Saygın düşünce kuruluşlarından Alman Marshall Fonu’nun (GMF) Türkiye Direktörü Özgür Ünlühisarcıklı, Türkiye’nin NATO genişlemesine itirazlarının görüşmeler yoluyla çözümlenmesinin beklendiğine dikkat çekerek “Türkiye, görüşmelere rağmen İsveç ve Finlandiya’nın üyeliklerine engel olursa, işte o zaman, ciddi sıkıntı olur” dedi. Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve ABD’li mevkidaşı Antony Blinken’ın Türkiye-ABD Stratejik Diyalog Mekanizması kapsamında bakanlar düzeyinde yapacakları ilk toplantı öncesinde DW Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Ünlühisarcıklı, S-400 krizine çözüm önerisinin ayrıntılarını da anlattı. Ünlühisarcıklı, Türkiye’nin parasını ödeyip kullanamadığı S-400’ler nedeniyle hava savunmasının zayıfladığına dikkat çekti.
DW Türkçe’den Değer Akal’ın, GMF Türkiye Direktörü Özgür Ünlühisarcıklı’ya NATO’nun genişlemesine ilişkin tartışmalar ve Türkiye-ABD ilişkilerine ilişkin yönelttiği sorular ve yanıtları:
Dikkatler, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun ABD’li mevkidaşı Dışişleri Bakanı Antony Blinken’le Türkiye-ABD Stratejik Diyalog Mekanizması kapsamında yapacağı ilk görüşmeye çevrildi. İnşa edilen bu mekanizma, ikili ilişkilerdeki derin güven bunalımının aşılmasında, anlaşmazlıkların giderilmesinde etkili olabilir mi?
Bu mekanizma, ikili ilişkilerin yürütülmesi için çok önemli. Ama ‘tüm görüş ayrılıkları giderilecek’ diye bir beklenti de gerçekçi değil. Türkiye ile Amerika’nın zaten işbirliğine devam edebilecekleri, görüş birliği içerisinde oldukları konular var. Bazı konular var ki, görüş ayrılığı o kadar derin ki, bunlar öngörülebilir bir zamanda giderilemeyebilir. İşte bu görüş ayrılıkların, bir krize dönüşmeden yönetilmesi bakımından da bu mekanizma önemli. Bir de görüş ayrılıklarının bulunduğu, ancak giderilebilecek nitelikte olan konular var. İşte bu stratejik mekanizma, Türk-Amerikan ilişkilerinde mevcut her üç başlıktaki konuların yönetilmesi için doğru bir platform teşkil ediyor.
Türk-Amerikan ilişkileri zaten pek çok konuda yaşanan derin görüş ayrılıkları nedeniyle son yıllarda çıkmaza girmişti. Rusya’nın Ukrayna savaşı ile yeniden önem kazanmaya başlayan ilişkiler, Ankara-Washington hattında yakınlaşmaya yol açmıştı. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelikleri için ‘veto tehdidi’ olarak yorumlanan açıklamaları, gerilimi yeniden tırmandırdı. Erdoğan’ın bu çıkışı sizce Washington’da ve diğer müttefik ülke başkentlerinde nasıl yankı buldu?
ABD’deki Biden yönetimi, Türkiye ile bu aralar olumlu ilişkiler içinde olmaya gayret gösteriyor, bu nedenle konuyu bir kriz gibi değil de hızlıca çözüme kavuşturulması gereken bir görüş ayrılığı olarak görme eğiliminde. Genel eğilim, beklenti; Türkiye, Finlandiya ve İsveç’in görüşmeler yoluyla bu meseleyi gecikmeden geride bırakacakları yönünde.
Ancak Erdoğan, Pazartesi akşamı yaptığı açıklamada Finlandiya ve İsveçli heyetlerin Türkiye ile yürütmek istedikleri görüşmeler için “Bizi ikna etmeye mi gelecekler? Kusura bakmasınlar, yorulmasınlar” dedi. Bu açıklama, görüş ayrılıkların üç ülke arasında yapılacak görüşmeler yoluyla çözümlenmesi hedefini de zora sokmuş olmadı mı?
