Dün akşam, Üsküdar’da, farklı fikirlere açılım içinde olan, İslamı benimsemiş bir çevrenin davetlisi olarak “Anarşizmin Temel Kavramlarını” konuşmaya gittim. Ahkâm kesmekten hoşlanmadığım için kısa bir sunuştan sonra soru-cevap kısmına geçmeyi önerdim. Böylece toplantı, anarşizm üzerine karşılıklı bir sohbete dönüştü.
İyi, açık fikirli arkadaşlardı. Oturur oturmaz duvarlara baktım. Her taraf şair Mehmet Akif Ersoy’un resimleri ve şiirleriyle doluydu. Onlara, “ben olsam karşı duvara da Tevfik Fikret’in resimlerini ve şiirlerini de koyardım” dedim. “Yapacağız hocam” dediler. Bunu daha önce düşünmüş olacaklar ki, hiç tereddüt etmediler söylerken.
Sohbet sırasında, biraz da arkadaşların tolerans sınırlarını sınamak için, eleştirinin önemi üzerinde dururken, “ben Allahı da eleştiririm” dedim, “örneğin erkek egemen ve kadın karşıtı bir ayet söz konusuysa bunun yanlış bir ayet olduğunu söylerdim kendisine” dedim. Arkadaşlar, bu sözlerimi çok rahat karşıladılar. “Tabii, eleştirilebilir” dediler. Ters bir tepkiyle karşılaşmadım.
Toplantıdan sonra bana metro istasyonuna kadar eşlik eden arkadaşa, “benzeri bir toplantı keskin sol gruplardan biri tarafından yapılmış olsaydı (gerçi beni davet bile etmezlerdi ama) ve Lenin’i eleştirseydim, onlar aynı toleransı göstermezlerdi, hatta başıma ne gelirdi bilemem” dedim. Günümüz solunun büyük bölümünün acıklı hali! Dünya değişiyor, her şey zıddına dönüşüyor. Özgürlük diye yola çıkanlar despotizme varıyor; en dogmatik inançlar içinde olanlar özgürlüğe yöneliyor. Hayatın sürprizleri!
Son günlerde sol saflarda bir tartışma ortalığı çalkaladı. İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, yandaş diye bilinen bazı gazetecileri, Ertuğrul Özkök’ü, Akif Beki’yi, Nagehan Alçı’yı toplantısına çağırmış ve onlarla fotoğraf çektirmişti. Sol, “dürüstlük”, “onur”, “yapılanları unutmamak” vb. adına ortalığı birbirine kattı, sosyal medya çalkalandı günlerce.
Önce şunu belirteyim: İktidar, bir yandaş gazeteciler grubu yaratarak, Cumhurbaşkanı uçakta falan giderken bu yandaş gazetecilerle “beşuş çehreler” eşliğinde fotoğraflar yayınlayarak, daha da kötüsü, muhalif gazetecileri akredite etmeyerek kötü bir gelenek yaratmıştır. Gazetecinin görevi, şuna ya da buna yandaş olmak değil, haberleri mümkün olduğu kadar objektif bir şekilde okura aktarmaktır. Tabii ki bu çok ideal bir tanımdır. Her gazetecinin belli bir görüşü olması, şuna ya da buna yakın olması, haberleri biraz da o açıdan yorumlayarak vermesi doğaldır. Doğal olmayan, iktidarların ya da muhalefetlerin beğenmedikleri gazetecilere kapıları kapatmasıdır. AKP böyle kötü bir geleneği yerleştirmiştir ne yazık ki. Eğer İmamoğlu, bu kötü geleneği yarıp karşıt görüşteki gazetecileri de toplantılarına çağırıyor ve onlarla resim çektiriyorsa bu kötü değil, iyi bir şeydir.
