Merkez Bankası, Nisan ayı toplantısında da haftalık repo faizini yüzde14’te sabit tuttu, Dolayısıyla Merkez Bankası bir kez daha “politikasızlık faizi” açıkladı. Faizi ne artırabiliyor ne de azaltabiliyorlar. Pas geçerek günü kurtarmaya çalışıyorlar. Artık bu faiz oranı “politika faizi” olmaktan çıkmış, bir etkisiz elemana, işlevsiz göstergeye dönüşmüştür, diğer faiz oranlarını yönlendirme gücünden yoksundur.
Merkez Bankası yetkilileri, faizi düşürseler, yeni bir kur krizine yol açacaklarını, faizi artırsalar, bu kez de Cumhurbaşkanınca görevden alınacaklarını biliyorlar. Bu yüzden faizi sabit tutarak, “idareyi maslahat” yapıyorlar.
Ancak gösterge faizi sabit kalsa da enflasyon sürekli yükseliyor. Bu nedenle reel faiz (yani faiz eksi enflasyon) sürekli daha da eksiye doğru gidiyor. Reel faiz, Nisan ayı itibariyle (14 – 61 = – 47 ) seviyesinde. Oysa gerçek enflasyon daha yüksek (dolayısıyla gerçek faizin de daha ekside) olduğunu biliyoruz. ENAG’ın hesaplamasına göre, tüketici enflasyonu yüzde 143 düzeyinde. Bu hesaba göre de reel faiz eksi 102 seviyesine inmiş durumda. Yani faiz durduğu yerde durmuyor!
Bir yanda ABD Federal Merkez Bankası’nın (FED) Mayıs toplantısında 0,5 puanlık beklenen faiz artırımı ve varlık alımlarını daraltacak olması gerçeği var. Yani küresel likidite ciddi ölçüde daralacak. Nihayetinde Türkiye finans kapitalizmi, uluslararası finans kapitalizmine göbekten bağımlıdır. ABD’de bu olası faiz artışının TL’nin değerini etkilememesi mümkün değildir.
Faiz artışlarının da etkisiyle, para-sermayenin ABD, Britanya, Almanya gibi mali sermaye ülkelerinde toplanmaya başlayacağı bir dönemin önü açılıyor. Türkiye’ye benzer kategorideki, emperyalizmin mali-ekonomik sömürgesi olan bütün ülkeler, Merkez Bankası faizlerini yükselterek, para birimlerini savunmaya gayret ediyorlar. Bir tek Türkiye’de iktidar TL’yi daha ucuzlatma stratejisi izliyor. Türkiye tarihinde ülkeyi yabancılar için bu denli ucuzlatan bir iktidar daha görülmemişti. Ama buna rağmen yabancı yatırım gelmiyor. Yabancılara yapılan konut satışıyla da Türkiye hacminde bir ekonomi toparlanamıyor.
Kapitalist ekonominin en oynak ve en değişken etkenlerinden biri olan faiz oranını, en tartışılmaz ve en sabit bir öğeye, yani dinsel naslara bağlayan bir siyasi iktidar var. Dolayısıyla “bedava” faiz oranları resmi oran olarak belirlenmeye devam ediyor. Ancak bu “bedava” denebilecek (yüzde14) orandan gerçekte sadece bankalar yararlanıyor. Piyasa faizleri ise tabi ki “nas”a göre belirlenmiyor. Aradaki arbitraj farklarının pek çok makro ekonomik dengesizliğe yol açtığından daha önce söz etmiştik. Faiz oranı farkları, her türlü spekülasyona yakıt oluyor. Dahası, mevduat faizlerinin suni düşüklüğü, emlak fiyatlarını tırmandırarak bir konut balonunun şişmesine yol açıyor. Aynı nedenle Borsa İstanbul hisseleri de şirketlerin performansından tamamen bağımsız biçimde, sırf spekülatif nedenlerle tırmanıyor.
Enflasyon, pek çok makro ekonomik dengesizliğin toplam sonucudur. Erdoğan Ağustos ayında yaptığı bir açıklamada, “enflasyonun artık daha fazla artması mümkün değil çünkü faizleri indirmeye başlıyoruz” demişti. O tarihte enflasyon yüzde 19 idi. Eylül ayından itibaren Merkez Bankası faizleri suni biçimde düşürmeye başladı. Bugün enflasyon (TÜİK hesabıyla) yüzde 61 oldu. Demek ki Erdoğan’ın “faiz sebep enflasyon netice” tezi, sosyal pratikte yanlışlandı. Aksine, aşırı düşük faiz oranlarının TL’yi değersizleştirerek döviz kurlarını sıçratacağı, bunun da enflasyonda tırmanmaya yol açacağı kanıtlanmış oldu.
İktidarın marketlere zabıta salarak enflasyonun “boynunu kırma (!)” iddiası tümüyle boştur. Hatta öyle bir noktaya gelinmiştir ki Merkez Bankası haftalık faizleri yeniden 4 puan artırsa dahi, etkisi oldukça sınırlı kalacaktır. AKP iktidarının Eylül’den bu yana yaptığı “denemenin” iktisadi ve sosyal sonuçları daha yıllarca hissedilecektir.
Bu süreçten özellikle de emekçi ve yoksul sınıflar oldukça zararlı çıkmıştır. Enflasyon, yoksuldan zengine büyük bir servet transferine yol açmıştır. TL cinsinden gelir elde eden emekçiler kaybetmiş, dolar cinsinden servet tutan süper zenginler kazanmıştır. Türkiye, yabancıya kelepir, kendi yurttaşına ise aşırı pahalı bir ülke haline gelmiştir.
Gelinen nokta trajikomiktir; sözüm ona, mevduat faizlerini düşürmek adına çıkılan yolda, “Kur Korumalı Mevduata” hem de büyük oranda Hazineden, yüzde 100 düzeyinde mevduat faizi ödenmektedir. Yani “resmi” faizi bedava da yapsanız, gerçek faiz düşmemektedir. Ayrıca bu yılın ilk 3 ayında para sahibi zenginlere bu şekilde yapılan transfer 25 milyar TL’yi bulmuştur.
Özcesi, faizi, kapitalist ekonominin bütünlüğü içinde sayısız göstergeden veya araçtan sadece biri değil de, bütün melanetin yegane sebebi olarak ele alan Siyasal İslamcılığın iktisadi görüşü AKP iktidarının bu “denemesinde” bir kez daha iflas etmiştir.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***