Konuyu politize etmek, her iki taraf için de diplomatik seçenekleri daraltıyor. Konunun kamuya mal olması, İsveç hükümetinin de Türkiye’nin beklentilerini karşılayabilecek bazı adımlar atabilmesini zora sokuyor. Bu işleri, sessiz diplomasi yoluyla çözmek aslında daha doğru olurdu. Ama işte biliyorsunuz, uzunca bir süredir, iç politika ile dış politika iç içe geçmiş durumda. Cumhurbaşkanı Erdoğan, özellikle iç politikada avantaj getirecek böyle konuları, sessiz sedasız halletmeyi tercih etmiyor. Maalesef diğer bazı ülkelerde de durum böyle.
Peki sizce Erdoğan’ın İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine itirazları bir “veto tehdidi” anlamına mı geliyor?
Terminoloji olarak ‘veto’ çok doğru değil, ‘Türkiye’nin olumlu oyunu kullanması için ortaya koyduğu koşullar’ tanımının daha doğru olacağı kanaatindeyim. Kırk yılda bir Ankara bir koz yakaladı, bunu da kullanmak istiyor. Yunanistan, AB’deki büyük genişleme dalgasını onaylamak için aslında kriterleri yerine getirmemesine rağmen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin de üye yapılmasını şart koşmuştu. Yine Yunanistan, Makedonya’nın NATO’ya üye olabilmesi için ismini değiştirmesini istemişti. Dolayısıyla Türkiye’nin taleplerini gündeme getirmesi, bunların karşılanmasını istemesi, diplomaside ilk defa karşılaşılan bir şey değil gayet tabii ki. Bence, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelikleri, karşılıklı görüşmelerle çözümlenemeyecek bir mesele değil. Ama şunun çok iyi anlaşılmasında da yarar var. Bu konu sadece İsveç’i, Finlandiya’yı ilgilendirmiyor. Bu iki ülkenin Batı’nın savunma ittifakına üye olmaları, NATO ile Rusya arasındaki dengeleri ciddi şekilde değiştirecek ve bu uzun süredir ittifak tarafından arzu ediliyordu. Bir NATO üyesi olarak bu, Türkiye’nin de çıkarına.
Ankara’nın beklentilerinin karşılanması mümkün mü?
Malum, İsveç ve Finlandiya Türkiye’ye, Suriye’ye yapılan harekatlar nedeniyle, askeri ambargo uyguluyorlar. Bu ambargoları kaldırmaları çok da zor olmasa gerek. Türkiye’nin İsveç’in teröristlere ev sahipliği yaptığı iddiası konusu ise biraz daha karmaşık. Dayanağı, Türkiye’nin terörist olarak kabul ettiği kişilere, özellikle İsveç’te, sığınma hakkının verilmesi. Buradaki sorun iki ülkenin terörist tanımının farklı olmasından kaynaklanıyor. İsveç açısından da bu zor bir konu, malum İsveç’te ciddi bir Kürt nüfusu da var. Türkiye’nin “terörist” oldukları iddiasıyla iadelerini talep ettiği kişilerin bir bölümü Kürt olduğu için, konu İsveç’te iç politikayı da ilgilendiriyor. Dolayısıyla bu konu biraz daha karmaşık bir konu. Ama İsveç’in bu konuda daha yakın bir temas içerisinde olarak Türkiye’nin kaygılarını gidermeye dönük mesajlar vermesi, bence Ankara’da olumlu karşılanır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın NATO çıkışının gerisinde iç politikada elini güçlendirme hedefinin de yattığı belirtiliyor. Siz bu görüşe katılıyor musunuz?
Türkiye’nin itirazları ve beklentileri var, konu salt iç politika ile ilgili bir konu değil. Ama Erdoğan, açıklamasında Türkiye’nin geçmişte, askeri rejimin olduğu dönemde, Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşünün koşulsuz olarak kabul edildiğini, bunun bir hata olduğunu, aynı hatanın yeniden tekrarlanmayacağını söyledi. Kendi kararını, açıklamasını, bir anlamda geçmişteki yanlış politikalarla karşılaştırıp kendisinin bu yanlışları yapmayan güçlü bir lider olduğunun da mesajını vermiş oluyor. Bunun iç kamuoyunda mutlaka olumlu algılanacağını biliyor…
Türkiye’nin ABD’den talep ettiği 40 adet F-16 ile 80’e yakın modernizasyon kiti konusunda zaten zor olacağı belirtilen kongredeki onay süreci, NATO’daki genişleme geriliminden olumsuz etkilenir mi?
