Ben bir edebiyat araştırmacısıyım. Çalıştığım alan, Türkiye’deki akademik örgütlenmede “Yeni Edebiyat” anabilim dalı olarak geçiyor. Osmanlı’nın 1840’larda edebiyat alanında yüzünü Batı’ya çevirmesinden bugüne kadar üretilen edebi metinleri inceliyoruz. Kısa öyküler, tiyatro oyunları, romanlar, şiirler…
Akademik dünyada beşerî bilimler denen bir ana grubun içindeyiz. İnsani bilimler ya da insan bilimleri de deniyor. Bu büyük alanı diğer dillerin dil ve edebiyatlarını çalışan filolojiler, tarih, sanat tarihi, mimari tarihi, müzikoloji ve ilahiyat gibi disiplinlerle paylaşmaktayız.
Bu çok farklı görünen disiplinleri birleştiren ortak nokta malzeme ve bu malzemeye dair metottan kaynaklanıyor. İnsan bilimleri içinde hepimiz bir metne, kendi içinde bir yapıya sahip bir esere bakıyor ve onun ne anlama geldiğini tartışıyoruz.
Bu doğrultuda, bir yerde bizden beklenmeyecek biçimde ampirist/deneyciyiz, rasyonalist/akılcı değil. Tabii aslında dil ve anlamla uğraştığımız için hermenötik/yorumsama denen bir alana dahiliz ama araştırmamızı yaparken, ne kadar önümüzdeki metne ya da esere bağımlı olduğumuzu belirtmek için ampirist olduğumuzu söylüyorum.
Bir romanı eleştirmek, yani eserin edebi değerini ölçmek için çaba harcarken, öncelikle eseri temel alıyor, yazarın dili işleyerek ortaya koyduğu anlamı belirlemeye öncelik veriyoruz. Bir edebi metnin anlamı, benim onda görmek istediğim şey değildir. Anlam, o metnin bütününden kaynaklanan ve yapısını oluşturan her unsurun katkıda bulunmasıyla ortaya çıkan bir zemindir. Metni yorumlar ya da eleştirirken, bu anlam zemininden yola çıkarız ve bu konuda söyleyeceğimiz her sözün bu zeminle uyumlu olmasına dikkat ederiz.
Edebiyat derslerimizde öğrencilerimize kazandırmaya çalıştığımız temel becerilerdendir bu. Öğrenci “bu roman şu anlama geliyor” dediğinde, “bu sonuca romanın bütününden mi ulaştın, yoksa 30 sayfalık bu bölümünden mi?” diye sorarız. Metnin sadece belirli bir kısmının destekleyeceği yorum, bütünü kapsamayacağı için geçerli olmayacaktır. Bu türden sorunlu yorumları “aşırı” ya da “eksik yorum” olarak adlandırırız. İnsanı metnin kendinden daha fazla etkileyecek bir yorum, bütün tarafından desteklenmiyorsa geçersizdir, bir kenara bırakıveririz.
Disiplinimizle ilgili bu temel bilgi ve buna dayalı beceriyi bir öğrencimize ulaştıramadım. Adı İbrahim Enes Gacar. Pandemi ortamında derslerimizi bu sene karma yoldan yapıyoruz. Ben şu sırada sınıfa gidiyor ama bir biçimde derse ve hatta İstanbul’a gelemeyenler için eşzamanlı olarak internet üzerinden Zoom’u açıyor ve hatta internet bağlantısı kötü olanlar için dersi kayıt da ediyor, sonra da dersin web sitesine yüklüyorum.
İbrahim Enes Gacar, tüm bu kolaylıklara rağmen bu seneki derslerime katılmadı. Daha doğrusu katılamadı. Zaten kayıt bile olamadı. Çünkü 17 ay önce İzmir’deki evinde gözaltına alındı ve bugün itibarıyla 513 gündür tutuklu olarak Silivri’de yatıyor. Benim de bu durumdan, geçen ay Twitter’a girdikten sonra haberim oldu. İbrahim Enes’in hesabından her gün düzenli olarak şu mesaj paylaşılıyordu: “Adım İbrahim Enes. XXX gündür tutukluyum. Ve ben terörist değilim.”
2001 doğumlu İbrahim Enes, “FETÖ”den yargılanıyor. 2019’da liseyi bitirip Boğaziçi’nde bizim bölümü kazanmış ve İngilizce hazırlık sınıfındaki eğitimine başlamış. Fakat o akademik yıl içinde, Mart 2020’de pandemi başlayınca İzmir’e ailesinin evine dönmüş. Eve dönüşünden sekiz ay sonra bir gece polisler tarafından evinden alınmış ve o günden bu yana 17 aydır, çok sanıklı bir dosya içerisinde tutuklu olarak yargılanıyor.
İbrahim Enes, İstanbul’a ilk geldiğinde bir çocukluk arkadaşıyla birlikte bir öğrenci evine yerleşmiş. Kendisine ve diğer ev arkadaşlarına iftira atan kişi, bu evde kalanlardan biri. Gerçekten de örgüt üyeliğinden aranan bu şahıs, yakalanınca kendisine sunulan “aktif pişmanlık” teklifinden yararlanmak istemiş ve ilişkide olduğu herkesin ismini vermiş. Fakat verdiği isimlerin serbest kalmasına yetmeyeceği belirtilince, Eylül 2019’dan Mart 2020’ye kadar ev paylaştığı, aralarında İbrahim Enes’in de yer aldığı gençlerin isimlerini de listeye ekletmiş. Kendisi şimdi serbestmiş.
