“Otorite ve kurumsal hakimiyet, hurafe, mit, hile, kaytarma ve itaatten beslenir. Kişinin bu tür kurumlara başkaldırmadan itaat edebileceği okullarda, kilisede ve evde öğretilir.” Emma Goldman
Bugünkü yazımda, iktidar yapısını oluşturan büyük ortak AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tüm olumsuzluklara rağmen halen nasıl yüksek oy aldığını, kendi bakış açımla yorumlamaya çalışacağım. Eminim yazımı okuyan arkadaşların konuya ilave edecekleri görüşleri olacaktır.
Erdoğan’ın iktidara geliş dönemini hatırlarsak; ülkede kurtarıcı otoriter figürün eksikliğinin en yoğun hissedildiği dönemdi. Siyasi yapılara güvensizlik hakimdi. Eski tip siyasetin artık nihayete erdiği bir süreç yaşıyorduk.
Erdoğan ve kurmayları, bu süreci iyi değerlendirdi. Otoriter olma hali, çözüm odaklı halkçı bakışı ve dili, iktidar yolunu aralamasında büyük bir rol oynadı. Bir yandan da ilk yıllarında- bu yazımın çok eleştirileceğini bilsem de yazmazsam yanlış olur – bazı konularda devrim niteliğinde hamleleri oldu.
Belediyecilik döneminde kitlenin ekonomik sıkıntılarını ve beklentilerini iyi analiz eden Erdoğan, o günlerde toplum içinde önemli rolü olmayan kesimlerin söz sahibi olmasının da yolunu açtı. İnsanlara rütbe kazandıran bir yapılanmaya vesile oldu. “Birinci adamla ya da birinci adamla yakın ilişkisi olan kişilerle iyi geçinirsen bu yarar getirir” algısını çok iyi bir şekilde oturttu. Bu aslında nitelik ve nicelik eksikliğini de oluşturdu.
Belki de hiçbir zaman yerine getirmek istemediği özgürlükçü sözlerle, toplumda bir şekilde umut tohumlarını yeşertmeyi bildi. En başta halklar arasındaki barış için geçmişteki söylemlerini, dış politikada komşu ülkelerle sıfır sorun hedefini ve AB kriterlerine verdiği desteği ortaya koyan sözlerini örnek olarak hatırlayabiliriz.
Bu da bir yandan yaratılan algılarla, özellikle eğitimsiz ya da geçmiş dönemlerin kusuru olarak eğitimsiz bırakılan kesimin gözünde ciddi anlamda otoriter bir lider olarak kabul gördü. Bazı dönemlerde dini açıdan, bazen milliyetçi söylemlerini ve hatta yediği yemeği, giydiği kıyafetleri bile örnek alanlar ortaya çıktı. Siyasi bir lider ama en önemlisi iktidarı döneminde günümüz tabiriyle fenomen oldu.
Otoritesini kurduktan sonra kendi iç bünyesinde dahi asla eleştirilemez oldu. Eleştirenler ufak ufak uzaklaştı ya da işlevsiz hale geldi. Yüksek perdeden muhalif olan kesimler de ya siyasi tutsak oldu ya da sürgüne gitti.
Kendi siyasi çevresinde, kudretli görülen kişinin ailesi ve çevresinin güzel yerde yaşaması gerektiği tartışmasız kabul edildi. “İtibardan tasarruf yapılmaz.’’ sözüyle de kendisini fenomen gören kesimin, yapılan lüks harcamaların aslında vatan ve millet için olduğu algısına rahatlıkla inanmasına vesile oldu. Tüm bunlar, kapitalist sistem siyasetinin bir yanıyla özeti aslında.
Bir yandan da özellikle ekonomik açıdan zor mahallelerde yaşayan insanlara yaptıkları küçük yardımlarla, halk üzerindeki otoritesini bir nevi güçlendirdi. İşin özü, Ak Parti içinde çalışan mahalle temsilcileri de dahil olmak üzere ülkenin sosyolojisini iyi analiz ederek otoriteye hayranlık yaratma algısıyla bugünlere ulaştı.
Herkesin malumu, bugünlerde ekonomi, ülkedeki demokrasi ve adaletle ilgili büyük sorunlar yaşanıyor. Dindar kesimin bir kısmıyla da yaşanan sorunlar mevcut. Buna rağmen halen yüksek oy alması, otoriter lider özelliğini kendi kitlesi üzerinde yeterince kaybetmediğini göstermekte.
En son “Ukrayna ve Rusya arasındaki savaşı ben çözerim” algısını yaratması, toplum nezdinde Ak Parti’nin düşen oy oranının bir süreliğine yükselmesine vesile oldu. Savaş bitmedi ama kitlesini, ekonomik krizin bu durum nedeniyle olduğu algısına başarılı bir şekilde inandırdı.