Eğer bütün görüşmelere, çözüm çabalarına rağmen Türkiye, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerine engel olursa, işte o zaman, ciddi sıkıntı olur. ABD Kongresi’nden uzunca bir süre Türkiye ile ilgili herhangi bir konuda olumlu bir karar verilmesi söz konusu olamaz. Buna mukabil, bu sorun kısa vadede karşılıklı görüşmeler yoluyla çözülürse, kongrede şu an için görece olarak Türkiye’ye yönelik daha olumlu olan hava devam edebilir.
Siz GMF tarafından yayımlanan “Türkiye ile ABD arasında S-400 ihtilafının çözüm zamanı geldi” başlıklı son makalenizde, Rusya’nın Ukrayna savaşı ve bunun yol açtığı jeopolitik risklerin sadece Türkiye’nin stratejik değerini değil, aynı zamanda güvenlik teminatına ihtiyacını da arttırdığına, ABD’nin Türkiye’nin hava gücünün modernizasyonunu engellemesinin doğru bir tutum olmadığına dikkat çekiyorsunuz. Bunu açar mısınız?
Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi, revizyonist olduğunu gözler önüne serdi. Rusya’nın bundan sonra atacağı adımları bilmiyoruz. Türkiye’nin çok uzun bir kıyısının bulunduğu Karadeniz’de büyük bir savaş yaşanıyor. NATO ile Rusya arasında gerilim artmış, bir savaş ihtimalinden söz edilen bir noktaya gelinmiş durumda. Kremlin arada nükleer silah tehdidini gündeme getiriyor, üçüncü dünya savaşı söylemleri kullanılıyor. Bu süreçte Türkiye, Rusya’yı rahatsız eden ciddi adımlar atmış durumda: Boğazları kapattı, Ukrayna’ya SİHA sevkiyatını sürdürüyor. Böyle bir ortamda Ankara’nın yeni jeopolitik riskler algılaması, müttefiklerinden daha güçlü güvenlik teminatına ihtiyaç duyması, gayet normal.
Erdoğan’ın zaten İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine itirazında kullandığı ifadeleri, “Türkiye’ye yaptırım uygulayanların bu süreç içerisinde bir güvenlik örgütü olan NATO’ya girmelerine biz ‘evet’ demeyiz” sözleri ile aslında diğer müttefiklerini de hedef almıyor mu? Çünkü ABD, Türkiye’ye S-400’ler nedeniyle CAATSA yaptırımları, AB ülkeleri de silah satışlarında kısıtlamalar uyguluyor…
Tabii. “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” der gibi…
ABD’nin Türkiye’nin güvenlik teminatı ihtiyacını karşılayabilmesi için CAATSA yaptırımlarının kaldırılması gerekmez mi? Bunun için de S-400 ihtilafının çözümü gerekiyor. Sizce bu çetrefil denklemi çözmek mümkün mü?
Bence mümkün. Koşullar bunu gerektiriyor. Her iki tarafın çelişkileri var. Türkiye Rusya’dan S-400’leri “NATO’dan karşılanamayan acil ihtiyaç” gerekçesini öne sürerek satın almış, “İleride ihtiyaçlarımızı yeniden NATO kaynaklarından alabiliriz ya da kendimiz üretebiliriz” mesajını vermişti. Gelinen nokta Türkiye’nin buna ihtiyacı daha da arttı. Ancak satın aldığı S-400’leri kullanamıyor. Bunu aldığı için F-35’lerden oldu, programdan çıkartıldı, yeni F-16’lar da satın alamıyor, var olanları modernize edemiyor. Özetle Türkiye’nin hava savunma sistemi, S-400 sahibi olduğu için daha zayıflamış oldu. Bu Türkiye’nin çelişkisi. Amerika ise tüm müttefiklerinden askeri harcamalarını arttırmalarını, NATO’nun kollektif caydırıcılığına daha fazla katkıda bulunmalarını istiyor. Ama aynı zamanda uyguladığı yaptırımlarla Türkiye’nin bunu yapmasını engelliyor. Türkiye’nin F-16 filosunun modernize edilememesi sadece Türkiye’nin hava savunmasını değil, NATO’nun da caydırıcılığını azaltıyor. Bu da ABD’nin çelişkisi.