İşin bir yanı bu. Diğer yanı ise, “yandaş” denilen adı geçen gazetecilerin “yandaş” kesimden giderek kopan gazeteciler olmasıdır. Akif Beki epey zamandır eleştiriyor iktidarı. Özkök de kendi üslubunca yaptı bunu. Nagehan Alçı ise, son Gezi davası kararına ilişkin şaşkınlığını ve muhalefetini açıkça belirtti. Yani, İmamoğlu, bu gazetecileri toplantısına çağırır ve resim çektirirken, iktidar blokunun çözülüşüne de işaret istemiş bence. Bu bakımdan da yanlış olan bir şey yok.
Bizim sol, aslında siyasi mücadeleden anlamıyor. Bazen son derece sinik ve ilkesiz olabilirken, bazen de ittifaklar meselesinde inanılmaz katı olabiliyor. Stalin’in Hitler’le saldırmazlık paktı yapmasını “taktik esneklik” adına çok güzel savunurlar da İmamoğlu’nun sağ kesimden gazetecileri çağırmasını bir türlü anlayamazlar. Anlamak istemezler. Oysa siyasette “yeminli düşmanlık” diye bir şey yoktur.
Bununla birlikte, sol kesimin gürültüsünün de tamamen zararlı olduğu kanısında değilim. Doğada her varlığın yararlı olduğu bir yer vardır. Akrep zehir saçan bir hayvandır, bazen zehriyle öldürebilir de. Bununla birlikte akrep zehri tıpta iyileştirici bir ilaç olarak da kullanılmaktadır. Her zehir aynı zamanda panzehir olabilir. Dolayısıyla tamamen zararlı ya da tamamen faydalı diye bir şey yoktur. Çok faydalı bir yiyeceği fazla dozda alırsanız o da zararlı olabilir.
Dolayısıyla, bu arkadaşların siyasi esneklikten ve özgürlükçü anlayıştan yoksun çıkışlarının da bir faydası olduğunu ileri süreceğim. İmamoğlu ve çevresi bu itirazları değerlendirmeli, onlardan yararlanmalıdır. Nitekim faydasını da gördüler. İmamoğlu, parmak sallama eşliğinde sarfettiği “vız gelir tırıs gider” sözlerini geri aldı.
Burjuva düzeni, çoğulculuğun kendisini sağlıklı kılacağını anladığı için böyle bir yönelimi korumaya önem vermiştir. Örneğin, Avrupa’da sosyal yardım alanındaki düzensizlikleri gidermek için kurulan “Danışma Büroları” bunun örneğidir. Sistem, kaçınılmaz olarak sosyal yardım alanların aleyhinde uygulamalar yapıyor ama bu uygulamaları en aza indirmek için yardım alanların başvuracağı bürolar açıyor. Sistem kendi kendine karşı mı savaşıyor. Hayır! Kendini denetlemenin araçlarını oluşturuyor aslında.
O kadar “diyalektik”ten söz ettiği halde 20. yüzyıl sosyalizminin anlayamadığı bu olmuştur. Lenin, “sosyalist iktidarı” denetleyecek muhalif partileri bastırarak ve ortadan kaldırarak, basını susturarak, dahası partinin sağlıklı kalmasını sağlayacak parti içi hizipleri yasaklayarak sosyalizme en büyük kötülüğü yapmış, Stalin’in yolunu açmıştır. Hizip yasağından sonra artık bütün partililerin “Genel Sekreter”in ağzının içine bakmasının yolu açılmış, tüm tayinlerin belirleyicisi olan Genel Sekreter’in ağzından çıkan, bütün partililer için allah kelamı yerine geçmiştir.
Bugün solun kavraması gereken en önemli nokta, özgürlüğü lafta değil gerçekten yaşatmak istiyorlarsa, karşıtlarının özgürlüğünü, çoğulculuğu korumaları gerektiğidir.
Çoğulculuk yoksa özgürlük de yoktur. Özgürlük yoksa, devrimin yerinde yeller eser!
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***