Muhalefet içinde de Sayın Demirtaş’ın vizyonuna sahip başka bir siyasi aktör çıkmayınca iktidarını bugünlere kadar taşıdı.
Belediye seçimlerinde, özellikle İstanbul’da, partisinin dışında bir vizyonla hareket eden Ekrem İmamoğlu, Erdoğan’ın otoritesini Demirtaş’tan sonra belki de ilk defa sarsan isim oldu.
Aslında otoriter lider anlayışını, 80 darbesinin enkazı olarak görmek gerekir. Kabul edelim ki 80 darbesi, hatta tüm darbeler, okuyan ve araştıran insanların ciddi olarak azalmasına sebep oldu. Askeri bir gücün erk olması, güce ve otoriteye hayranlık duyan insanların artmasıyla sonuçlandı. Sorgulamayan, sadece kabul eden insanlarla doldu toplum.
Günümüzde ise yerli mafya dizilerindeki birinci insanları özellikle seven ama onun yardımcısı rolünde olan ikinci insanları taklit eden gençleri ne yazık ki görüyoruz. Bu durum, aslında vurdumduymazlığın ve itaat etme anlayışınım net bir kanıtıdır.
Erdoğan, bizzat kendisinin yarattığı sorunlar için “Sadece ben çözerim” algısını ciddi anlamda başarıyla uyguluyor. Yani fakir ve otoriteyi sorgusuzca kabul eden kesimlerin oylarını bir anlamda ipoteğe alıyor. “Eğer oy vermezsek aldığımız yardımlar da kesilir” diyen; ya da O’nu tanıyan mahalledeki temsilci vasıtasıyla belediyelerden iş bulma hayali kuran milyonlar var.
Muhalif olup otoriteyle yan yana durmayan ama konuşmaktan çekinen milyonların olduğunun hepimiz farkındayız sanırım.
Öncelikle, eğitimsiz bir toplumda bu anlayışın önüne geçmek ne yazık ki çok kolay değil gibi dursa da günümüzde sosyal medya ve internet kullanımı sayesinde özellikle genç kesimde bilinç değişimini görüyoruz. Ne kadar sosyal medya yasaları yapılırsa yapılsın, bunun önüne geçmek zor.
İktidarında oluşan olumsuz koşulları “Ben düzeltirim” algısı artık eskisi kadar işlev görmemeye başladı. Fakat bu halen iktidar değişimi için yeterli değil.
Adalet, demokrasi, kadın hakları, azınlık hakları ve inançlar, ekonomi ve dış politikadaki başarısızlığa rağmen, Ak Parti ve küçük ortağı MHP’nin aldığı oy oranı, yüksekliği eskisi kadar olmasa da, tüm bu olumsuz koşullara rağmen düşüş eğilimine girmiş değil.
Tek çözüm, ayağı yere basan, yaratılan suni otoriteye direnen bir muhalefet bloğunun kurulması. Aksi takdirde işler çok kolay olmayacak. Toplum içerisindeki gözlemim şudur ki muhalefet anlayışı halen SOS veriyor.
Yazımın sonunda Paskalya -Zadig Bayramı’ndan bahsetmek istiyorum. 17 Nisan’daki Paskalya -Zadig Bayramı’ndan önceki son pazar günü kiliselerde zeytin dalı kutsanır ve barış için dua edilir. Sanırım tek tanrılı dinler öncesinde dahi zeytin dalı kutsal görülmekteydi. Zeytin ağaçları ne yazıktır ki özellikle son 5 yıldır fazlasıyla kesiliyor. Zeytin ağaçlarının kesilmesine dur demek için çok ses verilmesi gerekiyor. Umarım zeytin ağaçlarına daha çok zarar verilmez.
Barış için dua edildiği, Hristiyanlar için önemli olan bir günde, İstanbul Şişli’de bulunan Ermeni Katolik ilk ve ortaokulunun kapısına kırmızı gamalı haç çizilmiş olduğu haberi geldi. Daha da acısı bu fotoyu paylaşmamdan sonra nefret söylemlerini okumam oldu. Minicik çocuklara korku salmanın ne kadar insanlık dışı bir durum olduğunu söylemek kafi gelmeyebilir. Umuyorum bu tehditkâr durum bir gün değişir. Umuyorum adalet bu sefer buna vesile olanları bularak gerekli cezayı verir.
Elbet karanlıklar aydınlanacak. Elbet bu ülke zeytin dallarına zarar vermeyenlerin ve barışı savunanların ülkesi olacak.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***