Peki S-400 düğümü nasıl çözülür?
Türkiye, S-400’leri gerçekten ihtiyaç duyduğunda kullanacak olsaydı bunlar şu anda aktive edilmiş, konuşlandırılmış ve kullanılıyor olunurdu. Eğer olağanüstü bir süreçten geçtiğimiz bu dönemde S-400’ler hangarda duruyor ve Türkiye bunları kullanmıyorsa, hiçbir zaman kullanmayacak demektir. O zaman şöyle bir çözüm mümkün: ABD’ye sistemin aktif olup olmadığını denetleme imkanı verilir. Bu da ABD tarafı için, mevcut konjonktürde, tatmin edici bir seçenek olur. Türkiye’den “Kardeşim biz bunların parasını verdik, aldık niye kullanmıyoruz” itirazı gündeme getirilebilir. Ama Türkiye zaten kullanmıyor. Kullanmadığımız bir sistemi, belirli bir süre için kullanmama taahhüdünde bulunmuş olacağız. Yani malumun ilamı olacak. Ama bu durumda şu gerçek değişmiyor: Türkiye’nin bir hava savunma sistemine ihtiyacı var.
Önerdiğiniz çözüm formülü, ABD’nin Türkiye’nin hava savunmasına ne şekilde destek sağlamasını öngörüyor?
ABD’den Patriot almak öyle kolay değil, kongre onayı gerekiyor. Ama ABD şunu yapabilir: Kendi mülkiyetinde olan Patriotları Türkiye’ye konuşlandırabilir. Amerika’dan bu öneriye, “Bizim de elimizde sınırsız sayıda Patriot yok” deniyor. Ama şöyle de bir durum var: Kendi elindeki S-300’leri Ukrayna’ya verince Çekya Cumhuriyeti’ne Patriot konuşlandırıldı. Kaldı ki Çekya o kadar riskli bir coğrafyada değil, NATO’nun caydırıcılığına da çok büyük bir katkısı yok. Daha riskli bir coğrafyada bulunan Türkiye’ye konuşlandırılacak Patriotların NATO’nun caydırıcılığına da mutlaka katkısı olacaktır. Dolayısıyla öncelik verilirse, Türkiye’ye konuşlandırılacak Patriot bulunabilir.
ABD, olası sonuçlar konusunda açıkça Erdoğan’ı uyarmıştı. Türkiye’deki pek çok savunma ve dış politika uzmanı da Rus yapımı S-400’lerin satın alınması durumunda bunun hem ekonomik açıdan Türkiye’yi kayba uğratacağı, hem de güvenlik ve askeri bakımdan Türk ordusunu zora sokacağı uyarılarını yapmışlardı. “Madem bu kadar zarar edecektik o zaman niye S-400’leri satın aldık” diye sorulmayacak mı?
“Zararın neresinden dönsek kârdır” denilmesi en doğrusu. Türkiye’nin, farz-ı mahal, iki yıllığına zaten kullanmadığı S-400’leri aktive etmeden hangarda tutmayı taahhüt etmesi karşılığında, ABD’nin aynı süre için Türkiye’ye Patriot konuşlandırması, hem Türkiye’nin acil hava savunma ihtiyacını giderir hem de iki ülke arasındaki güven inşasına katkıda bulunabilir. Bir ihtimal, Amerika CAATSA yaptırımlarını da aynı süre için askıya alabilir. Böylelikle iki ülke arasında savunma işbirliğinin yeniden başlaması sağlanır, Türkiye’nin politik riski azalacağı için bu sürecin ekonomiye önemli bir katkısı da olur. Bunların üzerine aynı süre içinde Türkiye F-16 modernizasyon kitlerini, yeni F-16’ları satın alabilir. İleride de S-400 krizinin tamamen çözülmesiyle Türkiye’nin eskisi gibi olumlu koşullarda olmasa da F-35 programına geri dönüşünü de sağlanabilir.
KAYNAK: DEUTSCHE WELLE TÜRKÇE – DEĞER AKAL
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***