YORUM | M. NEDİM HAZAR
Daha yeni idrak ettik 23 Nisan’ı…
Klasik ve klişe manzaralar işte. Büyüklerin koltuğuna oturan çocuklar, tören fotoğraf ya da videosu paylaşan veliler vesaire.
Ülke muazzam bir zehirli çağın tam ortasındayken, bilinen sahnelerin gerçekleştiği, ezberlenen nutukların irad edildiği bir “Çocuk Bayramı” kutladı Türkiye.
Biliyoruz, kadim bir hakikattir; bayram çocukla güzeldir. Hele çocuk bayramı çok daha güzeldir, enfestir, şahanedir…
Allah var, nankörlüğe gerek yok, çok severiz çocukları. Birey birey değil, ülke olarak. Kocaman kocaman adamlar ne zaman bir çocuk görseler, saçlarını okşar, yanağı öper sevgi ve şefkati cömertçe sunarlar. Sokaklarımız dolup dolup taşar koşuşturan çocuklarla. Başka ülkelerde bu kadar sokakta oynayan çocuk var mıdır bilemiyorum…
Görünür tablo ne güzel değil mi?
Sokakları çocuklarla dolup taşan, bayramları olan, büyüklerin çok sevdiği çocukların yaşadığı bir ülke…
Ne var ki bu pembe tabloyu kaşıdıkça altından çıkan can yakıcı bambaşka bir manzara var. Özenle üzerini tütsülediğimiz ve açıkçası görmekten ziyade kendimizi kandırdığımız bir hakikat…
Rakamlar ve raporlar aslında çocuk resminin romantik olanına gönül verdiğimizi -maalesef- acı olanı görmezden geldiğimizi gösteriyor.
Her 23 Nisan’da makam koltuklarına çocukları oturtup, büyüklere öykünmelerini marifet sayan bir devlet geleneğimiz var. Oysa ihtiyacımız olan şey, çocukların büyük taklidi yapması değil, büyüklerin çocuk empatisi ihtiyacı. Keşke, kocaman deri koltuklara minik bedenleri değil, aksine büyükleri salıncaklara oturtabilsek bu tür bayramlarda. Çocuk olmayı hatırlasa devletlûlar… Belki o zaman mevcut tablonun vahametini daha net görebilirler.
Elimde Mazlumder’in “Cezaevinde Büyüyen Çocuklar Raporu” var. Üstelik çok da yeni değil, iki yıllık. (BKNZ)
Raporu okurken içi buruluyor insanın, yüreğinin üzerine kocaman bir kaya oturuyor.
Özet olarak şöyle deniliyor:
“Cezaevinde çocuklara yer olmadığını, çocukların ciddi mağduriyetlere maruz kaldıklarını söylemek mümkündür. Ancak, cezaevi sistemi içerisinde çocuklara maddi ve manevi yer bulunamıyorsa tek çözüm annesini çocuktan ayırmak yolu olmamalıdır. Zira bu yolu seçmek kolay ve insani değerler göz ardı edilerek yapılmış bir seçimdir. Bununla birlikte uzun vadede toplumsal dönüşümde onarılamaz yaralar açacak bir çözümdür, uygulamadaki kolaycı ve yüzeysel çözümlerin tartışılması sorunun çözümü açısından önemlidir. Geçmişten günümüze anneleri ile cezaevinde kalan 0-6 yaş grubu çocukların cezaevi koşullarında fizyolojik ve psikolojik olarak zarar gördüğü, suçlu gibi cezalandırıldıkları, temel haklarından dahi mahrum bırakıldıkları üzülerek şahit olduğumuz durumlardır. Cezaevinin yetişkinler için dahi ıslah aracı olup olmadığı tartışmalıdır; daha çok zarara sebep olduğu, topluma kazandırmak yerine toplumdan soyutladığı ve büyük ihtimalle suça yönlendirdiği görülmektedir. Hal böyle olunca çocukların bu sistem içine suçlu gibi dahil edilmeleri, toplumun geleceğinin cezaevi şartlarına mahkûm edilmesi anlamına gelmektedir.”
