Bozkurt yazısında, “Yazının başlığıyla ilgisi olmayan kısmı bitirdik. Şimdi başlığa gelelim. Erdoğan Ramazan ayı boyunca bazı eski ve samimi arkadaşları ile beraber iftar yaptı sohbet etti. Bu sohbetler samimi ortamda geçti. Çünkü pek çoğunun siyasetle ya da ticaretle doğrudan ilgisi yoktu. Burada doğal olarak konu dönüp dolaşıp önümüzdeki seçimlere geldi. Ve Erdoğan ilk kez bu dostlarıyla paylaştı; “TBMM’de çoğunluğu kıl payı kaybediyoruz ama Cumhurbaşkanlığını kazanma ihtimalimiz sürüyor.”bBu konuda detaylara girilmedi çünkü sohbetler politik bir hat üzerinden yürümüyordu. Ama bu açıklamalar çok önemliydi. İlk kez Erdoğan geleceğe dönük olumsuz bir tablo çiziyordu, kaybetmekten söz ediyordu.” ifadelerine yer verdi.
Sedat Bozkurt’un “Parlamentosuz sisteme doğru” başlıklı yazısının tamamı ise şöyle:
“Bir yazımda kullanmıştım, Türkiye gündem canavarı bir ülke diye. Bunun en kalınlarından birini bu hafta yaşadık. Hani çok önemli bir mesele olur ve bir hafta hatta birkaç gün konuşursunuz; bu, o değildi, art arda seri olarak gündemi değiştirecek olaylara tanık olduk.
Önce İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Karadeniz gezisi gündeme geldi. Bu her yönüyle tartışıldı.
Niye gidip oralarda mitingler yapıyor, niye otobüsüne o “gazetecileri” aldı, sonrasında kendisi ve sözcüsünün üstenci açıklamaları, özürdeki cimrilik ve yapılanları kendi cephesinden mutlak doğru görerek savunması İmamoğlu tartışmasını uzattı.
Olaydan birkaç gün sonra pazartesi sabahı Kemal Kılıçdaroğlu ile telefonda uzun bir görüşme yaptı ve sonrasında göreviyle ilgili yani belediye işleri dışında bir etkinliğe katılmadı ve tartışma kısmen durdu.
Bu arada eleştirilerin yaygınlığına bakıldığında, İmamoğlu’nun attığı her adımı denetleyen bir büyük seçmen kitlesinin varlığı da ortaya çıktı. Burada da bir potansiyelin birikmiş olduğunu, ayrıca nedenini de merak ederek görmek gerekir. Artık atacağı her adımı muhtemelen birkaç kez düşünecektir.
Bu süreç bir kez daha gösterdi ki siyasette attığınız bir yanlış adım ve yanlışta ısrar sizi potansiyel cumhurbaşkanlığı adaylığından bir anda elinizdeki belediye başkanlığını bile muhafaza etmekte sıkıntılı bir noktaya getirebiliyor.
Bunun örnekleri özellikle CHP içinde hayli fazladır. Bunu da ayrıca yazmak gerekir, Bülent Ecevit ile başlayıp, Deniz Baykal ile devam ederek Muharrem İnce ile bitmeli o yazı.
Bu tartışma biterken CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun 5 ayrı suç iddiasından aldığı cezalarla ilgili Yargıtay kararı yeni gündemin kapısını açtı.
Birkaç hafta önce yazdığım “Memleketin en sıkıntılı alanı yargı” başlıklı yazımda anlattıklarımın bir başka somut örneği olarak Kaftancıoğlu kararını gördük.
5 ayrı dosya 3’e düşürülmüş, yani 2’si bozulup 3’ü onannmış ama ceza yasası yerine hesap makinesi kullanılarak, yatarı olmayan bir sınır içine çekilmiş onaylanan cezalar. Bu yöntemi pek çok davadan biliyoruz.
“ERDOĞAN’IN İSTANBUL TRAVMASI SÜRÜYOR”
Erdoğan’ın İstanbul travması sürüyor. Halen bu seçimi kaybetmeyi sindirebilmiş değil. Bunun semptomlarını sürekli görüyoruz.
