YORUM | M. NEDİM HAZAR
Leni Riefenstahl…
Sinema tarihinin en ilginç figürlerinden biri.
1974’te tüplü dalış sertifikası alabilmek için (çünkü sualtı fotoğrafçılığına merak salmıştı) yalan söylediğinde tam 74 yaşındaydı ve yaşıtları sadece uykuya dalabiliyorlardı.
Kanserdi ama öldüğünde 101 yaşındaydı.
Leni şöhret basamaklarını 1932 yılında Nazi Partisi’nin resmi makamların siparişleriyle sanatsal sorumluluğu kendisine ait belgesel filmler çekmesiyle tırmanmaya başladı.
Berlin 1936 olimpiyatları ise onun kariyeri açısından bir zirve oldu. Çünkü Olympia isimli bir belgesel için Hitler ona tüm imkanları seferber etti.
170 kişilik ekip, aynı anda gerçekleşen farklı sporları kaydeden 30 kamera grubu, 400.000 metre film. Leni Riefenstahl bu devasa projenin filmin yönetmeni, senaristi, montajcısı ve yapımcısıydı.
“Olympia” spor belgeselciliğinin temellerini atmakla kalmayıp, bu dalda çıtayı hala aşılamayan bir seviyeye taşımış bir film. 1938 Venedik Film Festivali’nde en iyi yabancı film ve aynı yıl Paris altın madalyası gibi ödülleri kazanmasının yansıra, Riefenstahl 1948’de olimpiyat komitesi tarafından olimpik altın madalya ile ödüllendirildi.
Jesse Owens…
Amerikalı olimpik atlet.
1936 Yaz Olimpiyatları’nda dört altın madalya kazanmış, uzun atlamada kırdığı dünya rekoru 25 yıl boyunca geçilemedi.
Hitler her diktatör gibi toplumun bir kesimini şeytanlaştırarak iktidarını perçinlemişti.
Yahudiler, Çingeneler ve Komünistler.
Hatta Riefenstahl’in çektiği filmlerde oynayan çingeneler kamplardan alınıp, film çekiminden sonra öldürülüyordu. Leni bu yüzden yargılandı da.
Yeryüzündeki tüm kötülüklerin kaynağı olduğu gibi Almanya’yı bitiren de bu üç güruhtu Nazilere göre.
Ve elbette siyah düşmanı bir ırkçıydı.
Ağustos 1936’da, Nazi rejimi, Yaz Olimpiyatları’na ev sahipliği yaparken, şiddetli ırkçı politikalarını gizlemeye çalıştı. Birçok Yahudi karşıtı işaret geçici olarak kaldırıldı ve gazeteler sert söylemlerini yumuşattılar. Bu şekilde, rejim Olimpiyat Oyunları’nı barışçı ve toleranslı Almanya ters-imajını yabancı izleyici ve gazetecilere göstermek için kullandı.
Ancak Hitler, olimpiyatlarda zenciler ve Yahudiler yarışmaya çıktığında stadyumu terk ediyordu.
Riefenstahl ise kayıt yapmıyordu bu sporcuları. Emir böyleydi çünkü.
Naziler madalya alan birçok sporcuyu görmezden gelmiş, yok muamelesi yapmıştı.
Ancek Leni öyle düşünmedi ve 4 madalya alan Jesse Owens’i olimpiyat bittikten sonra tekrar yarış pistine götürüp çekimler yaptı.
İki bölümlük gelmiş geçmiş en iyi spor belgeseli Olympia böyle çekildi.
Siz görmezden gelebilirsiniz ama tarih öyle yapmaz.
Tarihin gözünü bağlasanız bile kaydını tutar ve bir gün ortaya çıkarır.
Bunları niçin anlatıyorum.
Türkiye’nin en büyük futbol kulüplerinden sayılan Galatasaray UEFA kupasının yıldönümü için yaptırdığı belgeselde, ülke tarihinin en büyük futbolcularından biri olan ve tartışmasız en büyük golcüsü olan Hakan Şükür’ü yok saymış.
Nazilere özenmişler…
1980 darbesi sonrasında hazırlanan 82 anayasası referandumunda “Hayır” oyunun rengi “Mavi”ydi.
