AKP ve MHP, hazineye ait taşınmazların kiralanması, satılması gibi birçok maddeyi içeren bir torba yasayı daha TBMM Genel Kurulu’ndan geçirdi. Aynı torba yasada şirket itibarını zedeleme suçuna 3 yıl hapis öngören bir teklif vardı fakat tepkiler üzerine bu madde çıkarıldı. Torba ise, içerisinde birçok talanı beraberinde getiriyor.
HDP Van Milletvekili Sezai Temelli, AKP’nin 20 yıldır bu yöntemle neoliberal çizgisini ayakta tuttuğunu söylerken bir konuya da dikkat çekiyor; o da AKP’nin yandaş sermayesinin bu şekilde yasal zemine oturtulduğu. Temelli, “Bugün dünyada Putin’in oligarklarından konuşuluyor ama artık Erdoğan’ın oligarkları da konuşulmalı. Hatta bütün dünyada bunlar neredeyse fişlenmiş durumda. Bazı ülkeler bunlara yönelik yaptırımlar bile yapabiliyor. Esas olarak üç alanda yoğunlaşıyor bunlar. Bir silah sanayi, bir enerji sektörü, bir de inşaat sektörü.” diyor.
Sezai Temelli, AKP’nin torba yasalarından yandaş sermayeye açılan olanaklarla talan ekonomisini ANF’ye değerlendirdi.
AKP birçok kanun teklifi ve düzenlemeyi torba yasalarla meclise sunuyor. Hazine mallarının taşınmazları ile ilgili torba yasa da geçtiğimiz günlerde komisyondan geçti. Bu teklifte şirket itibarını sarsmaya yönelik 3 yıllık ceza önerisi de vardı; her ne kadar o çıkarılmış olsa da sermaye açısından birçok cazip teklif komisyondan geçti. Bu torba yasaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
AKP iktidarının 20 yıllık dönemine baktığınızda genellikle işlerini torba yasalarla halleden bir iktidar olduğunu görebiliyoruz. Bu iktidarın bir özelliği de torba yasacı olması. Ben bunlara “torbacı” diyorum hatta. Dolayısıyla bütün her şeyi torbanın içine sıkıştırıp, getirip hatta bazı şeyleri gizleyerek ve çarpıtarak bu yasaları hayata geçirdiler. Bugün de buna devam ediyorlar. AKP geldiği günden beri en önemli çizgilerinden biri neoliberal çizgisiydi ve bundan hiç taviz vermedi. Dünyada bütün konjonktürel değişimlere rağmen AKP, neoliberal çizgisini asla terk etmedi. Bırakın terk etmeyi, Türkiye ekonomisini neoliberal akımın bile dünyada erişemeyeceği bir yere taşıdı.
Buna artık tam anlamıyla bir “talan ekonomisi” diyoruz. Peki, bu talanı kimler eliyle yürütüyor? Çevresindeki oligarşik bir yapıyla yürütüyor. Mesela, bugün dünyada Putin’in oligarklarından konuşuluyor ama artık Erdoğan’ın oligarkları da konuşulmalı. Hatta bütün dünyada bunlar neredeyse fişlenmiş durumda. Bazı ülkeler bunlara yönelik yaptırımlar bile yapabiliyor.
Esas olarak üç alanda yoğunlaşıyor bunlar. Bir silah sanayi, bir enerji sektörü, bir de inşaat sektörü. Ve bunlar bir yanıyla uluslararası konsorsiyumlarla da hareket ediyor. Ama bir yanıyla da içeride geniş ağlar oluşturmuş yapı ve şirketler. Dolayısıyla bu son torba yasada da aynı şeyi bir kez daha gördük. Yani bu çevrenin korunmasına yönelik bir aklın çalıştığını.
AKP iktidarının rejimi ayakta durabilmesinin yegane yolu, bu talan ekonomisini yandaşlarıyla birlikte sürdürmekten geçiyor. Dolayısıyla oligarşik bir sermaye yapılanmasından söz etmek mümkün. İnşaat, enerji sektöründe ve savaş sanayisinde bunu artık çok belirgin bir şekilde görüyoruz.
Bunca talana rağmen neden yeni yasalar çıkıyor?