Sözde Adalet Bakanı utanmadan sıkılmadan, daha birkaç gün önce hem de, çıkıp “Cezaevlerimiz mükemmel, adalet sistemimiz şahane, işkence filan da yok zaten” türünden zırvaladı.
Bakınız rapordan birkaç örnek. Utanmaları kaldıysa belki utanırlar azıcık.
S.P. “2 senedir tutuklu olduğunu, 2 kişi ile birlikte hücrede kaldığını, infaz koruma memurlarının zaman zaman kötü söz ve muamelelerine maruz kaldığını, çocuklarının Çocuk Esirgeme Kurumunda olduğunu ve 2 yıldır telefonla dahi görüştürülmediğini” belirtmiştir.
H.Y. “2 senedir tutuklu bulunduğunu, çocuğunu yalnızca 1,5 ay yanında tutabildiğini, 6 yaşına girer girmez ailesine teslim etmek zorunda kaldığını, çölyak hastası olmasına rağmen sağlığına uygun yiyeceklerin kendisine verilmediğini” belirtmiştir.
S.D. “15 aydır tutuklu bulunduğunu, 4,5 ve 2,5 yaşında iki çocuğu ile hücrede kaldığını, infaz koruma memurlarının kötü söz ve muamelesine, çocuklarını yurda gönderme tehditlerine maruz kaldığını; cezaevine ilk geldiği günlerde küçük çocuğuna mama yapabilmek için sıcak su istediğini, ancak vermediklerini; günlük 1 saat olan bahçe izinlerine soğuk havalarda çocukların hasta olmasına rağmen zorla çıkarıldıklarını, çıkarıldıklarında çocukların tuvaleti geldiğinde süre bitmeden içeri almadıklarını; 4,5 yaşındaki oğlunun kreşe gittiğini, 2,5 yaşındaki çocuğunun ise kreşe gitmeyip yalnızca haftada 1 saat oyun odasına gidebildiğini” belirtmiştir.
S.Ö. “4,5 aydır terör örgütü üyeliği isnadıyla tutuklu bulunduğunu, 2 yaşındaki kızı ile birlikte hücrede kaldığını, cezaevinde verilen mamanın tek marka olduğunu, çocuğunun bu mamayı yemediğini başka markaların kantine getirilmesini ve ücret karşılığında almak istediklerini cezaevi yönetimine söylediğini, yazılı dilekçe ile de başvurduğunu ancak 2 ay sonra kantine farklı markaların mamalarının geldiğini, cezaevine kesinlikle oyuncak alınmadığını, şu anda hiçbir oyuncağın verilmediğini, kızının elinden düşürmediği bez bebeği ise 2016 yılından beri tutuklu olan bir kadının verdiğini, kızının kreşe haftada 1 gün gittiğini, bahçeye çıkınca çocuğun tuvaleti geldiğinde içeriye almadıklarını, butona basmalarından yarım saat sonra gardiyanın geldiğini, çocuğu koridorda kedi görüp sevmek için koşmaya başlaması üzerine çocuğu gören gardiyanın bağırarak “al şu çocuğunu geri zekalı kadın, biz senin çocuğunu mu bekleyeceğiz!” şeklinde hakaret ettiğini, çocuğunun parmağını demir kapıya sıkıştırmasına rağmen ancak 15 gün sonra cezaevi doktoruna götürüldüğünü, tedavisinin yapılmadığını” iddia etmiştir.”
Bunlar devede kulak dahi olmayan örnekler.
Binlercesi var elbette.
Diyeceğim ise şu:
En çok bu bayramlarda iki yüzlü olduğumuz ortaya çıkıyor.
Çocukları makamlara oturtuyor, şiirler okutuyoruz.
Tamam şiirler okusun çocuklar, bayram da yapsınlar. Sokaklarda koştursunlar ama bazılarının da şapkalarını önüne alıp düşünme zamanları çoktan geçti.
Zulüm arşı geçti zira.
Nefret ile kuşananların vadettiği gelecek cennet bile olsa anlamsızdır, cehennemdir.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***