öne sürdü.
Halbuki, Erdoğan’ın deyimiyle PKK’nın hamiliğini sadece bu iki ülke yapmıyor, başta Almanya ve ABD olmak üzere hemen tüm NATO üyesi ülkelerde PKK sempatizanları yaşıyor ve aktif olarak da faaliyetlerde bulunuyorlar.
Hatta Erdoğan, daha önceki konuşmalarında ABD’nin Suriye’de faaliyet gösteren YPG’ye uçaklarla silah taşıdığını dahi öne sürmüş, ancak dönemin ABD Başkanı Donald Trump’la ilişkisini en üst düzeyde devam ettirmişti.
Erdoğan’ın İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine karşı çıkma gerekçesinin PKK ya da bu ülkelerin Türkiye’ye yönelik silah ambargosu olduğu düşünülmesin. Çünkü Erdoğan daha ağır ithamlarda bulunduğu ülkelerle bir anda ters manevralar gerçekleştirerek hiçbir şey olmamış gibi davranabiliyor.
Örneğin, 15 Temmuz darbe girişimini finanse ettiğini öne sürdüğü Birleşik Arap Emirlikleri, gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetinin sorumlusu olarak gösterdiği Suudi Veliaht Muhammed bin Selman, terör devleti olduğunu iddia ettiği İsrail ile geçmişteki tüm söylemleri ve ithamlarını unutarak ne tür ilişkiler içine girdiğini tüm dünya biliyor.
Üstelik Erdoğan bu ülkelerle ilişkilerinde geri vitese takarak elde etmek istediği desteklerin de hiçbirine ulaşamamış durumda.
Peki Erdoğan bir anda neden ortaya atılarak yıllarca Rusya korkusundan dolayı NATO’ya üye olamayan bu ülkeler ile at pazarlığına girişti?
Ukrayna işgali sonrası Erdoğan, bazı adımlarından dolayı Rusya Lideri Vladimir Putin’i rahatsız etmiş olabileceği endişesine kapılarak bu tür bir çıkışla Rus lider nezdindeki imajını mı düzeltmeye çalışıyor?
Bunun asli bir sebep olması pek mümkün değil, çünkü Erdoğan Rusya’nın Ukrayna işgali üzerinde pek etkin bir figür değil. Savaşın başında iki ülke arasında arabuluculuk rolüne soyunarak adından söz ettirmeye çalışsa da, bir süre sonra ne Ukrayna ve ne de Rusya artık Türkiye’nin adını bir arabulucu olarak anmamaya başladı.
Ayrıca Türkiye’nin savaşın seyrini değiştirebilecek ne askeri, ne ekonomik ve ne de stratejik bir önemi var.
Bunun asli iki sebebi var: Birincisi iç kamuoyuna, ikincisi ise ABD’ye yönelik.
Erdoğan daha önce de dış politik gelişmeleri iç politika malzemesi yaptı ve bir süre sonra da kamuoyundaki heyecan dinince bu hamlelerinin devamını getiremedi. Doğu Akdeniz’deki doğalgaz krizi, Fransa ile Libya üzerindeki restleşme, Mısır’la Mursi ve Libya atışması, BAE, Suudi Arabistan, İsrail’le suni problemler, Avrupa ülkeleriyle mülteci krizi vs. tamamen Erdoğan kaynaklı gerginliklerdi.
Bu tür gerginlikleri kullanarak hem kendi seçmen kitlesini elinde tutmaya hem de muhalefeti dizayn etmeye çalışan Erdoğan’ın özellikle ekonomik sıkıntı yüzünden son aylarda yeni gerginlikler oluşturma kudreti iyice sınırlanmış durumda.
Bundan dolayı Erdoğan için ekonomik yönü olmayan krizler çıkması gerekiyor. Bu bakımdan Finlandiya ve İsveç’le restleşme iyi bir fırsat. Tabi bu krizin daha da büyümesi durumunda Erdoğan’ın geri adım atması kesin gibi. Ancak Erdoğan kriz büyüyene kadar konuyu iç politika malzemesi yapmaya devam edecek gibi görünüyor.
Diğer bir konu ise ABD. Erdoğan Joe Biden başkanlık koltuğuna oturduğundan beri Washington’da en sevilmeyen liderlerden biri durumunda. Her Beyaz Saray’ı aradığında hemen telefonuna koşan bir Trump yok karşısında.
Hatta Biden’la ancak altı ay sonra Brüksel’deki NATO zirvesi sırasında görüşebilen Erdoğan bu sevincini de tuhaf ifadelerle göstermişti.
Erdoğan, Brüksel’e yola çıkmadan önce Biden’ın 1915 olaylarını “soykırım” olarak kabul etmesini gündeme getireceğini söylemiş, ancak zirve sonrası düzenlenen basın toplantısında Biden’ın 1915 olayları ile ilgili “soykırım” kelimesini kullanmasının görüşmede gündeme gelip gelmediği sorusuna, “Hamdolsun hiç gündeme gelmedi” yanıtını vermişti.
Geçtiğimiz yıl Eylül ayındaki BM zirvesi için New York’a giden Erdoğan, bu kez Biden’la görüşemeyince ABD başkanını sert sözlerle eleştirmişti. Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin geleceğine dair bir soruya cevap veren Erdoğan, iki ülke arasındaki ilişkilerde “sağlıklı bir sürecin işlediğini doğrusu söyleyemem” demişti.
Erdoğan Biden’la yakınlaşabilmek için Kabil Havaalanı’nın işletilmesini üzerine almak, İsrail ile ilişkileri geliştirmek, Ermenistan’la yeni bir diyalog kapısı aralamak vs. pek çok diplomatik adım da attı.
Erdoğan’ın İsveç ve Finlandiya restiyle ABD ve Biden’dan birtakım tavizler koparmaya çalıştığı açık. Bu tavizlerin başında F-16 uçak satışı ve mevcut uçakların modernizasyonu, F-35 uçak projesine geri dönme, S-400 yerine Patriot füzelerinin alınması, Yunanistan’da inşa edilen üslere ABD askerlerinin yerleştirilmesini önleme ve en önemlisi de Erdoğan’ın şahsi geleceğini ilgilendiren Halkbank ve Reza Zarrab davalarının üzerinin kapatılması ya da önemsizleştirilmesi geliyor.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***