Çünkü talan ekonomisinin bir özelliği vardır. Sürekli genişleyen bir talana ihtiyaç duyar. En son zeytin ağaçlarının sökülmesi gibi. Arkasına bir bakıyorsunuz, yine yandaş firma çıkıyor. Ya da yatırımlara bakın Türkiye’de. Bu yatırımların gerçekten toplumun bir ihtiyacı olduğunu söylemek çok mümkün değil. Çanakkale Köprüsü, tamamıyla üzerinde oturup örnek olarak çalışılacak bir vaka. Bu kadar gereksiz bir yatırımın yapılmasının yegane nedeni, işte o yapıyı beslemek. Tabii bu arada kendisini de beslemek. Torba yasaların temel amacı bu.
Tabii buna karşı tepkiler de yükseliyor. Bütün bu yolsuzluk ve talan düzenine baktığımızda toplumda ciddi tepkiler var. Çünkü bu talanın yaratmış olduğu tahribat çok büyük. Ekonomik çöküş, toplumsal çöküş, siyasi çöküş bunları beraberinde getiriyor. Artık bakın krizden bahsetmiyorum. Çöküşten bahsediyorum. Bütün bu çöküşün yaratmış olduğu tahribatın maliyetine de toplum katlanıyor. Toplumun da bu konuda itirazları ve arayışları artıyor. Buna karşı o toplumu susturacak tedbirlerin de yasanın içine taşındığını görürüz.
HDP olarak yasaya karşı nasıl bir tavır aldınız?
Biz HDP olarak toplumun sesini taşıyan, beklentilerini karşılamaya yönelik mücadele eden bir partiyiz. Bu yasaya karşı ortaya koymuş olduğumuz şerhle de, kürsülerde dile getirdiğimiz muhalefetle de aslında iktidarı bir kez daha teşhir ettik. Tabii teşhir etmek yetmez. Bunun ötesinde toplumu da bu düzene karşı örgütlenmeye, itiraz etmeye, harekete geçmeye de çağırıyoruz. Çünkü eğer bunu başaramazsak bu son torba yasa olmayacak. Mesela bundan sonra gelecek torba yasa, çok daha kapsamlı bir talanı ve yolsuzluğu organize etmek üzerine olacak. Yani birbirini ardında besleyen şeyler olacak.
Peki, bu talan ekonomisi bir yerde bunu paylaşanlar için de patlamayacak mı?
Sürdürülebilirliğini sağlamak adına inanılmaz derecede yüksek sermaye maliyetlerine sürüklenmiş, bunun da bedelini topluma ödeten ve sürekli olarak o sermayenin besleneceği alanları bizzat devlet sağlıyor. Bunun sonu yok mu? Tabii ki var. Ama bu son ne kadar çabuk olursa hepimiz için o kadar iyi olacak. Bu son uzadıkça talan, yıkım, savaş, ıstırap, zulüm, devam edecek ve büyüyecek. O yüzden de Türkiye toplumu, muhalif siyaset bu sonu bir an önce getirmek adına çok daha ciddi sorumluluk almalı, harekete geçmeli. Son kaçınılmaz. Çok büyük bir çöküş yaşayacak Türkiye. Nasıl ki sermaye bir yerde birikiyorsa yaratılmış olan maliyetler de, külfetler de bir yerde birikiyor. Bu külfetlerin maliyetlerini telafi etmek, ortadan kaldırmak her geçen gün çok daha zorlaşıyor.
Bu külfeti azaltacak bir mücadelenin, bir karşı siyasetin var edilmesi gerekiyor. Bunun yolu da demokrasi ve barış mücadelesinden geçiyor. Yani siyasetten geçiyor. Kalkıp şunu söylemenin bir anlamı yok. Asgari ücrete zam yapılsın. E sonra? Enflasyon artıyor ama. Bu şu anlama geliyor. Bu düzen sürsün. Ya da işte emeklilere biraz daha zam yapın. Bu emeklilerin kurtuluşu değil. Bu emeklileri yoksulluk sınırları içinde tutmanın bir başka formülü olur. Yani bugünkü meseleye çözümü artık kapitalizmin içinde bulmak çok da mümkün değil. O yüzden biz radikal demokrasi anlayışımızda başka bir yol mümkün, başka bir çözüm mümkün diyerek Üçüncü Yol’u ortaya koyuyoruz. Aslında antikapitalist yaklaşımımızın da barışın da ekonomisini konuşuyoruz biz.