Her 2 konuşmasından birisinde İstanbul belediyesinden söz ediyor. Bazen de kafa karıştırırcasına. Örneğin 2023 yılında genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacak. Ama bir konuşmasında 2023 yılında
İstanbul Büyükşehir Belediyesini de kazanacaklarını, geri alacaklarını söyledi Erdoğan. Oysa yerel seçimler 2024 yılında yapılacak.
Ama yerel seçimlere 1 yıldan az zaman var ise seçimler birleştirilebiliyor, hatta birleştirilmesi de gerekebiliyor.
Stratejik olarak yaptıkları planlamanın gündem maddelerinden birisi bu olabilir mi? İstanbul belediyesinin kaybedilmesi halen kabullenilmiyor, o nedenle hep akıllarında. İlk seçim sonrasında da kurmaylarına “hemen kayyum atayın” çıkışı yaptığını o dönem yanında bulunanlar halen anlatıyorlar. Erdoğan, ilginç bir biçimde bu seçimin yenilgisinin en büyük sorumlusu olarak Kaftancıoğlu’nu görüyor, İmamoğlu’nu değil.
Bunun en önemli göstergesi, iktidar partisi genel başkanı, Cumhurbaşkanı olarak partisinin TBMM grup toplantısında birkaç kez dakikalarca Kaftancıoğlu’nu ağır eleştirmesi, hedef alması, tweet’lerini ve fotoğraflarını dakikalarca göstermesiydi.
Böyle hoşlanmadığı hedefine koyduğu isimlerle uğraşmayı seviyor Erdoğan… Selahattin Demirtaş, Osman Kavala bunların başında geliyor. Bir dönem Nazlı Ilıcak ile Ahmet Altan da listedeydi. Ve hepsiyle yargı aracılığıyla uğraştı.
Birbirinden bağımsız oluşan ve gelişen bu olaylarda İmamoğlu’nun ayrıştırdığı muhalefet blogu çok seri bir biçimde Kaftancıoğlu tarafından tekrar ve sıkı bir biçimde birleştirildi. Kılıçdaroğlu hemen İstanbul’a geçti, muhalefetin bütün liderleri, sivil toplum örgütleri destek açıklaması yaptı.
AKP içinden de beklenmeyen bir biçimde bu yargı kararına sert tepkiler ve itirazlar geldi. Kaftancıoğlu kararı muhalefeti toparlamakla yetinmemiş iktidar bloğunda da rahatsızlık yaratmıştı.
Erdoğan’ın bunu görememesi, hesaplayamaması mümkün değil. Ama bu gibi durumlarda politik getirisi ya da götürecekleri çoğu zaman ikinci planda kalıyor.
Kaftancıoğlu kararında sert tepki veren Kılıçdaroğlu, kurmaylarına bile detay vermeden, 80 öncesinin bir pratiği olan korsan miting düzenledi. Saray’ın yörüngesinde olduğu bilinen karanlık ve tehlikeli bir yapı olarak her tartışmalı meselede kendisi olmasa bile adı gündeme gelen SADAT’ın kapısına dayandı. Gündem bir anda tamamen değişti. Kılıçdaroğlu iktidarın Kaftancıoğlu hamlesine başka bir hamle ile karşılık vermişti. Merkezine koyduğu kurum ve ona yönelik suçlamaları gerçekten hayli ciddiydi.
Teknik olarak faaliyet alanları yazılı olarak belirtilmesine karşın ne yaptığı tartışmalı olan SADAT’ın binasına Kılıçdaroğlu’nu almadılar doğal olarak.
Seçim, sandık güvenliğinden, ülkede yaratılma olasılığı bulunduğu belirtilen kaos ortamlarına kadar pek çok senaryoda aktör olarak tarif etti Kılıçdaroğlu SADAT’ı. Kılıçdaroğlu çok sakin bir siyasetçidir ve adı bu nedenle “sakin güç”tür. Arkadaşlarına bile haber vermeden aniden SADAT’ın kapısına, bir şova dönüşmemesi için medyaya bile haber verilmeden dayanması, sadece bu nedenle bile ciddiye alınması gereken bir olaydı.
İktidarın bu konuda uzun süre sessiz kalması, SADAT’a sahip çıkmaması da dikkat çeken bir husustur. Bunun nedenleri üzerinde de ayrıca durmak lazım.
