Evvelsi gün cümleten, Türkiye Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetleri’nin “dostları ve müttefikleri ile” ile işbirliği içinde, “Kürdistan Mefhumu”yla – doğrudan ya da dolaylı bir şekilde – ilişkilendirilebilecek birden çok hedefe yönelik yoğun bir imha saldırısı başlattığı ve bu saldırıya “en son terörist etkisiz hale getirilinceye kadar azim ve kararlılıkla devam” edileceği beyanına maruz kaldık.
Bu gelişmeye ilişkin, Türkçe’ye doğrudan tercümesi “dövülmüş harman dövmek” olan ve ‘mânâsız ve gereksiz konuşmak ya da temcid pilavı gibi tekrar tekrar aynı şeyleri söylemek’ anlamındaki ma’lum Almanca deyimde ifadesini bulan o na-hoş duruma düşmeden, bir çift anlamlı laf etmek ihtiyacı duydum. Ama itiraf etmek zorundayım ki, söze nereden nasıl başlamak gerektiğine karar vermek noktasında olağanüstü zorlandım.
Bu bağlamda hemen hemen her dilde var olan “bütün başlangıçlar zordur” mealindeki deyim akla gelebilir; ama buradaki zorluğun o türden evrensel bir zorlukla alâkası yok. Buradaki zorluk, benim yukarıda “Kürdistan Mefhumu” olarak adlandırdığım olgunun çekirdeğini oluşturduğu – tarihsel, toplumsal, siyasî, psikolojik, askerî, iktisadî vs. – problem kompleksine özgü bir zorluk. Geçerken belirtmekte yarar var, benim burada ‘kavram’, ‘sorun’, ‘sorunsal’ vs. değil de ‘mefhum’ ibaresini kullanmamın nedeni, mefhum kelimesinin anlamsal bileşenlerinin benim ifade etmek istediğim şeyi diğerlerinden çok daha isabetli dile getiriyor olmasıdır. Bilindiği üzre ‘mefhum’ kelimesi ‘fhm’ (anlamak / anlam) kökünden gelip Türkçe’de ‘anlaşılan’ kelimesine tekabül eder. İşte, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş arifesinden günümüze kadarki yüz yıllık tarihini istisnasız bütün boyutlarıyla belirleye gelen tam da bu meseledir: yani ‘Kürdistan’ kelimesinden ne anlaşıldığıdır.
Genç Türkiye Cumhuriyeti’nde ‘Kürdistan’ kelimesinden ne anlaşıla geldiğinin izaha ihtiyacı yok. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki ve dışındaki Kürtlerin ve Kürdistanlıların Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından yüz yıldır sistematik olarak maruz bırakıldıkları muameleyi ve bu muamelenin bölgenin doğal ve toplumsal dokusunda yol açtığı şiddetli yıkımı görmemek için özel bir çaba göstermemek yeterlidir
En veciz ifadesiyle, Cumhuriyetin bu Kürdistan mefhumu endeksli yüz yıllık tarihi bir cinayet ve katliamlar süreğeni olarak tezahür etmektedir. Bu sistematik imha faaliyetinin ana hedefi olan Kürtler açısından ise aynı tarih bir direniş süreğeni olarak cereyan edegelmiştir.
Girişte dile getirdiğim başlama zorluğunun ana sebeplerinden biri tam da bu keyfiyettir. Aktüel saldırıya bu tarihsel perspektiften bakıldığında, insanın, E. M. Remarque’ın “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” adlı kitabının yaptığı çağrışımın da etkisiyle ‘Kürdistan Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’ diyesi geliyor. Saldırının şiddetindeki ya da saldırıda kullanılan imha teknolojisindeki değişim vs. gibi ilineksel boyutları gözardı edersek, temelde değişen pek bir şey olmadığını söylemek mümkün: yüz yıldır aynı imha iradesi aynı direniş iradesine, aynı Golyat aynı Davut’a karşı.
Yani, mevzu Türkiye’deki siyasî akılla ‘Kürdistan mefhumu’nun ilişkisi olunca, ‘temcid pilavı gibi tekrar tekrar aynı şeyleri söylememek’ fiilen imkânsızlaşmakla kalmıyor kaçınılmaz hâle geliyor.
Abdurrahman Gülbeyaz kim: Gülbeyaz Aşağı Kilikya’nın Kuzey Mezopotamya ile buluştuğu liman kenti İskenderun’da doğdu. Türkiye ve Almanya’da dilbilim, müzikoloji ve tıp sosyolojisi okudu. Yüksek lisansını Hamburg Üniversitesi ‘İngiliz Dili Edebiyatı ve Kültürü’ alanında, doktorasını Japonya’da Osaka Üniversitesi Beşeri Bilimler Fakültesi’nde tamamladı. Göstergebilim, dilbilim, toplumbilim ve felsefe, araştırma faaliyetlerinin çekirdeğini oluşturur. 2015 yılına kadar Japonya’da Osaka Üniversitesi’nde, 2017’ye kadar Güney Kürdistan’da Salahaddin Üniversitesi’nde profesör olarak çalıştı. Hâlâ Nagasaki Üniversitesi Küresel Beşerî ve Sosyal Bilimler Fakültesinde Profesör olarak çalışmakta.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***