İbrahim Enes’in ev arkadaşlarından bazıları denetimli olarak serbest bırakılmışlar. Fakat İbrahim Enes bu şansa ulaşamamış. 5,5 ay süren sözde suçundan 8 ay sonra gözaltına alınıp 17 aydır tutuklu olarak hapis yatıyor. Bu süre içerisinde beş kere toplanan mahkeme, savunmaları dinlemekten çok, etkin pişmanlıktan yararlanmak isteyip istemediklerini anlamaya çalışıyor. Her celsede bu soru soruluyormuş.
Büyük bir istekle kendine yargılayacak yeni isimler arayan ama eline geçirdiklerini bir türlü yargılayamayan, ortaya çıkan yüzlerce günlük gecikmeden de bir nebze bile rahatsız olmayan bir adalet işleyişiyle karşı karşıyayız. Akla Orta Çağ’ın Engizisyon mahkemeleri geliyor. Orada modern yargılamanın dayandığı sanığın suçunu kanıtlama çabası değil, suçlanan sanığın kendini aklama, mahkemeyi suçsuzluğuna ikna etme beklentisi belirleyiciymiş.
İbrahim Enes’in yargılandığı mahkemede 513 gündür bu bile talep edilmiş değil. Mahkeme heyetine tek ilginç gelen nokta, yeni sanıkların ortaya çıkması. Yargılanmakta olanlardan yeni isimler vererek pişmanlıklarını (tabii dolayısıyla suçluluklarını) kanıtlamaları bekleniyor.
Ne yapalım, diyorsunuz belki. Elden ne gelir? Tarihin böyle bir çağındayız. İbrahim Enes tek örnek değil ki. Onun gibi binler, on binler, yüz binler var. Bu da böyle yaşanacak. Suçsuz olan sabır gösterecek. Bir biçimde bu adaletsizlik geride kalacak. Hele şu günler bir geçsin. Sonrasına Allah kerim. Gelecekte…
Kusura bakmayın ama bu söylem, toplumun bittiği yerdir. Şimdi yok, gelecek yok, daha müreffeh ve adil bir yaşamı paylaşarak üretmek için bir irade yok! Sadece korku, sinmişlik ve aslında hepsinin temeline yerleşen bir konformizm, bir “bana dokunmayan yılan bin yaşasın”cılık var. En kahredici yaşam formu: siniklik!
İbrahim Enes neden 17 aydır tutuklu yargılanıyor? Bunun tatmin edici bir açıklaması var mı? Hukuk eğitimi almış insanlar bu yargılamayı yapamıyorlarsa, bizahmet davaları artık yapay zekâ yürütsün.
Benim bildiğim ve anladığım kadarıyla hukuk, bir uygulamalı bilimdir ama konusuna yaklaşımıyla insan bilimleri alanına da dahildir. Ortada kanunun dışına taşma mı var? Durumun değerlendirilmesi ve suçluların hak ettikleri cezaya çarptırılmaları için eylemi anlaşılır kılan bir davanın oluşturulması, gerektiği şekilde yürütülmesi ve mağduriyete yol açmayacak biçimde sonuçlandırılması lazım.
Akademik hayatta alanlarımıza disiplin diyoruz. Bu disiplin doğrultusunda eğitim alıyor, öğreniyor ve disipline giriyoruz. Bunun olmadığı yer anarşidir. Ben bir yeni bilgi üretirken, neden-sonuç ilişkilerine, açıklayıcı ya da ikna edici olmasına özel önem sarf ediyorum, dirsek çürütüyorum. Birileri disiplinime aykırı davrandığımı düşünmesin, ihlâle yol açtığım sonucuna varmasın diye ömrümü harcıyorum. Herkesten de bunu bekliyorum. Bekleyeceğim! Buna uygun durmayana dönecek yüzüm. “Neden?” diye soruyor olacağım. Cevap bekleyeceğim. Cevap talebimden de vazgeçmeyeceğim. Başka türlü yurttaş olunmaz. Yaşayacak bir toplum ve aydınlık bir gelecek umudu da kalmaz.
İbrahim Enes’in bu Çarşamba 28. Ağır Ceza’da bir duruşması daha olacak. Yurttaşlar olarak yanında duruyor olacağız. Aksi kanıtlanmadıkça herkes suçsuzdur ilkesine dayanacağız. Gecikmiş adalet adalet değildir diyeceğiz. Zulmü fark ettiğimizi belli edeceğiz. İbrahim Enes gibi gençlerimizi umutsuzluk ve unutulmaya terk etmeyeceğiz. Her şeye rağmen bu toplumu ayakta tutacak, her gün yeniden var kılmak için çaba harcayacağız.
Eğer yalnız olmadığını İbrahim Enes’e duyurmak isterseniz, yazışma adresi aşağıda:
“İbrahim Enes Gacar
Silivri 3 No’lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu F1 Koğuşu
Semizkumlar Mahallesi
Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü
Silivri İstanbul”
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***