Dönemin cuntası bir süre maviye ülke çapında yasak getirmişti. Mavi sakıncalı renkti.
İşi o kadar abarttılar ki, bir ara İETT’de kullanılan “Mavi Kart”ın rengini bile değiştirmeyi düşündüler.
Geçelim…
Coşkun Özarı’yı hatırlayanlarınız olacaktır. Türk futbolunun önemli isimlerindendi. Futbolculuğu pek parlak olmasa da teknik direktörlüğü ile Türk futboluna çok hizmet etti.
Emekli olduktan sonra da spor yorumculuğu yaptı.
Galatasaray’ın UEFA kupasına gittiği yıllarda tam 4 yıl boyunca basın tribününde arkalı önlü otururduk rahmetli Coşkun Hoca’yla.
Çok eğlenceli bir yorumcuydu.
Bazen kafası kıyak gelirdi maçlara.
“Şu 7 numara kim?” diye sorardı omzuma dokunarak.
“Baba, Okan o Okan,” derdim.
“Baba Okan kim lan,” diye çıkışırdı. “Baba Hakkı’yı bilirim ben.”
Bir keresinde Hagi topu kaptı ve başladı çalım atmaya.
“Hagi pas at,” dedi sinirle.
Hagi çalımlamaya devam etti.
“Hagi pas atsana!”
Hagi, çalıma devam…
Çıldırdı sonunda. “Babanın topu mu ulan, pas atsana!”
Böyle eğlenceli biriydi rahmetli.
Yine Ali Sami Yen’deyiz.
Hakan Şükür formunun zirvesinde.
Yandan bir orta geldi, Hakan topa yükseldi, adeta havada asılı kaldı…
“Ulan herif yerçekimini unuttu be!” diye bağırdı Coşkun Hoca.
İndi tabii Hakan çim zemine. Yerçekimi bir gerçeklikti çünkü.
Galatasaray yönetimi de Hakanı unutarak, unutturabileceğini zannediyor. Yerçekimini inkar etmek gibi bir şey bu.
Galatasaray formasıyla 120’den fazla gol atmış bir golcüyü yok sayabilecek kadar idrakleri kitlenmiş yönetim var sarı kırmızılı takımın başında.
Siyasi iktidardan o kadar korkuyorlar.
Oysa tablo tam tersi olabilir, Hakan Şükür’ün heykelini de dikebilirlerdi.
Bizzat yakından biliyorum, bir dönem Hakan Şükür’e spor bakanlığı teklif ettiler.
Elinin tersiyle itti Hakan bu teklifi.
O günden sonra hain ilan edildi.
Malına mülküne çöküldü. 80 yaşındaki babasının ayağına elektronik kelepçe takıldı.
Neden?
İktidarının tarafında olmadığı için.
Şimdi bedel ödetiliyor ama Hitler’e bile kalmayan güç elbette günümüz zalimlerine de kalmayacak.
Hakan ise yerçekimi gibi tüm gerçekliğiyle tarihte yerini almış durumda.
Bir efsane vardır.
Medya özgürlüğünde dünya sonuncusu, sporda ise en diplerde olan Kuzey Kore’de halk, ülkelerinin uluslararası müsabakalarda başarıdan başarıya koştuğunu zannediyor.
Oysa birçok turnuvaya oyuncu bile yollamıyor Kuzey Kore. Çünkü sporcularının kaçmasından çekiniyor.
2014 Dünya Kupasında medya, Kuzey Kore halkı için bir turnuva tertiplemiş.
Bu kurgu turnuvaya göre finalde Brezilya’ya 2-1 yenilen Kuzey Kore dünya ikincisi olmuş.
Oysa Kuzey Kore tarihinde sadece 1 defa katılmış Dünya Kupası finallerine. 1966 yılında.
Türkiye hızla bu yolda ilerliyor.
Gerçek tarihi gizlemeye çalışırken kendi tarihini kurguyla yazıyor bir yandan.
Tayyip Erdoğan’ın 100 gol atarak UEFA kupasını Türkiye’ye getirdiğini anlatan belgesel çekilirse kimse şaşırmasın!
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***