“MECLİS’TE ÇOĞUNLUĞU KAYBEDİYORUZ”
Yazının başlığıyla ilgisi olmayan kısmı bitirdik. Şimdi başlığa gelelim. Erdoğan Ramazan ayı boyunca bazı eski ve samimi arkadaşları ile beraber iftar yaptı sohbet etti. Bu sohbetler samimi ortamda geçti. Çünkü pek çoğunun siyasetle ya da ticaretle doğrudan ilgisi yoktu. Burada doğal olarak konu dönüp dolaşıp önümüzdeki seçimlere geldi. Ve Erdoğan ilk kez bu dostlarıyla paylaştı;
“TBMM’de çoğunluğu kıl payı kaybediyoruz ama Cumhurbaşkanlığını kazanma ihtimalimiz sürüyor.”
Bu konuda detaylara girilmedi çünkü sohbetler politik bir hat üzerinden yürümüyordu. Ama bu açıklamalar çok önemliydi. İlk kez Erdoğan geleceğe dönük olumsuz bir tablo çiziyordu, kaybetmekten söz ediyordu.
Aslında Erdoğan elindeki verilerle geleceğe dönük planlar yapmaya çoktan başlamıştı. Bugünün meselelerinden kopukluğunun bir nedeni de belki buydu. Masasında anketler üzerinden yapılan çalışmalarda karşısına aday olarak çıkacak isimler için neler yapılacağına ilişkin çalışmalar da bulunuyor. Örneğin “Kılıçdaroğlu aday olursa, Saadet, Deva ve Gelecek ile İyi Parti’nin tabanı ona oy verir mi ya da ne yaparsak vermez?” bir tartışma başlığı. Aynısı Mansur Yavaş ve İmamoğlu üzerinden de yapılıyor. Yani Erdoğan “nasıl bir kez daha kazanır?” kısmı geçilmiş galiba, oradan çok umutlu değiller, karşısındaki aday “nasıl kazanamaz”ı çalışıyorlar.
Burada Erdoğan ve siyasetini biraz anladıysak kafasındaki yeni sistem kurgusunu çözmek de kolaylaşıyor. Cumhurbaşkanı seçilirse ve TBMM’de çoğunluğu kaybederse neler yapacağı muhtemelen kafasında şekilleniyor. Bunun ipuçlarını görüyoruz.
TBMM’yi uzun zamandır devre dışı bırakarak işlevsiz hale getirdi. Tarihinde ilk kez gündemsizlik nedeniyle tatile girdi TBMM. 23 Nisan’da da kuruluş yıl dönümü bile kutlanmıyor. AKP’nin TBMM’de yaptığı grup toplantıları da 45 günde bire düştü. Bu yıl 3 kez toplandı ve dördüncüsü önümüzdeki hafta gerçekleşecek. TBMM’de çoğunluğu kaybederse grup toplantılarını sarayda yapma ihtimali de yok değil.
Erdoğan aslında kurulları pek sevmiyor. Tek kişi modelinden yana hep. Örneğin TBMM eski başkanlarından oluşan Yüksek İstişare Kurulu son toplantısını 02.12.2021 tarihinde yani 6 ay önce yaptı. Bu kurula üye olanlara da aylık ciddi bir para ödeniyor. Sarayda ayrıca politika kurulları adı altında 9 ayrı kurul bulunuyor. Bunların toplanıp toplanmadıkları ya da hangi aralıkla toplandıklarına ilişkin bir bilgi de yok.
Millet ittifakı masasında da ellerde cetvel ve hesap makinesi ile durmadan seçimlere ve seçimler sonrasına yönelik hesaplar, ölçümler yapılıyor. Temel Karamollaoğlu’nun lider ziyaretleri de bu hesaplamaların bir başka versiyonunu içeriyor. Karamollaoğlu, millet çatısı altında 3’üncü bir ittifakın oluşup oluşamayacağını ve bunun yararlı olup olmayacağını tartışıyor liderlerle. Karamollaoğlu’nun amacı, Erdoğan’ın masasındaki millet ittifakına karşı işleyebilecek kullanışlı gerekçelerden bazılarını ortadan kaldırmak. Kolay olmayan işler yani.
Türkiye’yi çok ama çok acayip bir dönemin beklediğinin farkındayız değil mi?
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***