Örneğin kayyumlar atanmasaydı halk ve belediye birliktelikleriyle, mesela yeni bir ekonomi siyasetini, yerel ölçekte başlatma olanağımız söz konusu olacaktı. Fakat ne yapıldı? Kayyum atandı. Kayyum, evet siyasi bir darbedir ama ötesinde bir ekonomik darbedir de. Çünkü yerelin kaynaklarını hortumlamak adına da yapılan bir şey.
Düzeni yeniden inşa edecek, yeni bir kurucu aklı sahneye davet ediyoruz. Restorasyoncu aklın bizi nereye sürüklendiğini görmek için çok uzağa değil; 20 yıl önceye bakmak yeterli. Gelir gelmez ilk yaptıkları şey özelleştirme oldu, çünkü çok ciddi bir ekonomik kriz vardı. Kamuya ait o kadar çok kaynağı sattılar ki, bugün mesela şeker üzerinden bir kıyamet kopuyor. Şeker niye bu kadar pahalı? Kamusal bir şeker üretimi ve dağıtımını siz ortadan kaldırırsanız pahalı olur tabii.
Kapitalist düzen içindeki restorasyonun yaratmış olduğu geçici bahara aldanmamak lazım. Çünkü o baharın ardından gelen kış çok daha yıkıcı oluyor. Dolayısıyla bizim kapitalizme karşı kendimizi korumamız gerekiyor. Kapitalizmin emrinde biçimlenmiş ulus devlete karşı da kendimizi korumamız gerekiyor.
Yandaş sermaye için “Erdoğan’ın oligarkları” benzetmesini yaptınız ve yakın zamanda Türkiye Ukrayna ve Rusya arasında “müzakereci” olarak da dünya sahasına çıktı. Fakat siz de bahsettiniz ki AKP’nin üç ana sermayesinden biri savaş sanayisi. Hem Kürtlere karşı savaş varken hem de Ukrayna’ya silah satarken ve ekonomisini burada yoğunlaştırırken “barış” bu tablonun neresinde?
Kürtlere yönelik bir nefret olduğu kadar o savaşın arkasında yatan bir de sermaye döngüsü var. Tabii ki Kürt düşmanlığı ve artı onun arkasında yatan Misak-ı Milli hayalleri, kızıl elmacılık filan var. Ama bir de sermaye perspektifinden okursak alanı, Kürdistan coğrafyasını aslında savaş sanayinin test alanına çevirdiler. İHA’yı, SİHA’yı orada yaşayanlara karşı kullanarak bütün dünyaya bunu pazarlamaya kalktılar ve pazarladılar da. Sadece Ukrayna değil, Tunus’a da sattılar. Dünyanın birçok ülkesine de satıyorlar. Yani savaştan beslenen bir sermaye organizasyonu var ellerinde. Nasıl ki inşaattan beslenen bir organizasyon nedeniyle Çanakkale Köprüsü yapılıyorsa; yine toplumların savaşa ihtiyacı olmamasına rağmen de silah satılıyor. Bütün Türkiye halkları barış istiyor ama halklara ve emekçilere rağmen dayatılan işte bu sektörün ihtiyaçlarının giderilmesi anlayışı. Esas dertleri hem bu savaşı sürdürüp bundan beslenmek hem de oligarklarıyla beraber bu talanı sürdürmek ve bir tarafıyla da bunu dünyaya pazarlamak.
Dolayısıyla Kürt meselesinin çözümü gerçekten barıştan geçiyor. Aynı zamanda anti militarist bir akla da sahip olmak gerekir. Bu tabii beraberinde antikapitalist bir mücadeleyi de gerekli kılıyor. Çünkü kapitalizm dediğiniz şeyin beslendiği en önemli damarlardan biri militarizmdir. Ukrayna savaşında da bunu çok net gördük. NATO cephesinde de bunu gördük. Rusya cephesinde de hatta Türkiye cephesinde de bunu gördük. Müzakerecilik, barış marış derken ve de müzakere toplantısı sürerken arka planda İHA, SİHA pazarlayan bir devleti, bir iktidarı karşımızda gördük.
Örneğin; NATO 2030’a kadar üç trilyon dolarlık yatırım yapmayı planlıyor. Şu anda bir buçuk trilyona yaklaşmış. Bu şu demek, önümüzdeki 6-7 yıl içinde bu yatırımlarını en az yüzde 50 daha arttıracak. Peki, bu kadar yatırım yapıyorsunuz, bu kadar ürünün alıcısı kim olacak?
Yeni savaşlar çıkacak…
Evet, bu savaş ikliminin sürekliliğini gösteriyor.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***